Ana içeriğe atla

Hacca gitmek bile yasaklanmıştı diyeyim de varın anlayın vaziyetin vahametini.


Fatihin Torunları

Mustafa Armağan: Hacca gitmek bile yasaklanmıştı diyeyim de varın anlayın vaziyetin vahametini.)

Kur'an-ı Kerim 88 yıl sonra yeniden liselerde - Mustafa Armağan

Türkiye tarihin kavşak noktasında. Yıldönümleri peş peşe sökün ediyor. Geçen yıl Trablusgarb'ı kaybımızın 100. yıldönümüydü, bu yıl Balkanlar'ı kaybımızın. 2015'te Çanakkale zaferi asrını dolduracak. 2018 II. Abdülhamid'in ölüm; 2020 TBMM'nin, 2023 TC'nin kuruluş yıldönümleri olarak anılacak. Tabii İstiklal Mahkemeleri gibi istenmeyen yıldönümleri de yola revan olmuş olacak.

Mesela gelecek yıl, belki de modern dünyada tek vak'a olan İlahiyat Fakültesi'nin kapatılmasının 80. yıldönümü. Anan olur mu bilmiyorum ama bence Cumhuriyet yönetiminin dine bakışının en çarpık ürünlerinden biri bu. İlahiyat Fakültesi kapatan sözde 'Aydınlanma devrimimizi' tebrik etmek için hoş bir fırsat bence!

29 Mart 2012 günü TBMM, 12 yıllık zorunlu eğitime ilişkin kanun teklifinde bir değişikliğe gitti ve Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimiz'in Hayatı derslerinin seçmeli de olsa okutulmasını 81 ret oyuna karşılık 305 oyla kabul etti. Karar, MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır'ı coşturmuş olmalı ki, "Cumhuriyet tarihinin en önemli iş[ini] yapıyoruz." demiş.

Böylece, 1924 yılında alınan bir karardan, 88 yıllık bir hatadan dönülmüş oldu. İmzası bulunan herkesi gönülden tebrik ediyorum. Ediyorum etmesine ama, 88 yıl önceki o hataya da değinmesem olmayacak.

Hilafet'in özellikle İngilizlerin zorlamasıyla kaldırıldığını daha önce yazmıştım. Bunun en somut kanıtı, İngiltere'deki Avam Kamarası'nın Lozan'ı görüşmeye, bizim Hilafet'i kaldırmamızdan sonra başlamış olmasıdır. İngilizlerin Lozan'ın onayı için yaklaşık 1 yıl ayak sürümesinin başka bir izahı olabilir mi? Üstelik hemen ayına Meclis'te kabul ettiğimiz halde onay için bu denli uzun süre beklenmiş olması şaşırtıcıdır.

Hilafet'in kaldırıldığı gün, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreseler kapatılmış, böylece din eğitiminin Selçuklulara kadar inen bu köklü kurumu ortadan kaldırılmıştı. Aynı gün çıkarılan bir başka kanunla Şeriye ve Evkaf Vekaleti (Bakanlığı) kaldırılıyor, yerine Diyanet İşleri Reisliği kuruluyordu. Aynı zamanda görünmeyen başka bir değişim daha oluyor, dinî kurumları finanse eden vakıflar da bütçeleriyle beraber Başbakanlık'a bağlanıyordu. Böylece din eğitimi alanında faaliyet göstereceklerin para kaynakları kesilmiş oluyordu.

Şimdilerde Vakıflar İdaresi bu yanlıştan da dönüyor ve devletçe cebren el konulan vakıf mallarını sahiplerine iade edip amacı dışında kullanılanları boşaltarak amacına uygun kullanacaklara tahsis ediyor.

Gayet dikkatli bir dille yazılmış olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu metninden eğitim sistemimizin medresenin mirasına nasıl konuverdiğini anlamak mümkündür. Zira 2. maddeyle Şeriye ve Evkaf Vekaleti'ne bağlı olan bütün okul (mektep) ve medreseleri kaldırmakla kalmıyor, onları Eğitim Bakanlığı'na (Maarif Vekaleti'ne) bağlıyordu. Ama 'bütçeleriyle beraber'. Ne demek bütçeleriyle beraber? Yani Vakıflardan gelen bütün gelirleriyle birlikte el koyuyordu devlet medrese ve mekteplere.

Mesela bir şahıs hadis okunması için bir medrese kurup malından gelir bağlamış. Devlet kalkıp vakfı da, gelirlerini de, binasını da devletleştiriyor, okulu kapatıyor, hoca ve öğrencilerin büyük bir kısmını da sokağa atıyordu. Bu, tam bir hukuk faciasıydı ama o yıllarda hukuku kim dinlerdi? Ancak 80 yıl sonra hukukta normalleşme sağlanabildiğini görüyoruz. Geçenlerde zavallı bir azınlık ilkokulunun eski sahiplerine iade edildiğini öğrendiğimde sevindim. Yerli vakıflar ne zaman iade edilecek sahiplerine? diye de düşünmeden edemedim.

(...)

Peki dinî yayınlar ne durumdadır? Dinî yayınlar da yasaklar kapsamındadır. Matbuat Umum Müdürlüğü'nün 17 Mayıs 1934 tarihli yazısında "Biz her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine tarafdar değiliz." denilmekteydi.

O da bir şey mi? Hacca gitmek bile yasaklanmıştı diyeyim de varın anlayın vaziyetin vahametini.

Evet, aradan 88 yıl geçti ve aynı Meclis, bu defa seçmeli olarak Kur'an-ı Kerim ve Efendimiz (sas) hazretlerinin hayatının okutulmasını öğrencinin önüne bir seçenek olarak koydu. Başbakan Erdoğan'ın dediği gibi korkmalarına gerek yok, kimseye tekme tokatla öğretilmeyecek. Ancak şunu belirtelim ki, 88 yıl önce de keşke bu seçenekten mahrum edilmeseydi çocuklar! Bilelim ki bu, demokrasimizin o günlerden bu günlere geçirdiği genleşmenin göstergesidir.
--------------------------------------------------------------------------

Yazı kısaltılmıştır.

Mustafa Armağan'ın zikrettiği kaynaklar:

Niyazi Altunya, 75 Yılda Eğitim, 1999, s. 216.

Mustafa Öcal (editör), Tanıkların Dilinden Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi ve Dini Hayat, I, İstanbul 2008, Ensar Neşriyat, s. 144.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh