Ana içeriğe atla

Helmut Mejcher in dediği gibi Musul a giren İngilizler Türkiye ye giren Truva Atı gibiydiler


(mutlaka okuyun kardeslerim)

Bir devlet düşünün, savaşa 2.5 milyon kilometrekarelik
yüzölçümüyle giriyor savaşı kaybediyor ve 777 bin kilometrekarelik bölümünü, yani yaklaşık dörtte birini kurtardım 'diye zafer çığlıkları atıyor. Peki geriye kalan dörtte üçlük toprak 'gâvur toprağı’mıydı ki, elden gittığıne bunca sevinildi?

Oysa ilginç olan husus, bu konuşmanın bir de başının olması. Yazar nedense İsmet Paşa’nın bu ibretlik sözlerine yer vermemiş. Verseydi eğer, yukarıda sansürleyerek aktardığı cümleyi ona söyletemezdi zira.

Ben yine devlet parasıyla yazdırılan Lozan Konferansı ve İsmet Paşa (1943, s. 211) kita-bından Demirci’nin almaktan kaçındığı pasajı aynen aktaracağım. Böylece Lozan’ın zafer mi hezimet mi olduğu en yetkili ağızdan itiraf edilmiş olacaktır.

Her şeyi kabul ettik"

İngiltere başdelegesi ve Dışişleri Bakanı Lord Curzon alacağmı almış ve 4 Şubat akşamı apar topar Lozan’dan ayrılmıştır. Gidişi üzerine İsmet Paşa gazetecileri toplar etrafına ve onlara dert yanar. “İnsana bir haber verilmez mi?” der. Perişanlığı ortadadır. Barış antlaşmasını imzalatamamıştır çünkü. Sözlerine şöyle devam eder:

“Ben bütün konferans esnasında bu ağır mesuliyetin yükü altında çalıştım. (...) Eğer dünyada tek kimse çıkıp da bana ‘Daha yapılacak fedakârlıklar vardı...’, ‘Şu kararı almalıydınız!’ diyebilirse onları yapmaya razı olurum. Ben fedakârlığı son haddine vardırdım.

Toprak meselelerinin hepsi halledildi. Bu meselelerde kendi zararımıza ve müttefiklerin lehine kararlar aldık.Ekalliyetler (azınlıklar) meselesini müttefiklerin dileği gibi hallettik.Boğazların serbestliğini kabul ettik.Adli kapitülasyonlar meselesinde anlaştık. (...) Nihayet meselede de her aklı başında insanın kâfi addedeceği bir hal tarzını kabul ettik.


İktisadi meselelerde âdil,her şeyi kabul ettik. (...) Umumiye idaresinin faaliyetine devamına razı olduk.İktisadi ve mali meselelerin çoğunu müttefiklerin lehine hallettik.Bı meselelerden bir kaçı kalıyor.Bunları kabul etmedim.

işte bu birkaç mesele dışında itilaf devletlerinin bütün dayatmaları kabul ettiklerini ifade ettikten sonra İsmet paşa dönüp yabancı gazetecileride içinde bulunduğu topluluğa o doktora tezinde eksik alıntılanarak çarpıtılan cümlesini sarf ediyor “Bütün fedakârlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim, fakat memleketin iktisadi esaretini reddettim.”


Bu arada belirtelim ki, ikinci kaynak olan Aydemir, kitabına son cümleyi almış ama onun üstündeki satırları ustaca özetlemiş ve Paşa’nın aleyhine kullanılabilecek ifadeleri bir güzel yuvarlamayı tercih etmiş.

Dr. Sevtap Demirci Belgelerle Lozan adını verdiği tezini kendi ifadesiyle tam 5 yılda hazırlamış. Zamanının mühim bir kısmı resmî tarihe aykırı yönleri nasıl budarım diye düşünmekle geçmiş olmalı!

Lozan'ı nasıl yorumlanmalı

Lozan’ı nasıl yorumlamak gerektiğiyle ilgili bir yorum,açıktır ki, sadece evin içinden bakılarak yapılamaz. ABD ve Japonya gibi bugün alakasız olduğunu zannettiğimiz devletlerin dahi katıldığı bir uluslararası konferansı (resmî adı Yakın Doğu Meseleleri Üzerine Lozan Konferansı’dır) petrol, Hind deniz yolu, Süveyş Kanalı hakimiyeti, Sovyetler Birliğini çevreleme stratejisi gibi Ingilizlerin büyük planlarından bağımsız ele almak hiç mümkün değildir.

Helmut Mejcher’in 1972 tarihli bir makalesinde belirttiği gibi savaş sonunda İngiliz donanmasında kömürden mazota geçiliyordu- Nitekim Amiral Slade 1918 Ağustos’unda İngiliz donanması açısından mümkün olduğunca büyük petrol rezervini kontrol etmenin tartışılmaz önemine dikkat çekiyordu (Middle Eastem Studies, Oct. 1972, s. 384).

Dergimizin gelecek sayılarında Filistin/Suriye hezimeti dediğimiz, Ingilizlerin “Mezopotamya seferi” adını verdikleri 1918 Eylül/Ekim’inde gerçekleşen ve Mondros Müta-rekenamesi’yle sona eren askerî harekâtın gerçek amacı sükutla geçiştirilmiş ve hatta inkâr edilmiştir (Mejcher, s. 382). Petrol bölgelerinin ele geçirilmesiydi gerçek sebep ve zaten önceden uzmanlarca belirlenmiş olan petrol rezervlerinin ele geçirilmesinden sonra harekâtın Halep’in kuzeyinde durmuş ve daha ileri gidilmemiş olması meselesi yeterince incelenmemiştir.

Gerçekten de General Allenby komutasındaki İngiliz süvari birliğinin petrol bölgelerinin güvenliği sağlandıktan ve savaş ganimeti olarak alındıktan sonra takibe devam etmemesi üzerinde durmak gerekir. Marshall, Musul’a, Allenby de Halep’e ulaşmaya çalışıyordu Mondros Mütarekesi’nden önce. Mütareke imzalandığında ise İngiliz güçleri Musul’a yaklaşmaktaydı. Churchill’in sonradan söyleyeceği gibi “Statüko kuruldu, birliklerin daha ileri gitmesine ancak mevcut askerî pozisyonumuzun korunması sözko- nusu olunca izin verilecektir” (Mejcher, s. 388). Yani iş bitti, harekâta paydos!

Nitekim Lozan’da İngiltere’nin başını çektiği Batı koalisyonu Osmanlı’dan boşalan alana yeni bir dünya kuruyordu. Bu dünya 1916’da Sykes-Picot gizli antlaşmasıyla temelleri atılan ve İsrail’in kurulmasıyla şekillenen bir dünyaydı ve aslında günümüzde çözülmeye yüz tutan Dünya Düzeni’ni pekiştiren bir mukaveleydi.

İnönü, Lozan’ın uzun ömürlü oluşundan gurur duymuştur ömür boyu. Ancak bu uzun ömrün sımnı, biraz da İngilizlerin 1918’den itibaren Osmanlı’nın vücudu üzerine kurdukları yeni düzenin sağlamlığına bağlayamaz mıyız?

Bunu itiraf edince gerek Filistin, Suriye, Mısır gibi dış coğrafyayla, gerekse Türkiye’nin içine girdiği yeni anlayışla bir çatışma kaçınılmaz oluyor. Tabü bir şey daha kaçınılmaz oluyor: Son yüzyılın tarihini sağlıklı bir şekilde anlamak için yeni paradigmalara duyulan ihtiyaç. Bunu da ancak belge ve metinleri çarpıtmadan ama en önemlisi, uluslararası bir olayı iç ve dış parametreleri göz önünde tutarak kurabiliriz.

İşte o zaman Lozan’da İngilizlerin Ermenileri, Kürtleri, Rumları, İtalyanları, hatta Fransızlan neden ‘sattıklarını’n ve Kemalistlerle neden anlaşmaya yanaştıklarını anlayabiliriz.Anladığımızda ise ‘Büyük Oyun’u sökmeye başlamışız demektir.

Helmut Mejcher’in dediği gibi Musul’a giren İngilizler, Türkiye’ye giren Truva Atı gibiydiler. İngilizleri Musul’da çıkaramayınca geriye tek bir çare kalıyordu: Musul’u Türkiye’den çıkarmak!

Peki ya o Truva Atı Lozan ise?

2013 TEMMUZ/DERİN TARİH


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh