Ana içeriğe atla

Kırım Türkleri kelepçelenerek Ruslara teslim edilecekleri başka bir İngiliz kampına, Dellach a nakledildiler.


TEK PARTI DIKTATÖRLÜGÜNÜN KIRIM TÜRKLERINI GÖZ KIRPMADAN,VICDANLARI SIZLAMADAN KURBAN VERISI!

MUTLAKA OKUYUN KARDESLERIM!

GÖZLERINIZ AGLAMAYI UNUTACAK,VICDANLARINIZ KAHROLACAK !


Tarih bildiğini sanarak olayları ve kişileri değerlendirenler bildikleri tarihle bu gayriresmi tarih arasındaki farkı görsün.Görsün de, başkalarına öğüt vereceklerine kendileri öğrensin tarihi.

Ilkokul sıralarından bu yana ezberledikleri içi boş kavramların, sloganların, hatta atasözlerinin bile ne kadar gerçek ne kadar gerçek dışı olduğunu da öğrensinler.
Dünyanın yarısını harabeye çeviren, çoğu sivil yaklaşık 50 milyon insanın hayatını kaybetmesine sebep olan 2. Dünya Savaşındayız.. Savaşa girmeyen Türkiye'de, başta Tek Parti döneminin yayın organı Cumhuriyet gazetesinin Nazizme övgüler yağdıran başyazarı Nadir Nadi olmak üzere bazı yazarlar, devlet adamları ve politikacıların Almanların yanında savaşa girmemizi savunan yazılar yazdıkları, demeçler verdikleri günlerdeyiz. Ankara'da müttefiklere sezdirmeden bir plan uygulanmaya konuyor. Kırım'da yaşayan Türkler Alman ordusuna destek vermeleri için ikna ediliyor. Kırım Türklerine, Ankara'nın teşvikiyle Nazi ordusuna kılavuzluk ve istihbarat sağlamak üzere bir askeri birlik kurduruluyor. Ve adına ''Mavi Alay'' diyorlar.

Almanların yanında saf tutmanın, Kafkaslara ve kendilerine özgürlük getireceğini, üstelik Stalin'in zulmünden ilelebet kurtulacaklarını sanan Kırım Türkleri 1944 yılına kadar Kızılorduya karşı Almanların yanında savaşıyorlar. Ancak o tarihten sonra savaşın seyri değişiyor. Alman orduları artık geri çekilmektedir. Yalnız Mavi Alayın askerleri değil, Stalin'in hışmından korkan onbinlerce sivil Kırım Türkü de kafileler halinde, Almanlarla birlikte Avrupa içlerine doğru göç etmek zorunda kalıyorlar.

Önce Kuzey İtalya'daki Pazulla Bölgesine yerleştiriliyorlar. Yaptıkları büyük hatadan sonra Kafkasya'ya benzeyen bu dağlık bölgede kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Ancak bu hayalleri kısa sürede yıkılıyor. Çünkü Müttefik orduları Akdeniz sahillerinden İtalyanın kuzeyine doğru ilerlemektedir. Bunun üzerine Kırımlılar çoluk çocuk daha kuzeye, Alman ordusunun hala güçlü göründüğü Avusturya'ya göç ettiriliyorlar. Gönderildikleri yer Drau nehri kıyısındaki Ober Drauburg yöresidir. Nehir kıyısına kurulan çadırlarda ve derme çatma barakalarda aileleriyle yaşama tutunmaya çalışıyorlar zor bela.

Ancak henüz çileleri bitmemiştir. Hatta asıl felaket yeni başlamaktadır. Başlarına sarılan beladan kurtulup yeni bir hayat kuracaklarını zannederken bu defa hepsi birden Avusturya'nın işgali ile görevlendirilen 8.İngiliz ordusuna esir düşüyorlar.

Bu esaret bile onlar için bir kurtuluş vesilesi olabilirdi. Ankara'ya güvenmiş, Almanlarla işbirliği yapmış, çoluk çocuk yerlerinden yurtlarından olmuşlardı. Rus ordularının eline düşerlerse başlarına geleceği biliyorlardı. O yüzden İngiliz ordusunun esiri olmak, onlardan himaye görmek bile onlar için bir kurtuluş sayılırdı.

Bir çoğu Türkiye'deki akrabalarının yanına yerleştirileceğini düşünüyor, Ankara'nın kendilerini mülteci olarak kabul edeceği umuduyla İngilizlere dilekçe üstüne dilekçe veriyorlardı. Ama Ankara'dan beklenen haber gelmedi. Onun yerine Londra'dan gelen bir telgrafla dünyaları yıkıldı. Telgrafta; yapılan anlaşmalar gereğince Rus ordusuna teslim edilmeleri emrediliyordu. Kurtarılmayı beklerken ölümle yüzyüze gelmişlerdi. 28 mayıs 1945 ta karar esirlere tebliğ edildi. İngilizler, esirlerin öldürülmeyeceği konusunda Moskova'dan garanti aldıklarını söylüyorlardı. Oysa garanti filan yoktu!

Kırım Türkleri kelepçelenerek Ruslara teslim edilecekleri başka bir İngiliz kampına, Dellach'a nakledildiler. Moskova esirleri teslim alacak olan Rus birliklerine; esirlerin savaş suçlusu olduklarını ve haklarında verilmiş genel emir gereğince kurşuna dizileceklerini çoktan bildirilmişti. Bütün ümitlerini kaybetmişlerdi. İşte o zaman dünya tarihinde eşi çok az görülmüş bir karar aldılar. Rus askerlerinin eline düşmektense intihar edeceklerdi.

Önce çocuklarının elinden tutan onlarca kadın kendilerini deli dolu akan Drau nehrinin soğuk sularına attı. Kısa sürede nehrin girdaplarına kapılıp boğuldular. Onları yüzlerce, derken binlerce Kırımlı izledi. Suda çırpınanların çığlıkları kıyıdakilerin çığlığına, çığlıklar haykırarak edilen dualara karışıyordu. Bir kaç gün içinde 3 bin esir Drau nehrinin soğuk sularında yok oldu.

Kalan yaklaşık 4 bin kişi Rus birliklerince teslim alındı. Bir süre sonra yaya olarak Rusya'ya götürülmelerinin imkansız olduğunu gören Ruslar trenle yola devam etmek istediler. Ama bir problem vardı. Savaş sırasında Doğu Avrupa'daki bütün demiryolları ve köprüleri yıkılmış, tahrip olmuştu. Sağlam kalan tek demiryolu ise Türkiye'den geçiyordu!

Moskova gerekli izni Ankara'dan kısa sürede aldı. Temin edilen bir yük trenine tıka basa doldurulan esirlerin şimdi yepyeni bir ümidi vardı: Anavatan'ın onları göz göre göre ölümün kucağına atacağına inanmıyorlardı. Tren Edirne'ye yaklaştığında bir sevinç dalgası sarmıştı esirleri, Hatta Rusların havalandırma pencerelerini kapatması bile sevinçlerini kırmamıştı. Nasılsa Türkiye sınırından içeri girince pencereler Türkler tarafından açılacaktı!

Önceki umutları gibi bunda da yanıldılar. Ne havalandırma, ne de kapılar asla açılmadı. Ölenlerin cesetlerini bile dışarı atamıyorlardı. Kömür ve su ikmali dışında tren yola devam etti. Doğu Anadolu'ya geldiklerinde umutların yerini şüphe, şüphenin yerini korku ve panik kaplamıştı. Vagonlara muhafızlık eden Türk askerlerine kendilerini vurmaları için yalvarıyorlardı. Askerler Ankara'dan gelen emirle vicdanlarının arasında kalmışlar, isyan edecek noktaya gelmişlerdi. Tren Kars'a vardığında esirler son bir ümitle ''Ruslar vuracağına siz vurun '' diye bağırıyorlar, ama çığlıklarını kimse işitmiyordu. Derken vagonlardan birinin kırılan kapağından çıkanlar kendilerini trenin geçmekte olduğu Serder Abad Kızıl Çakçak barajının sularına atmaya başladılar. Trene nezaret etmekle görevli Türk heyetinin ve askerlerin gözleri önünde toplu halde intihar ediyorlardı.

Bu son intihar furyasından sonra yaklaşık 7 bin kişiden geriye sadece 2 bin kişi kalmıştı. Onlar baraj gölünün karşı kıyısında bekleyen Rus infaz birliklerine teslim edildi. Daha Türk heyeti oradan ayrılmadan Rus askerleri esirleri trenden indirip guruplar halinde kurşuna dizilmeye başladılar. Heyet son esir de kurşuna dizildikten sonra Türkiye'ye döndü, Ankara olaya hiçbir tepki göstermedi, tutanaklar açıklanmadı. Bu korkunç trajedi unutulmaya mahkum edildi.

Avusturya'lılar ise tanık oldukları katliamın anısına İrschen köyünde bir anıt diktiler. Her sene mayıs ayında Rus askerlerine teslim olmaktansa kendilerini nehire atan Kırımlı Türklerin anısını bir törenle hatırlayıp yadediyorlar. Türkiye ise bu olayı hatırlatacak bir taş bile dikmekten imtina etti. Oysa bu insanları Almanların safında savaşa girmeye ikna eden Ankara'ydı.

Kaynak: Avni Özgürel, Radikal Gazetesi


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh