Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim 6, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İSTANBULİYE'NİN (İSTANBULLU KIZIN) ÖYKÜSÜ

LİBYA ÇÖLLERİNDE ANLATILAN İSTANBULİYE'NİN (İSTANBULLU KIZIN) ÖYKÜSÜ  Uzaklık kavramı ile nerdeyse eşdeğer olarak kullanılan “Fizan” bir hayal ülkesi olmaktan ziyade Trablusgarp Eyaleti’nin en güney noktasında, ulaşılması güç çöllerle kaplı bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. 1900'lerin başlarında bir Osmanlı subayı olarak bölgede görevli bulunan Camii Bey hatıralarını anlattığı kitabında (So n Osmanlı Afrikasında Hayat) Sahra’nın derinliklerine doğru yaptığı ve haftalarca süren yolculuklarda çöl hayatı ve çöl insanları hakkında gözlemlerde bulunur, ilgi çekici onlarca gerçek olaydan bahseder. Bunlardan biri de Bedeviler tarafından bu uzun çöl yolculukları sırasında dilden dile aktararak anlatıkları İstanbullu bir kızın hikayesidir. Rivayet odur ki, Fizan’a gitmekte olan bir Osmanlı Mektupçusunun kızı, Hammade mevkiindeki son gece yürüyüşünde kafileden kaybolur. Çölde ilerlerken devesinin yolunu değiştirmiş olduğu sabah anlaşılınca zavallı annesi feryada başlar. 

Mihmândâr-ı Resûlullah.

Ebû Eyyûb-el Ensârî En güzel günleri başlatacak olan büyük hicret [göç] bitmek üzeredir. Allahın emriyle Mekke’den ayrılan sevgili Peygamberimiz, Medîne’ye girdiler. Bütün Müslüman kabîleler, Resûlullah efendimizi misâfir etmek için yarışıyorlardı.  Neccâroğullarının reisi Hazret-i Ebû Eyyûb da, bütün akrabâlarını toplamış; Resûlullahı karşılamaya çıkmıştı. Bütün Medînel i Müslümanlar gibi, o da iki cihânın efendisi Resûlullah efendimizi ağırlamak ateşiyle yanmaktadır. Anamız babamız fedâ olsun! Zaman zaman, Resûlullah efendimizin devesi Kusvâ’nın yularını yakalıyanlar, “Buyurunuz yâ Resûlallah! Anamız, babamız, canımız, herşeyimiz; sizin yolunuza fedâ olsun!” diyerek, kendi evlerine götürmek istiyorlardı. Fakat Kâinâtın efendisi, kimsenin gücenmesini arzû etmiyorlardı. Kusvâ’yı işâret ederek buyurdular ki: - Devemin yularını bırakınız! Kimin evinin önünde çökerse, orada misâfir olurum! 

En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbî.

Ebû Hüreyre En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbî. Ebû Hüreyre Hicretin 7. senesinde Müslüman oldu. Gençliğinde fakîrlik ve sıkıntı içinde yaşamıştır. Müslüman olduğunda 30 yaşını geçmişti. Yemen’deki Devs kabîlesinin ileri gelenlerinden ve meşhûr şâir olan Tufeyl bin Amr vâsıtasıyla Müslüman oldu. Tufeyl bin Amr, Peygamber efendimizin duâsı ve emri üzerine kabîlesini İslâma da’vet edince, i lk kabûl eden Ebû Hüreyre oldu. Bundan sonra Tufeyl bin Amr, îmân edenlerle birlikte Yemen’den ayrıldı. Yetmiş kişiden fazla Müslüman, bir kâfile hâlinde Medîne’ye geldiler. Ey yolculuk gecesi! Ebû Hüreyre bir an önce Peygamberimizi görmek, O’na kavuşmak aşkıyla yanıyordu. Yolculuğun uzun sürmesinden sıkılıyor, sabırsızlanıyor;

Gerçek mutluluk gördüğün şeyde değil asıl görünmeyen yerdedir.

Sevgi'nin ad ı  yok Bebeğimi görebilir miyim” dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı.  Bebeğin kulakları yoktu... Muayenelerde bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı. Aradan yıllar geçti çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu. Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak