Ana içeriğe atla

Bir Medeniyet Değiştirme Mâcerası...

Bir Medeniyet Değiştirme Mâcerası...

Medeniyetin sadece binayla, yolla, köprüyle, barajla, zenginlikle, lüksle, uçakla, trenle, cihaz ve âletlerle olduğunu sananlar medeniyet nedir bilmiyorlar.

Bir medeniyetin elbette binaları, yolları, limanları, barajları olur ama onlar medeniyetin kendisi değil, maddî meyve ve eserleridir.

Asıl medeniyet:

Adalettir... İlimdir irfandır... Ahlak ve fazilettir... Güvenliktir...

Ne güvenliği?.. Can güvenliği, Mal güvenliği... Irz, namus ve nesep güvenliği... Din, inanç, inandığı gibi yaşamak güvenliği... Kimliğini koruyabilme güvenliği... Fizikî ve ruhî sağlığını koruyabilme güvenliği...

Halkın aldatıldığı, çeşitli afyonlarla uyuşturulduğu bir yerde gerçek medeniyet yoktur.

Ne vardır?.. Medeniyetin karikatürü vardır.

Bir toplum zengin edebî ve yazılı bir lisana sahip değilse binayla minayla medenî olamaz.

Tarihsiz toplumlar medenî değildir.

Yabancılaşmış toplumlar da...

Adamın 150 bin dolarlık otomobili, bir milyon dolarlık meskeni, cebinde en lüksünden telefonu, aylık 20 bin dolar geliri var ama o adam dedelerinin ve atalarının mezar taşlarını okuyamayacak derecede kara cahilse ona medenî denilebilir mi?

Bizim eskiden kendimize mahsus bir medeniyetimiz ve kültürümüz varmış.... mış!..

Birileri bu medeniyeti değiştirmek, halkı başka bir medeniyetle medenîleştirmek istemişler. Medeniyet değiştirme ameliyatında başarılı olamamışlar...

Eski medeniyetimizin merkezi İstanbul idi.

İstanbul bir edebiyat, tarih, kültür, sanat merkeziydi.

Bir İstanbul ahlakı, görgüsü, edebi vardı.

Selanikliler bunları değiştirmek, yerine bir Selanik kültürü ve medeniyeti getirmek istediler. Başarılı olamadılar.

Ortaya, atalarının mezar taşlarını okuyamayan bir toplum çıktı.

İlim irfan, ahlak fazilet, sanat hikmet çöktü.

Çöpe atılan değerlerin yerine başka değerler konulamadı.

Halkın büyük bir kısmı yabancılaştı.

Kokuşma korkunç boyutlara ulaştı.

Hürriyet dediler, hürriyetin canına okudular.

Adalet dediler adaleti katl ettiler.

Mâbetsiz yeni bir kent inşa ettiler.

İslam'ı beğenmediler, yerine resmî ideoloji denilen bir heyûlâ ve ucube getirmek istediler.

Gerçek tarihi unutturdular, yerine düzmece bir tarih uydurdular.

Mitolojiler...

Tercüme kanunlarla ailenin ve toplumun temellerini dinamitlediler.

Tevhid'i dışladılar, yerine asrî bir putperestlik getirmek istediler.

En büyük tahribatı eğitim ve maarif sahasında yaptılar.

Halk onların yeni medeniyetini benimsemedi.

Zorla, korkuyla, terörle benimsetmek için bir vesâyet rejimi kurdular.

Bu medeniyet değiştirme macerası esnasında memlekette yerinden oynamadık çivi kalmadı.

Sahte uygarlıkları adına çok kan döktüler.

Uyduruk mahkemeler kurdular, çok adam astılar.

Kütle halinde yargısız infaz yaptılar.

On binden fazla cami, mescit, tekke, medrese, taş mektep, imarethane, başka vakıf binasını sattılar, yıktılar, kiraya verdiler.

Mâbetsiz şehirlerine, manzarayı bozup kirletmesinler diye pejmürde kıyafetli köylüleri sokmamışlardı.

Dalkavuk bir baykuşları "Biz tarihte ilk kez mâbetsiz bir şehir inşa ettik!" diye haykırmıştı.

Eski medeniyetimiz ve kültürümüz gitti, yerine acayip bir uygarlık geldi. Kaba saba, mürekkeb cahil, görgüsüz, edeb erkânsız, hedonist bir sistem.

Ülkenin çoğunluğunu oluşturan Müslümanların büyük bir kısmı bu zorla, şiddetle, terörle uygarlık değişimi ameliyesinin kurbanı oldu.

Halk iki arada bir derede kaldı.

Yeni uygarlığın bayları bayanları sayınları; eski beyler, hanımlar, hazretler kadar terbiyeli ve görgülü değil.

Eski medeniyetin seçkinleri 200 bin kelime, terim ve deyimden oluşan çok zengin bir edebî lisan kullanırlardı. Şimdiki devrim-zedelerin dili birkaç yüz sözcükten ibaret fakir bir lisan.

Başka milletlerin birkaç bin yıl ötesine giden yazılı bir hafızaları var. Bizim hâfıza saatimiz 1928'de durmuş.

Şu zavallılara bakınız: Lüks meskenlerde sefih bir hayat sürmeyi, lüks otolarla gezmeyi, lüks cep telefonlarıyla durmadan konuşmayı, kokuşmayı, bayağı ve âdi bir hedonizmi medeniyet sanıyorlar.

Bir medeniyet değiştirme macerasının hazîn sonu...

| M. Şevket Eygi - Milli Gazete


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh