Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs 19, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir

Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarih bir toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimidir. Milli günlerle dolu bir ayı geride bıraktık. 1 Mayıs, 3 Mayıs, 19 Mayıs, 27 Mayıs, 29 Mayıs. Aslında bunların hiç birini tam olarak bilmiyoruz. 29 Mayıs’ı da bilmiyoruz bana kalırsa, Çanakkaleyi de. Kurtuluş savaşı da bir “Müthiş Türkler” hikayesi aslında. Neyse ki, TBMM İstiklal Mahkemesi zabıtlar ını açmaya hazırlanıyormuş. Umarım bu bir başlangıç olur da, gerçeklerle yüzleşiriz. Resmi tarih varsa ki var, Derin tarih de vardır. Osman Can’ın geçen gün Twitter’de bir mesajı vardı: Derin Tarih dergisi pek çok ezberi bozacak gibi. 31 Mart Vakası ittihatçı tertibi ve Hareket Ordusu da bir darbe ordusu. Hani aslında 31 Mart‘ı da, Selanik’ten gelen harekat ordusunu da yargılamak gerek, ama tanıkları ve sanıkları kaybolmuş bir yargılama zor. İstiklal Mahkemesi cellatları gibi, ölüleri mezarından çıkartıp asacak halimiz yok. Ama bir vicdan mahkemesi kurulabilir. Birileri her 31 Mart’ta millete

19 Mayıs'ta ne oldu?

1936'dan beri bayram olarak kutlanan 19 Mayıs'ta ne oldu? Bu tarih, okur yazar her vatandaşın zihnine inkılap tarihi derslerinde kazınmıştır: Mustafa Kemal Paşa, “Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Samsun'a çıktı.” Nitekim, Mustafa Kemal Paşa da, 1927'de partisinin kongresinde okuduğu meşhur “Nutuk”una şöyle başlar: “1919 senesi Mayısı'nın 19. günü Samsun'a çıktım.” Nutuk'tan başka kaynak tanımayan resmiyet uleması, işin gerçeğini araştırmaya ihtiyaç duymaz. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk'da fail/özne olarak, tek irade sahibi olarak konuşur. Samsun'a kendi iradesi ile çıkmıştır; bunda kimsenin dahli yoktur. Nutuk dışında bazı hatıralarda da, Samsun'a adeta, İstanbul hükümetini, Padişah'ı kandırarak çıktığını ima eder. Bunun böyle olmadığını biliyoruz: Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya fevkalade yetkilerle donatılarak gönderilmesi, Damat Ferit Paşa hükümetinin kararıdır ve Padişah'ın tasdikinden geçmiştir. Paşa, yola çıkmadan önce Pa

19 Mayıs köşesi yaptım

19 Mayıs köşesi yaptım Bugün Gençlik ve Spor Bayramı, aynı zamanda diktatör Kenan Evren'in emriyle "Atatürk'ü Anma" Bayramı... Kemalistler çok heyecanlanıp tepişiyorlar. Haklarıdır. Ama birileri çıkıp Kenan Paşa'ya "sanki bu memlekette Atatürk dakika başı anılmıyordu da, bir de özel anma bayramı mı icat etmek gereğini duydun" diye de sormalıdır. Her ilkokul öğrencisinin bildiği gibi bugün, Atatürk'ün Samsun'a "çıktığı" gündür. Hep "çıktı" diye öğretilince sanki Christoph Colomb'un Amerika kıtasına ayak basması ya da müttefiklerin Normandiya kıyılarına çıkarma yapmaları gibi algılanıyor... Deniz yoluyla değil de kara yoluyla, trenle gitseydi Ankara istasyonuna mı "çıkmış" olacaktı? Fakat nereden Atatürk'ün "resmi doğum günü" oluyor bu çıkış? Çünkü Atatürk kendisi öyle uygun görmüştür de ondan. Demek ki tercihe bağlı olarak doğum günü saptanabiliyor. (Burcundan memnun olmayan hanımlara duyurulur.) Ata

19 mucizesi mi?

“19 mucizesi” mi? Büyük bir şaşkınlıkla televizyon izliyorum: Ekrandaki “prof.” Atatürk’ü “mucize”ye bağlamış gidiyor... Her yazdığı “edebi”, her sözü “deha” ürünü!.. “Nutuk”un ilk cümlesinden (ki, “19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktım” diye başlar) onlarca “edebi eser” üretiyor! “Bu işi iyi bilen biri olarak söylüyorum” diye de görüşlerinin “muhkem kaziye” olduğunu vurguluyor. Kur’an’da var olduğu iddia edilen “19 mucizesi”yle, Atatürk’ün hayatında var olduğu öne sürülen “19 mucizesi”ni iç içe sokup “kutsallık” atfediyor. Sonunda, hayatındaki her şey “19 ve katları” ile kaim bir portre çıkıyor ortaya: Ölüm tarihinden doğum tarihine kadar... Hâlbuki Atatürk’ün doğum tarihi bile kesin değil, bırakınız ayını-gününü, yılı bile tartışmalı. 1881 diyenler kadar 1880 tarihini veren ciddi kaynaklar da var. Bu durumda “mucize” çöküyor, ama ekrandaki “prof.”un umurunda değil. Herkesi suçlaya suçlaya, herkese toslaya toslaya, “sunucu”nun “cehalet”inden yararlanıp veryansın ediyor... Atatürk’ü sevmek
Y avuz Bahadıroğlu : 18 Mart Zaferi’ni nasıl kazandık?  Yavuz Bahadıroğlu : 18 Mart Zaferi’ni nasıl kazandık? Mutlaka dinleyin  Fatihin Torunları Çanakkale’de dünyanın en güçlü armadasıyla ve en eğitimli ordusuyla savaşan Osmanlı Devleti’nin parası var mıydı? Yoktu… Devlet o kadar fakirdi ki,  savaşan askerlerine miğfer dağıtamıyor, bu yüzden binlerce askerimiz, İngiliz uçaklarından atılan çivi bombalarına canlı hedef olup şehâdet şerbetini içiyordu. Peki bari devlet cephelerde savaşan askerin karnını doyurabiliyor muydu?.. Hayır, doyuramıyordu: Anadolu’nun dört yanından gelen gencecik vatan evlâtları kavrulmuş süpürge tohumu kemirerek savaşıyor, subaylarımız haftada bir çıkan sıcak çorbalarını bile, “Onlar güzel yemeklere alışkındır, biz nasıl olsa idare ederiz” diyerek, İngiliz esirlerine ikram ediyordu… Askerlerin silâhları muntazam mıydı? Değildi: Müttefiklerin modern silahlarının yanında “çakaralmaz” denebilecek kadar eski silahlarla savaşıyorlardı… İsterseniz resmi belgelerden bi

Atatürk, Anadolu'ya geçişini nasıl anlatıyor.

Atatürk, Anadolu'ya geçişini nasıl anlatıyor..  Fatihin Torunları Meclis Başkanı seçilen Mustafa Kemal, 24 Nisan Cumartesi 1336'da Ankara Mebusu olarak ilk konuşmasını yaptı ve kapsamlı bir nutuk irat etti. Bunların bir kısmı İstanbul'dan  ayrılmasından sonra İstanbul ile yaptığı yazışmalardan alıntıları içeren bu konuşmada çarpıcı bilgilere ulaşacaksınız. Herkes, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçişine ilişkin farklı farklı şeyler anlatır. Pek çoğu aslı olmayan, hayali senaryolarla doldurduğu bu geçişi, birinci ağızdan öğrenme yoluna gitmedi. Biz bugün, Meclis zabıt belgelerine dayanarak bunları sizinle paylaşmaya çalışacağız. Bilindiği gibi, Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçtiği tarih olan 19 Mayıs 1919'dan yaklaşık 11 ay sonra 23 Nisan 1920'de açıldı. Meclis Başkanı seçilen Mustafa Kemal, 23 Nisan günü Hacıbayram'da Cuma namazının kılınması ardından dualarla açılan Meclis'te ilk gün konuşma yapmadı. Meclis Başkanı se

