Ana içeriğe atla

Harem Gerçeği

İşte Harem Gerçeği

Osmanlı üzerine onlarca kitabı bulunan Tarihçi Yazar Yavuz Bahadıroğlu, Muhteşem Yüzyıl gibi diziler ve ecdat düşmanı sözde tarihçiler eliyle karalanmaya çalışılan Osmanlı'da Harem Sistemi'ni anlattı:

Osmanlı'nın referansı İslamdır

Osmanlı Devleti etnisiteye (ırk kalıplarına) değil, İslami kurallara bağlıdır, İslam her alanda belirleyicidir. Şeyhülislamlar padişahları bu açıdan denetlemekte, en küçük bir "sapma" gördükleri an müdahale etmektedirler.

Mesela Zembilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selim gibi öfkeli bir padişaha fermanını geri aldırabilmiş, Kırkçeşme Suyu'nu Kağıthane'ye getiren Kanuni'yi ise, "Yeni kanunlar yaparak (böylece Kur'an dışı kanun yapılmasına kadar gidebilecek bir çığır açarak) hayatı öyle bir kirletme kirlettin ki, Kırkçeşme Suyu'nu kırk yıl üzerine akıtsan temizlenmez)" diyerek azarlayabilmiştir.

Durum budur. Ölçü İslamdır. Ancak değişik inançlara mensup Osmanlı vatandaşları da saygı ve anlayış görmüştür. Ne horlanmıştır, ne dışlanmıştır, ne de kınanmıştır; hatta inançlarını daha dinamik yaşayabilecekleri imkanlar verilmek suretiyle, kendi yönetimleri zamanında olamadıkları kadar hür ve huzurlu olmaları sağlanmıştır.

Zaten Osmanlı Devleti'ni, yaşadığı çağın ötesine taşıyıp tarih içinde yıldızlaştıran şey, "öteki"ne (öteki dinlere, dillere, ırklara, kıyafetlere ve tüm farklılıklara) karşı gösterdiği toleranstır.

Bu anlayış sayesinde, Osmanlı Devleti, oldukça uzun sayılabilecek bir süre zirvede kalabilmiş, dünyanın cazibe merkezi olabilmiştir.

Bu kimliğinden uzaklaşmaya başladığında ise, çöküş süreci başlamıştır. Buna tarih şahittir.

Böyle bir yapı içinde, dinin belirleyici olması kaçınılmazdır.

Nitekim de öyle olmuş, ister atadan kalma, isterse sonradan olsun, her "Müslüman" devletin aslî sahibi sayılmış ve yüreklerle birlikte tüm önemli makamlar ona açılmıştır.

Böyle bir yapı içinde, pek tabii ki insanlar ırklarına göre değil, liyakatlerine göre değerlendirilecek, önceden hangi dinden olduğuna bakılmaksızın, Müslüman olan herkes, tüm Müslümanlarla eşit haklar kazanacaktır.

Bu hüküm padişah eşlerini ve annelerini de kapsamaktadır…

Önemli olan Müslüman olmak ve gereğini yapmaktır…

Bu çerçevede, Sultan I. Murad'ın annesi Bizans Prensesi "Horofira" iken, Müslüman olup "Nilüfer" adını; Yıdırım Bayezid'ın annesi Bulgar asıllı "Marya" iken, Müslüman olup "Gülçiçek" adını; Sultan II. Murad'ın annesi, kimi kaynaklara göre "Veronika" isimli bir Hıristiyan iken, Müslüman olup "Emine Hatun" adını; Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi, Polonyalı "Helga" (bu konuda da değişik rivayetler var) iken, Müslüman olup "Hafsa" adını; Sultan II. Selim'in annesi Rus uyruklu "Roxa" ya da Ukraynalı "Roxana" iken, Müslüman olup "Hürrem" adını almıştır…

Onların Müslümanlığını kimse sorgulayamaz! Onların Müslümanlığını sorgulamak, hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Birçoğu o kadar "İyi Müslüman"dır ki, dindaşlarının yararlanması için cami, mescid, çeşme, han, hastane, imaret gibi sayısız hayır eserleri vücuda getirmişlerdir.

Evet, sağlam Müslümanlardı: O kadar ki, aralarında, evlatlarını (zaman içinde padişah olabilecek şehzadeleri) emzirirken Yasin Suresi okuyanlara rastlanmıştır. Zaten hayırda yarışmaları, kendi harçlıklarını biriktirip sosyal hayatı kolaylaştıracak tesislere (yol, su, hastane, okul, imaret) yatırmaları, Müslümanlıktaki seviyelerine delildir.

Ne mutlu onlara ki, İslamın "infak" kültürüyle Osmanlı'nın "vakıf medeniyeti"ni yüreklerinde bütünlemiş, bunun sonucu olarak da vatan sathını hayır eserleriyle donatmışlardır.

Bunların çoğu, küçük yaşta esir alınıp İstanbul'a getirilmiş olan "köle" kızlardır.

Böyle bir sistem vardı: Savaşta esir alınan kızların arasından en zeki ve güzel olanlar saraya ayrılır, aynı zamanda bir "yetiştirme yurdu" ve "akademi" de olan Harem'de eğitilir, dini bilgilerin yanı sıra, dünyevi bilgilerle de donatılır, sözün tam manasıyla padişaha eş ve anne olabilecek seviyeye getirilirlerdi.

Artık bu konularda ağzı olan ahkam kesmesin. Bu ülkede tarih bilen tarihçiler var çok şükür.

Yavuz Bahadıroğlu / Akit



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh