“En büyük Türk”
Sevgili dostlarım…
Zaman zaman sözkonusu ettiğim ilkokul Başöğretmenim var ya: Atatürk’le Sultan Vahideddin’i karşılaştırmayı pek severdi.
“Dinleyin çocuklar” diye başlardı, “Sultan Vahdettin kendi çıkarı için vatanını satmıştı. Atatürk pusulasız çürük Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkıp vatanı kurtarmasaydı, şimdi yabancıların egemenliği altında inim inleyecektik.”
Azıcık soluklandıktan sonra, devam ederdi: “İşte bunun için çocuklar, Atatürk tarihimizin en büyük komutanıdır.”
Bir solukta malum sloganı atardı önümüze: “En büyük Türk Atatürk!”
İlkokulda bile içimiz-dışımız slogan olmuştu ya, itiraza hakkımız yoktu.
Bunu, yeni şeyler öğrenmenin heyecanıyla babama aktardığımda, sordu:
“Osman Gazi, hiç yoktan Osmanlı Devleti’ni kurdu mu?”
“Kurdu” dedim.
“Fatih, İstanbul’u fethetti mi?”
“Etti.”
“Yavuz Sultan Selim o zamana kadar geçilemeyen Sina Çölü’nü geçip Halife oldu mu?”
“Oldu.”
“Ama hiç biri ‘en büyük Türk’ olamadı.”
Ne bileyim? Demek ki, hiç yoktan devlet kurmakla en büyük olunmuyormuş; İstanbul’u fethetmekle en büyük olunmuyormuş, Sina Çölü’nü geçmekle, Viyana kapılarını zorlamakla en büyük olunmuyormuş!..
Başöğretmenim öyle diyor! Meğer okulun bahçesine bir büst dikmeyi kafasına koymuş, bizi gaza getirmeye çalışıyordu.
Daha önce bu işin parasını halka yüklemeye çalışmış, cami imamından Cuma namazından sonra cemaatten para toplamasını istemiş, ama imam, “Halk heykele para vermez” diyerek yan çizmişti.
O gün sınıfa barut gibi girdi. Girer girmez de patladı:
“Camiin minaresine, boyasına, duvarına para veriyorlar da Atatürk heykeline neden vermiyorlar? Bunlar Cumhuriyet düşmanı!”
Bahsettiği insanlar babalarımızdı. İçime sindiremedim. Cumhuriyetle büstün ne ilgisi olduğunu sordum.
“Var” diye bağırdı, “Cumhuriyet demek Atatürk demektir! Camiler de Atatürk’ün sayesinde açıktır. Atatürk olmasaydı İngilizler çoktan camilere çan takmıştı.”
O gün mantıklı gibi gelmişti, ama bugün çok mantıksız geliyor. Zira İngiliz işgali üç yıl sürdü. Bu süre içinde yayılmaya çalışmadılar, İstanbul’da kaldılar. Hiç bir camiye de çan takmadılar. Belli ki, bunun için gelmemişlerdi. Üç yıl sonra merasimle bayraklarını indirip gittiler. Hâlbuki onlarla hiç bir cephede savaşmadık. Hiç bir meydan savaşında onları yenmedik.
Bundan şöyle bir soru çıkar: Neden geldiler, niçin gittiler?
“Neden geldiler?” sorusunun cevabı, “Giderken ne götürdüler?” sorusunun cevabını bulmaya bağlı.
Hatırlayalım: İşgali kaldırıp İngiltere’ye dönen gemilerin birinde halife/padişah Sultan Vahideddin vardı.
İngiltere yıllardan beri hilafetin kalkmasını istiyordu. Çünkü İslâm dünyasının üzerindeki emellerini gerçekleştirmeye halife en büyük engeldi. Önce saltanat bitti, ardından hilafet gitti, biz sağ, İngiltere selamet!
Halktan istediğini alamayan Başöğretmenim, bize yüklendi: Bir hafta içinde her öğrenci iki lira getirecekti.
Babam evde yoktu. Gemisiyle bilmem nerelere gitmişti yine. Annem ise konuya hiç sıcak bakmadı. Üstelik beni azarladı. Az daha dayak yiyordum.
Bereket versin, bir süre sonra Başöğretmenim de büst dikmekten vazgeçti. Sanıyorum Milli Eğitim Müdürlüğü’ne mevzuu açmış, ama yüz bulamamıştı: “Böyle bir uygulamamız yok” filan denmişti.
Benim çocukluğumda her okulun bahçesinde ve şehir meydanlarında büst/heykel yoktu zaten.
KAYNAK;Yavuz Bahadıroğlu - Yeni Akit (2012-02-14)
Sevgili dostlarım…
Zaman zaman sözkonusu ettiğim ilkokul Başöğretmenim var ya: Atatürk’le Sultan Vahideddin’i karşılaştırmayı pek severdi.
“Dinleyin çocuklar” diye başlardı, “Sultan Vahdettin kendi çıkarı için vatanını satmıştı. Atatürk pusulasız çürük Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkıp vatanı kurtarmasaydı, şimdi yabancıların egemenliği altında inim inleyecektik.”
Azıcık soluklandıktan sonra, devam ederdi: “İşte bunun için çocuklar, Atatürk tarihimizin en büyük komutanıdır.”
Bir solukta malum sloganı atardı önümüze: “En büyük Türk Atatürk!”
İlkokulda bile içimiz-dışımız slogan olmuştu ya, itiraza hakkımız yoktu.
Bunu, yeni şeyler öğrenmenin heyecanıyla babama aktardığımda, sordu:
“Osman Gazi, hiç yoktan Osmanlı Devleti’ni kurdu mu?”
“Kurdu” dedim.
“Fatih, İstanbul’u fethetti mi?”
“Etti.”
“Yavuz Sultan Selim o zamana kadar geçilemeyen Sina Çölü’nü geçip Halife oldu mu?”
“Oldu.”
“Ama hiç biri ‘en büyük Türk’ olamadı.”
Ne bileyim? Demek ki, hiç yoktan devlet kurmakla en büyük olunmuyormuş; İstanbul’u fethetmekle en büyük olunmuyormuş, Sina Çölü’nü geçmekle, Viyana kapılarını zorlamakla en büyük olunmuyormuş!..
Başöğretmenim öyle diyor! Meğer okulun bahçesine bir büst dikmeyi kafasına koymuş, bizi gaza getirmeye çalışıyordu.
Daha önce bu işin parasını halka yüklemeye çalışmış, cami imamından Cuma namazından sonra cemaatten para toplamasını istemiş, ama imam, “Halk heykele para vermez” diyerek yan çizmişti.
O gün sınıfa barut gibi girdi. Girer girmez de patladı:
“Camiin minaresine, boyasına, duvarına para veriyorlar da Atatürk heykeline neden vermiyorlar? Bunlar Cumhuriyet düşmanı!”
Bahsettiği insanlar babalarımızdı. İçime sindiremedim. Cumhuriyetle büstün ne ilgisi olduğunu sordum.
“Var” diye bağırdı, “Cumhuriyet demek Atatürk demektir! Camiler de Atatürk’ün sayesinde açıktır. Atatürk olmasaydı İngilizler çoktan camilere çan takmıştı.”
O gün mantıklı gibi gelmişti, ama bugün çok mantıksız geliyor. Zira İngiliz işgali üç yıl sürdü. Bu süre içinde yayılmaya çalışmadılar, İstanbul’da kaldılar. Hiç bir camiye de çan takmadılar. Belli ki, bunun için gelmemişlerdi. Üç yıl sonra merasimle bayraklarını indirip gittiler. Hâlbuki onlarla hiç bir cephede savaşmadık. Hiç bir meydan savaşında onları yenmedik.
Bundan şöyle bir soru çıkar: Neden geldiler, niçin gittiler?
“Neden geldiler?” sorusunun cevabı, “Giderken ne götürdüler?” sorusunun cevabını bulmaya bağlı.
Hatırlayalım: İşgali kaldırıp İngiltere’ye dönen gemilerin birinde halife/padişah Sultan Vahideddin vardı.
İngiltere yıllardan beri hilafetin kalkmasını istiyordu. Çünkü İslâm dünyasının üzerindeki emellerini gerçekleştirmeye halife en büyük engeldi. Önce saltanat bitti, ardından hilafet gitti, biz sağ, İngiltere selamet!
Halktan istediğini alamayan Başöğretmenim, bize yüklendi: Bir hafta içinde her öğrenci iki lira getirecekti.
Babam evde yoktu. Gemisiyle bilmem nerelere gitmişti yine. Annem ise konuya hiç sıcak bakmadı. Üstelik beni azarladı. Az daha dayak yiyordum.
Bereket versin, bir süre sonra Başöğretmenim de büst dikmekten vazgeçti. Sanıyorum Milli Eğitim Müdürlüğü’ne mevzuu açmış, ama yüz bulamamıştı: “Böyle bir uygulamamız yok” filan denmişti.
Benim çocukluğumda her okulun bahçesinde ve şehir meydanlarında büst/heykel yoktu zaten.
KAYNAK;Yavuz Bahadıroğlu - Yeni Akit (2012-02-14)
Yorumlar