Kanuni’nin muhteşem mektubu

İşte Kanuni’nin muhteşem mektubu (Mustafa ARMAĞAN yazdı) Malum çevrelerin sanat özgürlüğü ve sözüm ona ‘yaratıcılık’ dedikleri şeyin bir türlü belden yukarıya çıkamadığını son Kanuni tartışmasında bir kere daha test etmiş olduk. Adam doğru dürüst senaryo yazamaz, araştırma yapmaz ve yönetemez; acemi ahçının açığını kapamak için maydanoz demetine sarılması gibi cinselliğe, tarih dizisiyse hareme y üklenir. Bu sırada Kanuni’yi tanınmaz kılığa sokuyormuş, çocuklar kadından başka işi olmayan bu adamı yanlış tanıyormuş, umrunda olmaz. Onların olmayabilir ama bizim umrumuzda… Gelin, bugün farklı bir şey yapalım ve Kanuni’nin kim olduğunu kendisinin yazdığı orijinal bir mektupla ortaya koyalım. Mektubu ilim âleminin dikkatine sunan Yusuf Kılıç, onu önce 1989 yılında yayımlamış, ardından CIÉPO’nun sempozyumuna tebliğ olarak sunmuş (Ank. 1994). Aslı Budin Hazinesi’nde bulunan mektubun orijinalinden alındığını tahmin ettiğimiz bir kopyası da merhum Çağatay Uluçay’ın oğlu Toros Uluçay’ın elindeyd

Din Dersleri

Şu"Din Dersleri"13 Ağustos 1956, ortaokullara din derslerinin yeniden konduğu tarihtir...Önemli bir gelişmedir: Çünkü tek parti rejiminin okullarında din dersleri yoktu. Tedricen (tepki almamak için olmalı) azaltıla azaltıla tümden kaldırılmıştı.Cumhuriyeti kuranların dinle araları iyi olmadığı için, doğal olarak dersleriyle de araları iyi değildi.Yerimiz elverdiği ölçüde ayrıntı vereyim...Osmanlı mekteplerinde din eğitimi uygulamalı olarak yapılırdı. Yani öğrenciler mektebin mescidine (okullarda mescit de vardı)götürülür, öğretmenlerinin nezaretinde namaz kıldırılırdı.Cumhuriyet kurulduktan sonra, bir süre daha devam etti bu. Fakat yöneticilerin kafasında din derslerini kaldırmak vardı.Ama acaba millet tepki gösterir miydi?Sonuçta tek parti iktidarının oy kaygısı yoktu. Tepki gösterenler, tıpkı ezanın Türkçeleştirmes ine tepki gösterenlere yapıldığı gibi yapılır, bir şekilde devre dışı bırakılırdı...Yine de bu iş bir anda olmamalıydı...3 Mart 1924'de"Tevhid-i Tedris

KOMUTAN VAR,KOMUTANCIK VAR

KOMUTAN VAR,KOMUTANCIK VAR ! KIMI GÖREVINI YAPAR SAYGISINI SUNAR. KIMI GÖREVDEN KENDINE SALTANAT KURAR.. Moskova’yı kurtarıp Napolyon’u, ordusuna 200 000 kayıpla Fransa’ya gönderen General Kutuzov Çar’a başkaldırıp, Çarlığı yok etmeyi düşünmedi. Çar’a saygısını sundu. ”Vatan kurtuldu ekselans” dedi, kışlasına döndü. Belçika’yı, Hollanda’yı, Lüksemburg’u Almanlardan kurtaran komutanlar krallarına  ihanet etmediler. Japonya’yı Çin işgalinden kurtaran komutan,”Ben koskoca Çin’i yenip Japonya’yı kurtardım. Bir takım devrimler yapmanın zamanı geldi. Güneş Tanrıçasının soyundan gelen bir imparatora inanmak hurafedir. İmparatorluğa son veriyor, hanedanı sınır dışı ediyorum. Gitsin, açlıktan gebersinler. Beni ilgilendirmez demedi. Artık bundan sonra Japonlar medeni Avrupalılar gibi şapka giyecek. Karşı gelen ipe gider. 1500 harflik alfabeyle okuma yazma öğrenilmez, Latin alfabesini alıyorum. Japonya samuraylar, şogınlar ülkesi olamaz. Modern Japonya’da böylesi geleneksel kurumlara yer yok, hep

Azrail’in Güzelliği

Azrail’in Güzelliği !!! Onk. Dr. Haluk Nurbaki’den gerçek bir hatıra… Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size … nakletmek istiyorum. Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanseri ne yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap’ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap’ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir’e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 sü

Şeriat

Bilgisizlerden yoruldum “Şeriat” diyorsunuz, karşılığı şöyle geliyor: “Ay bunlar dört kadın almak istiyor, elimizi kesecekler, cebren başımızı örtecekler, özel hayatımıza müdahale edecekler, içkiyi yasaklayacaklar!”Ne ilgisi var?.. “Din” diyorsunuz, “Ay kalbim çok temiz” diye başlıyor, “dedem hafızdı” diye bitiriyorlar… Beş İslâm şartı ile altı iman şartını doğru dürüst sayabilen mumla aranıyor . Rol icabı “lahavle” çekemeyen oyuncu, din konusunda ahkâm kesiyor. “Tarih” diyorsunuz, “Bizim tarihimiz cumhuriyetle başlar” diye gevelemeye koyuluyorlar… Öncesi yok! Cumhuriyet tarihine bile doğru düzgün vakıf olan yok! Bir sürü mehdiye, yüceltme sonrasında “uzanan elleri kıracağız” edebiyatı geliyor… “Osmanlı” diyorsunuz, bilgisizliklerini kusuyorlar: “Padişahların anneleri yabancı… Padişahlar kardeşlerini katlettiler… Hacca bile gitmediler… Haremde zevk u safa sürdüler…” Tek tek cevaplandırıyorsunuz, o zaman da başka telden çalmaya başlıyorlar: “Siz Atatürk düşmanısınız, cumhuriyet düşmanıs

M.kemal'e ithaf edilen tüm başarılar

M.kemal'e ithaf edilen tüm başarılar hepsi çerkez etheme aittir ? Çerkez ethem zamanın en büyük milli mücadelenin askeri dehası komutanıdır : m. kemal'e ithaf edilen tüm başarılar hepsi çerkez etheme aittir....M. Kemal hazira konmustur. Milli mücadele de pek fazla emegi yoktur. Bunu dönemin telgraflarini incelediginizde görebilirsiniz. .. Tabi taassuptan arinmak sarti. Sürekli Cerkez Ethem'e vazife vermesinden anlasiliyor. Çerkez Ethem yunanlıları doğrarken, Kazım Karabekir paşa Ermenileri keserken, M.kamal Ankara'da kadın oynatıyordu Meclise girip mebus olmak için gün sayıyor.. Sonra Çerkez Ethem'i ve Karabekir paşayı hainlikle suçlayanda M.Kemal'dir (ingiliz siyonizm mason projesidir) Çerkes Ethem'in Ankara'ya gelişini Halide Edip Adıvar şöyle anlatır: "Ethem Ankara'ya silahlı kuvvetleriyle girdiği zaman sokaklar doldurulmuştu. Adamları arasında kadınlar da vardı. Ethem büyük şevkle karşılandı. Mustafa Kemal paşa otomobilini ona verdi. Bu Anka

Cerkez Ethem

Kurtuluş Savaşı’nın en zor dönemleri aşılır aşılmaz, ‘Ankara ekibi’ olarak isimlendirebileceğimiz ekip, zaferden sonra kendilerine alternatif olabilecek, ya da kafalarındaki Türkiye’yi engelleyebilecek dirayette gördükleri (Kuva-yı Milliye’ye katılmak için Anadolu’ya geçmek isteyen bazı şehzadelerle meşhur Enver Paşa dahil) Laz İpsiz Recep, Demirci Mehmed Efe, (zaman içinde de) Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Fethi Okyar, Ali Şükrü, Topal Osman gibi) isimleri tasfiyeye çalışmıştır. Yavuz BAHADIROĞLU

Risaleme dokunma

Abdullah Faruk Müsbet hareket ediniz emri, meyyit gibi hareketsiz olun demek değildir. Esselamu aleykum muhterem kardeşlerim; Risale-i Nur’un, nur dairesi içinde hizmet ettiklerini ifade eden malum bir taife tarafından sadeleştirilme adı altında baştan başa tahrif edilmesi faaliyeti başladığı ilk andan itibaren, bu cinayete karşı çıkan hakiki sadık nur talebelerini susturabilmek için sık sık kullanılan “müsbet hareket ediniz” sözünü inceleyelim ve bu ifadenin yerinde bir tavsiye olup olmadığına birlikte karar verelim. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bilindiği gibi, Risale-i Nur’un bir çok yerinde nur talebelerine müsbet hareket etmelerini ve menfi hareketten uzak durmalarını ısrarla tavsiye etmektedir. İyi güzel ama, ne anlama gelmektedir Bediüzzaman Hazretlerinin müsbet hareket dediği şey? Abdullah Yeğin Ağabey’imizin hazırlamış olduğu lügata hep birlikte bakalım. “#Müsbet hareket%: Doğruluğu aşikar ve belli ve isbat edilebilen; doğru düşünenlerin kabul edebileceği kanun ve nizama uygun