Ana içeriğe atla

Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl, yanında Moşe Levi ile kapı kâhyası olduğu halde Sultan'ın huzurundadır.

Yalan Yazan Tarih utansın



Abdülhamid, Hahambaşı'na nasıl özür diletmişti?
Herzl, bunun olumlu bir cevap olduğunu zannederek sevinecek ve yandaşlarına telgraf çekerek 'bu iş oldu' mesajı gönderecektir.
Ancak bu cevap, aslında "olumsuz bir evet" demekti, zira 3 ay sonra Filistin'e ne şekilde girmiş olursa olsun bütün Yahudilerin sınır dışı edilmesini emreden iradenin altında da Abdülhamid'in imzası olacaktı.


Mavi Marmara katliamı için İsrail'den beklediğimiz özür, askerî krize dönüşürken, Türkiye'nin B ve C planlarını devreye sokacağını açıklaması ortalığı karıştırdı. Bundan böyle donanmamızın Doğu Akdeniz'de seyrüsefer halinde olacağı açıklaması da malum lobilerde "Türkiye'ye neler oluyor?" sorusunun kuyruğunu tutuşturmuş oldu.
Türkiye'ye bir şey olduğu yok, uykudan uyanıyor sadece. Cüceler ülkesindeki Gulliver, uykudan uyandığında kendisini sımsıkı bağlamış bulunan urganları teker teker koparıyor, hepsi bu. Yarın öbür gün Ayasofya ve 12 Ada dosyalarının açılmayacağını kimse garanti edemez; buraya yazıyorum.
Bu tarihî dönemeçte tarihimizle yüz yüze gelmemiz kaçınılmaz; daha doğrusu tarihimizle ve Sultan II.

Abdülhamid'le. Abdülhamid Han'ın Yahudiler ile Siyonistleri nasıl hassas bir ölçüyle ayırt ettiğini ve teb'ası olan Yahudilerin haklarının korunmasına ne denli ihtimam gösterdiğini, öte yandan ülkesinin bir parçasını koparma planları yapan Siyonistlere karşı ne denli şiddetli davrandığını görmek için Yahudi tarihi uzmanı Avram Galante'nin "Abdülhamid ve Siyonizm" adlı makalesinden daha güvenilir bir kaynak bulunamaz. Henüz Türkçeye tercüme edilmemiş olan makalede Abdülhamid'in, çok güvendiği Hahambaşı Moşe Levi'yi alışık olunmadık bir şekilde azarlayıp tehdit ettiği ve ayağına kapandırıp özür dilettiği bizzat Levi'nin torunu Yeşua Eşkenazi'nin verdiği belge ve bilgilere dayanılarak anlatılmıştır. Bu hararetli günlerde Abdülhamid'in zekâ ve dirayetinden günümüze düşecek damlalara ne denli ihtiyacımız olduğunu görüyorsunuz.

Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl, yanında Moşe Levi ile kapı kâhyası olduğu halde Sultan'ın huzurundadır. Herzl, Yahudilere gösterdiği ihtimamdan dolayı Sultan'a teşekkür eder ve bir meblağ karşılığında Filistin'e Yahudi göçüne izin vermesi ve Girit'e benzer bir özerklik tanıması teklifinde bulunma cüretini gösterir.
Abdülhamid'in cevabı son derece diplomatiktir: "Yahudilere güven duymuş olmam, teklifinizi reddetmeme mani değil." Ardından da topu ustaca bakanlar kuruluna atar. Böylece bir yandan Herzl'in niyet ve çapını ölçmek için zaman kazanırken, diğer yandan ilişkiyi kesmeksizin zamana yayma stratejisini izler. Tecrübesiz Herzl, bunun olumlu bir cevap olduğunu zannederek sevinecek ve yandaşlarına telgraf çekerek 'bu iş oldu' mesajı gönderecektir. Ancak bu cevap, aslında "olumsuz bir evet" demekti, zira 3 ay sonra Filistin'e ne şekilde girmiş olursa olsun bütün Yahudilerin sınır dışı edilmesini emreden iradenin altında da Abdülhamid'in imzası olacaktı. Demek ki, hayır diyemeyeceği durumlarda muhatabının içine gömüleceği bir cevap yumağı sunmak bir Abdülhamid klasiğiydi.
Fakat Galante, Abdülhamid'in sanki Filistin'e yerleşme izni verdiği anlamına gelecek bu cevaptan kuşkulanmıştır. Zira tanıdığı Abdülhamid imkânı yok böyle bir şey yapmazdı. Bu işin içinde bir iş vardı ama neydi?
Bu soruyu eski Ayan üyelerinden Behor Efendi'ye sorar. O da, Abdülhamid'in Herzl'e görüşmeden sonra altın bir kravat iğnesi hediye ettiğini, bundan, iğneyi hediye ettiği kişiye çok öfkelendiği ve iğneyi göğsüne saplamak istediği manasının çıktığını söyler. İlk işaret alınmıştır. Gerçekte Abdülhamid bu nezaket gösterisi halinde geçen görüşmeden hiç hoşnut olmamıştır. İçy üzünü Levi'nin torunu açıklar.
Herzl Viyana'ya döndükten sonra Abdülhamid Hahambaşı'nı çağırır. Levi sabahın 9'unda Saray'a gider ve huzura girmek için izin ister. Sultan cevap verir: "Biraz beklesin". Öğleye doğru Başmabeyinci Sultan'a kaymakamın beklemekte olduğunu hatırlatır. Cevabı aynı olur. Akşam olurken Sultan bugün gitmesini ve yarın gelmesini söyler. Moşe Levi, Sultan'ın işlerinin çokluğu nedeniyle kendisiyle görüşemediğini düşünerek ertesi gün aynı saatte Saray'a gelir. O gün de huzura kabul edilmez. Levi bu kez Saray'dan ayrılırken, Sultan'ın kendisine karşı olan tutumundan kuşkulanmaya başlar. Üçüncü gün de aynı şekilde bekletilir. Bu durum Başmabeyincinin de garibine gider ve Sultan'a Hahambaşı'nın beklediğini hatırlatır. O da güneş battıktan sonra huzura getirmesini söyler. (Bu, Abdülhamid'in önemli mevkilerdeki kişileri cezalandırma yöntemiydi. Bu bir tür tutuklamaydı. Moşe Levi bu uygulamaya göre 3 gün hapsedilmişti.)

Sultan, Hahambaşı'na soğuk davranır ve birkaç dakikalık bir sessizlikten sonra kuru ve sert bir ses tonuyla "Hahambaşı (normalde "Hahambaşı Efendi" derdi, bu hitap şekli kızgınlığını gösterir), amcam Abdülaziz tahtta olduğu zamandan beri sizi tanırım ve birkaç gün öncesine kadar sadakatinizi takdir ederdim. Fakat Herzl'in gelişinden sonra bu sadakatten ayrılmış olduğunuzu esefle gördüm. Bir karışlık toprak parçasının bile verilemeyeceğini çok iyi bilen siz Hahambaşı, nasıl oldu da İmparatorluğumun, Müslüman ve Hıristiyan alemlerinin gözlerinin üzerinde olduğu bir parçasına ilişkin olarak benden böyle bir talepte bulunması için o adamı buraya getirebildiniz? Bu adamın talebinin yüzde birini bile kabul etseydim benim ve devletimin başına kim bilir neler gelirdi! O adamın beni ziyaret etmekteki amacından haberiniz var mıydı, yok muydu? Burada nelerin konuşulacağını bilmiyor muydunuz? Cevap veriniz!"
Üzgün ve mahcup olan Hahambaşı şu cevabı verdi: "Size hep sadık kaldım. Şimdi de sadığım ve hep sadık kalacağım. Efendimiz, yemin ederim ki, burada Siyonizm'den söz edileceğini bilmiyordum; Herzl bu konuda bana hiçbir şey söylemedi. Beni onun suç ortağı olmakla suçlamayın. Ben masumum, milletim de masumdur!" Bunları söyledikten sonra, Moşe Levi ayağa kalktı, ağlayarak Sultan'ın ayaklarına kapandı ve kendisini ve milletini affetmesini istedi.

Sultan öfke ile ayağa kalktı ve şöyle dedi:
"O adamın ziyaretinden haberinizin olmadığını söylüyorsunuz. Oysa mektubunuzda onun benimle Yahudi milletine ilişkin bir konuda görüşmek istediğini yazıyorsunuz! Ne demek oluyor bu?!" Moşe Levi gözleri yaşla dolu bir vaziyette şöyle cevap verdi: "Efendimiz, o adam gazeteci, zatıalinizin genel olarak Yahudi sorunu konusundaki görüşlerinizi öğrenmek istediğini zannetmiştim". Yetmişlik bir ihtiyarın karşısında ağlamasından duygulanmış olan Sultan şöyle dedi: "Şimdi sizin masum olduğunuzu anladım." Mabeyinciyi çağırdı ve Hahambaşı'nı dinlendirmesini emretti. Torununun anlattığına göre Moşe Levi bu azardan sonra 15 gün hasta yatmıştır.
Son Sultan'dı gerçekten de. Şu sözünün ışıltısı bugüne kadar geliyor: "Bu adamın talebinin yüzde birini bile kabul etseydim benim ve devletimin başına kim bilir neler gelirdi!"
Kabul etmediğin için başına neler geldiğini biliyoruz Sultanım!

Mustafa ARMAĞAN / ZAMAN

http://iskandinavya.zaman.com.tr/iskandinavya/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=6530




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh