Ana içeriğe atla

''Kurtuluş Savaşı'' hiç olmamış!?

Lord Kinross'a göre Türkiye'yi İngilizler kurmuş!

Lord Kinross'un ''ATATÜRK Bir Milletin Yeniden Doğuşu'' kitabına göre ''Kurtuluş Savaşı'' hiç olmamış!?

İmparatorluğun Paylaşılması

ACABA ŞİMDİ, Padişahın elindeki Osmanlı İmparatorluğunun kalıntıları ne olacaktı? 1919 yılının Ocak ayında Paris'te toplanan Banş Konferansı, bu İmparatorluğun geleceği üzerinde bir karara varmak amacını güdüyordu. Türkler, mütareke isterlerken, Başkan Wilson'a, kendisinin On Dört İlke'sine -yani self determination (kendi kaderini tayin) ilkesine- uygun bir barış üzerinde görüşmeye hazır olduklarını bildirmişlerdi. İngiltere Dışişleri Bakam Lord Curzon, İngiliz kabinesine şimdi, kendi anlayışına göre bu ilkeye uygun bir çözüm yolu sunmuştu. Böylece, yalnız Osmanlı İmparatorluğundaki Ermeniler ve Araplar gibi Türk uyruklu etnik topluluklara değil, Türklere de kendi kaderini seçme hakkı tanınıyordu. Bağımsız bir Arabistan ve Ermenistan'dan başka, bir de bağımsız Türk devleti kurulmalıydı. Bu devlet, geçmişte olduğu gibi, Anadolu yarımadasının sınırları içinde kalmalı ve başkenti de ya bursa ya da ankara olmalıydı. Lord Curzon, Türkleri ancak bu şekilde tatmin edebileceklerini ve milliyetçi bir ayaklanmanın, ancak bu şekilde önlenebileceğim ileri sürüyordu.

Curzon, bir yandan da 'yüzyıllardan beri herkesi uğraştıran, başına belâ açan... bir entrika ve fesat kaynağı olan' Türkleri Avrupa'dan büsbütün çıkarıp atmak istiyordu. Böylece İstanbul ve Boğazlar Türklerin elinden alınıp Cemiyet-i Akvam'ın (1) yönetimine verilmeliydi. Bu türlü bir çözüm yolu, belki şu psikolojik anda, zayıf bir Türk hükümeti tarafından kabul edilebilirdi.

Ama bunu, İngiliz hükümeti kabul etmedi. Çünkü Lord Curzon'la sürekli çatışma halinde olan Lloyd George'un bambaşka düşünceleri vardı. Bunlar, öteki müttefiklerle, fransa ve İtalya ile daha önemli sorunlar üzerindeki uyumun bozulmaması gerekçesine dayanıyordu. Ortadoğu sorunlarına karşı bilgisiz ve ilgisiz olan Lloyd George, Osmanlı İmparatorluğunu geçmişi, bugünü ve geleceğe yönelik istekleri olan canlı bir varlık gibi değil, harita üstünde bir şekil olarak görüyor; birtakım çıkarlar karşılığında, öteki ortaklarına peşkeş çekebilecek bir ambar sanıyordu.

İngiliz hükümeti, savaş sırasında müttefiklerinin savaşa girmesine karşılık bağış ya da rüşvet diye girişmiş olduğu dört gizli anlaşmayla bağlanmış durumdaydı. Balkan Savaşında, Orta Avrupa devletleriyle uyduları, Avrupa türkiye'sini nasıl paylaşmışlarsa, şimdi de İtilâf Devletleri bu anlaşmalar gereğince, İmparatorluğun Asya kıtasındaki topraklarını da bölüşmeyi tasarlıyorlardı. Birinci anlaşma, İngilizlerin İran'da bir nüfuz bölgesi sağlamalarına karşılık, İstanbul'u, Doğu Trakya'yı ve Boğazları Ruslara veriyordu. Ama yeni Sovyet hükümeti bu çeşit Çarlık hırslarından vazgeçtiğini ileri sürdüğü için, bu anlaşma artık yürürlükten düşmüştü. İkinci anlaşma, yani Sykes-Picot anlaşması, Arap dünyasının büyük bir kısmını fransa'yla İngiltere arasında pay ederek Mezopotamya'yı İngiltere'ye ve Suriye ile Kilikya'yı Fransızlara bağışlıyordu. Üçüncü ve Dördüncü anlaşmalar ise, İtalyanlara Anadolu'da oldukça geniş topraklar sağlıyordu. Antalya bölgesi, Oniki Adalar, İzmir limanı ve iç kesimi gibi. Böylece Anadolu'nun bütün Akdeniz ve Ege kıyıları ile iç taraftaki geniş bir toprak parçası, fransa ile İtalya'nın eline geçiyordu. Türk devleti İç Anadolu'daki birkaç vilâyete inecek, Karadeniz kıyılarını elinde tutmasına karşılık, Ege'de sadece bir tek limanı bulunabilecekti.

Ancak, bu bölüşme tasarısında en önemli -ve sonunda en tehlikeli- unsur, Yunanlıların gitgide artan ihtiraslarıydı. 1915 yılının başlarında Sir Edward Grey, Yunanlılara savaşa katılmalannı teşvik için 'Anadolu kıyılarında geniş imtiyazlar' vaat etmişti. Bu vaadler, Yunan Başvekili Venizelos tarafından kabul edilmişti ve Venizelos, Yunanlıların geleneksel 'Megalo İdea'sını, yani 'Helenizmin çağlar boyu hüküm sürdüğü toprakları kapsayacak gerçekten büyük bir Yunanistan' emelini beslemeye başlamıştı. Ama o sırada tarafsızlık politikası üstün gelmiş, Venizelos istifa etmiş ve ancak 1917'de Kral Constantine, İtilâf Devletlerince tahttan indirilip, Venizelos yeniden iktidara geçtikten sonradır ki, Yunanistan savaşa katılmıştı.

Savaş biter bitmez Venizelos, Anadolu'nun bütün Ege kıyısıyla iç kesiminin Yunanistan'a verilmesi isteğiyle Lloyd George'a başvurdu. Oysa bu topraklar, İtalyanlara söz verilmiş bulunuyordu. Venizelos bu bölgede Yunanlıların çoğunlukta olduğunu ileri sürerek tezini etkin bir temele dayıyordu. Karadeniz dağlanndaki Pontus Rumları için de durum aynıydı. Venizelos barışın temelini oluşturması gereken 'kendi kaderini tayin' ilkesinin gerçekleştirilmesini istiyordu. Nitekim iki ay sonra bu tezi 'tatlı bir açıksözlülük maskesi altında' ve düzgün bir Fransızcayla Paris'teki Barış Konferansında Yüksek Konsey önünde savunmaktan geri kalmadı.

Venizelos'u, 'Perikles'ten sonra Yunanistan'ın yetiştirdiği en büyük devlet adamı' sayan Lloyd George, bu isteği hem haklı, hem de elverişli buluyordu. Hindistan'la İngiltere arasındaki ulaştırma yollarını koruma konusunda Yunanlıların Türklerin yerini alması, İngiltere'nin daha işine geliyordu. Lord Curzon ve İngiliz Dışişleri, Yunanlılara Trakya'da toprak verilmesini daha uygun görmekte; generaller onların Anadolu'ya girebilmelerini askeri yönden şüphe ile karşılamakta; İtalyanlar bir yana itildiklerinden dolayı yakınmakta; Başkan Wilson, Yunanlıların ileri sürdüğü kendi kaderini belirleme savını yersiz bulmaktaydı. Ama Lloyd George, bu güçlü nedenlere karşın, yine de Yunanlıların Anadolu topraklan üzerindeki isteklerini, bütün yüreğiyle desteklemekten vazgeçmedi.



Kurtuluş Savaşı denilen şey İngilizlerle Osmanlı bakiyesi üzerine yapılan antlaşmaların, anlaşmazlığa dönüştüğü durumlardaki ufak YEREL çatışmalarıdır.
Yunandan baskasiyla catisma olmamistir!
İngilizler olmayacağını bile bile Yunan kozunu ileri sürmüş Kamalistler de Lozan hezimetine(İngilizin verdiğine) razı olmuşlardır.....
Mesel özünde bu kadar basittir.
Ortada SAVAŞ falan yok bir antlaşma bir mağlubiyet var....
Bu mağlubiyetin adı Lozandır.Üstelik türkiye savaşı kazandığı halde İngiltereye tazminat olarak 5 küsür milyon sterlin ödemiştir.Milyonmetre kare toprak kaybedilmis,kurtulus savasi dedikleri catismalardan önce elimizde olan adalar kazandik dedigimiz savastan sonra elimizden cikmistir..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh