Ana içeriğe atla

Her ümmetin bir fitnesi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır.

Yahudilerin Hedefinde İslam var

KAPİTALİZM, PROTESTANLIK VE YAHUDİLİK ÜÇGENİ
YAHUDİLİKTE FAİZ VE ZENGİNLİK
KAPİTALİZM VE YAHUDİLİK TEZİ
Esselamu aleykum ve rahmetullah Kardeslerim yazi biraz uzun okumanizi tavsiye ederim insallahu rahman 
Protestanlığın ve Kapitalizmin Avrupa ve Amerika toplumlarına kimler tarafından nasıl ve niçin aşılandıklarını incelediğinizde karşınızda Judaizm’i bulacaksınız. Protestanlık, 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin’in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa’nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda doğmuştur. Martin Luther’in 1517 yılında Wittenberg Kilisesinin kapısına 95 maddelik o meşhur protesto yazısını asmasıyla, Hristiyan dünyasındaki en büyük bölünmenin temelleri atılmıştır. Luther bu 95 maddelik tezde bütün reformist görüşlerinin özünü işlemektedir. Esas itibariyle savunduğu düşünce; Papalığın otoritesini reddetmek, onun yerine Kutsal Kitap’ın yani (Eski Ahit) Tevrat’ın tek dini otorite olduğunu göstermekti. Protestan hristiyanlar sadece incil’i değil ayrıyetten Yahudiliğin Kutsal kitabı (Eski Ahit) Tevrat’ıda okumaktadırlar.

Martin Luther, reform hareketleri başlamadan önce Yahudilikle, Tevrat ve İbranice’yle ilgileniyordu. Bu ilgisini ilk olarak “Jesus Christ Was Born A Jew” İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu adlı kitabında gösterdi. Luther’in Yahudilerle ilgili olarak söyledikleri onun bu ilgisini açıkça gösteriyor: “Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler.”

Protestanlık aslına bakarsak Hristiyanlıktan daha çok Yahudi mezhebi gibidir. Protestan teolojisinin kurucuları, Eski Ahit (Tevrat)’ın hükümlerinin hiçbir yoruma tabi tutulmadan doğrudan kabul edilmesi prensibini benimsediler. Protestanlar İncil’den öncelikli olarak Tevrat okuyacaklar ve dünya görüşlerini Tevratın hükümlerine göre şekillendireceklerdi. Bu Eski Ahit’in yalnızca bu dünyayı önemseyen düşüncesine geri dönülmesi, ruha değil maddeye yönelinmesi ve öteki dünyanın (ahiretin) öneminin unutulması ve faizin yaygınlaşması gibi büyük sonuçlar doğurdu. Ortaçağ Katolik Kilisesi’nin faizi kesin olarak yasaklıyor olması, faiz sisteminin çok fazla yayılmasına engel oluyordu. XVI. yüzyılda Avrupa’da doğan Tevratı kabul eden Protestanlar, bu konuda çok farklı bir yaklaşım getirdi. Avrupa’da artık faiz meşrulaşarak tefeciliğin ve modern banka sisteminin gelişmesinin de önünü açmış oldu. Bu da kapitalizmin de doğuşu anlamına geliyordu.

Bir insanın bütün kabiliyeti ve enerjisi ile para kazanmasının gerekli olduğunu Benjamin Franklin‘in Genç Bir Tüccar’a Öğüt’ünde (Advice to a Young Tradesman) açıkladığına Max Weber işaret ediyor. Benjamin Franklin’e göre para ihtiyaçları karşılamak veya gelecekte harcanmak üzere kazanılmamalıdır. Aksine para kazanma başlı başına bir amaç olmalıdır. Başka deyimle, para kazanmak için, para kazanılmalıdır. Franklin’in üzerinde durduğu nokta, para sevgisi değil, para kazanma zorunluluğudur. Kendi tezini doğrulamak için Franklin, Tevrat’tan da iktibasta bulunmakta ve Süleyman’ın Meselleri Kitabında yer alan “İşinde gayretli adamı görüyor musun? O kralların önünde durabilir” sözünü belirtmektedir. Weber, para sevgisinin değil, para kazanma zorunluluğunun Franklin’in öğretisinde başlıca rolü oynadığını ve modern kapitalizm ile geçmiş zamanlardaki kapitalizm şekilleri arasındaki temel farklılığın para kazanma zorunluluğunun insanlara aşılanmasında belirdiğini ifade ediyor.

Katoliklerce gizli-yahudi olarak tanımlanan Martin Luther, hem Katolik Kilisesine ölümcül bir darbe vurmuş, hem de geliştirdigi dini doktrin için asıl kaynak olarak Tevrat’ı benimsemiş, Yahudilerin seçilmiş halk olduklarını kabul etmişti. Luther’in Roma Katolikliğine getirdiği yıkıcı darbe ilk olarak Yahudiler tarafından benimsenmişti.

Yahudilerle Protestanlar arasında kurulan yakın ilişki 20. yüzyılda da Siyonistler ile Protestan gruplar arasında aynı sadakatle devam etmektedir. Nitekim bu protestan gruplar batıda Hristiyan Siyonistler olarak anılmaktadır. Protestanlıkla birlikte başlayan yahudileşme, aynı zamanda batıdaki Hıristiyan Siyonizmi‘nin de çıkış noktasıdır. Regina Sharif Non-Jewish Zionism: Its Roots in Western History (Yahudi-Olmayan Siyonizm ve Batı Tarihindeki Kökenleri) adlı kitabında, 16. yüzyılın ortasında doğan Protestanlığın güçlü bir Siyonist gelenek doğurduğunu bildirmektedir. Sharif, Eski Ahit’teki yahudileri öven bölümlerinin Katoliklerce göz ardı edilmişken Protestanlar tarafından ön plana çıkarılmış olmasına dikkat çekerek şöyle demektedir: “Yahudi yeniden doğuşu ve yahudilerin Filistin’e dönüşü kavramlarını gündeme getiren Protestanlık, daimi ve etkili bir’non-Jewish Siyonist gelenek başlattı.

Protestanlığın, yahudi önde gelenlerine büyük bir stratejik yarar getirdiği kesindir. Ortaçağda Kabalacı Yahudiler, Protestanlık sayesinde, Eski Ahit kehanetlerine en az kendileri kadar bağlı olan ve bu nedenle de Mesih Planı’na gönülden destek olacak önemli bir müttefik elde etmişlerdir. Ermenilerin, Tanzimat Fermanından sonra ABD ve İngiltere tarafından Protestanlaştırılmalarını ve bu yüzyıllık süren protestanlaşma sürecinde misyonerlik faaliyetlerinin Ermeniler üzerinde çalışıldığını gözden kaçırmayalım. Peki bugün misyonerlik faaliyetleri yürüten ev kiliselerin ve toplulukların Protestan oluşlarını, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren ABD ve İngiltere’nin Türkiye’deki Ermenileri Protestanlaştırmaya çalıştıklarını ve bu faaliyetler doğrultusunda okullar açtıklarını, faaliyetler yürüttüklerini neye göre değerlendirebiliriz acaba? Ermenilerin Protestanlaştırılmaları İsrail ve ABD için bir stratejidir. Nitekim Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü Pakraduniler adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten bu gizli Yahudi asıllı cemaatin hikayesini, Ermeni cemaatinden Levon Panos Dabağyan’ın, 2006 yılında Aksiyon Dergisinde vermiş olduğu röportajından dinlemiştik. Dabağyan, Pakradunilerin Ermenilerden farklı bir yaşam sürdüklerini, geleneklerini devam ettirdiklerini, domuz eti yemediklerini ve çocuklarına İbrani isimler verdiklerini bildirmektedir. Ermenilerin Protestanlaştırılması bu bağlamda düşündüğümüzde Pakraduniler için müthiş bir gizlenme yolu olduğu açıktır. Protestan görünen Pakradunilerin 1915 Ermeni olaylarındaki konumlarının da artık araştırılması ve tartışılması gerekmektedir.

KAPİTALİZM, PROTESTANLIK VE YAHUDİLİK ÜÇGENİ

Katolik dünyası, dindar Müslümanlar gibidir. Katolikler de tüketim konusunda, kültür konusunda, gelenek konusunda Müslümanlara benzerler. Bazı Avrupa ülkelerinde Katolikler davranışları ile sanki isim değiştirmiş Müslümanlar gibi bir yaşam tarzı benimsemişlerdir. İşte bu yaşam tarzı uluslararası kapitalizmin işine gelmez. Onlar için iyi din Protestanlıktır. Yani para kazan ne kadar kazanırsan o kadar iyisin, Hıristiyanlık inancın da bunun bir kenarında dursun. Batı kapitalizmi için Hıristiyanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk değil, Eski Ahite (Tevrat’ı) kabul etmiş Protestanlıktır. Çünkü Protestan felsefe kapitalizmin hizmetindedir. Burada asıl amaç insanları Hıristiyan Ortodoks ya da Katolik yapmak değil, Protestan yapmaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nde Protestanlık ve Yahudiliğin adı Kapitalizm, Püritenlik ise İngiliz Yahudiliğidir.

Onun için tarih boyunca Katolik ve Ortodoks Hristiyanlığa karşı yapılan şer kampanyalarının arkasında bu süreç vardır. Yani Amerikan finans kapitali ve onlarla işbirliği içinde olanlar, kapitalin hareket alanını kontrol etmeye çalışıyorlar. Katolizmi, Ortodoksluğu ve İslamı, Amerikan finans kapitalizminin hesaplarına uygun tüketim toplumu yaratma önünde engel görüyorlar. Büyük Ortadoğu Projesi de bu çerçevede düşünülmelidir. Ne diyorlar? demokrasi, serbest pazar. Ne içindir bu? Kapitalizmin önünde İslam engel, Katoliklik engel, Ortodoksluk engel. O zaman Türkiye ve Ortadoğuyu Yahudi geleneklerine yakın İslamcılıkla, Avrupa ve Uzakdoğu ülkelerininde Protestanlıkla terbiye etmek lazımdır. İşte bugün Kapitalizm mantığıyla, İslama ve Katolikliğe karşı psikolojik saldırı yapılıyor. Hıristiyanlık dini, yoksulluğa, keşişçiliğe, çileciliğe övgü yaparken, Yahudilik zenginliğe, akılcılığa övgü yapmaktadır. Yine Hıristiyanlar için reklam günahken, Yahudilerde reklam serbesttir. Diğer taraftan Yahudilerin çok para sahibi olması dinen teşvik edilmektedir. Altın ve gümüş ayağın sağlam basmasını sağlar, zenginlik ve güç kalbi coşturur, dindar kişi parayı vücudundan çok sever, sevmelidir. Hıristiyan öğretisi ve kilisenin yoksulluğu yücelttiği gözönüne alındığında, yoksulluğu sayesinde cennete gitmeye çalışan Hıristiyan ile altın ve gümüş toplamayı cennete gitmenin aracı olarak gören Yahudi arasındaki zihniyet ayrılığının ekonomik alandaki etkisi farklı olacaktır ve olmuştur.

Karl Marx, 1844′te yazdığı Yahudilik ve Kapitalist Zihniyet adlı makalesinde, Avrupa’nın yaşadığı bu dini dönüşümden asıl karlı çıkanın yahudiler olduğuna dikkat çekerken de şunları belirtmişti; “Yahudi sadece mali güç kazanmak yoluyla değil, fakat aynı zamanda o yüzden ve ondan ayrı olarak paranın bir dünya gücü haline gelmesi ve pratik yahudi ruhunun hıristiyan milletlerin pratik ruhu haline gelmesi yoluyla kendini yahudice bir tarzda kurtarmıştır. Yahudiler, hıristiyanların yahudileşmesi ölçüsünde kendilerini kurtarmışlardır.” Kapitalistleşme ve yahudileşme arasındaki ilişkinin altını çizen Marx, “Para İsrail’in kıskanç Tanrısıdır. Yahudi tanrısı dünyevileştirilip dünyanın tanrısı haline getirildi.” Marx, Protestan ve Püriten geleneğinin kapitalizmle olan ilişkisinden bahsederken de, Hıristiyanlık’ın Reformla birlikte yaşadığı büyük değişimin yönünü şöyle belirliyordu: “Hıristiyanlık Yahudilik’ten doğdu. Şimdi ise Yahudilik’e geri dönmüştür.”

Katolik ve Ortodoks Hristiyanlık’ın temel misyonunda dünyada mal mülk zenginlik elde etmek değil, ahiret üzerine dayanan ve dünyevi zenginlikten uzak olan inanışı İncil’de şu şekilde tarif edilmektedir;

İsa öğrencilerine dediki ; “Zengin kişi göklerin hükümranlığına güçlükle girecektir. Yine size derim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi zengin kişinin Tanrı’nın hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.”

İsa gözlerini öğrencilerine kaldırarak; “Ne mutlu siz yoksullara!” dedi. “Çünkü Tanrı’nın hükümranlığı sizindir. Ama vay halinize, ey zenginler, Çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz.

“Bir başkan İsa’ya, İyi Öğretmen, sonsuz yaşamı (ahireti) miras almak için ne yapmalıyım? diye sordu. “İsa’da ona “Bir şeyin eksik kalıyor” dedi. Varını yoğunu sat, yoksullara dağıt. Böylelikle göklerde varlığın olacaktır. Sonra da ardım sıra gel.” Adam bunu duyunca yüreği tasayla doldu. Çünkü çok zengindi. İsa onun tepkisini görünce, “Parası bol kişilerin Tanrı hükümranlığına girmesi ne denli güçtür!” dedi. “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bireyin Tanrı hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.”

“Ne mutlu yoksulluk ruhuna sahip olanlara”, “gururlu kişi dünyevi krallıkları, yoksulluk ruhuna sahip kişi de Göklerin Egemenliğini arar.”

Katoliklerin ve Protestanların farklı özelliklere sahip olduğu red edilemez bir gerçektir. Genel anlamda Weber, Katolikler ve Protestanlar arasındaki ayrımı şu cümlesiyle ortaya koymaktadır; Katolik daha sakindir; daha az kazanma güdüsü ile donatılmıştır, çok az bir geliri de olsa, olanaklı en emin yaşam biçimini, sonunda ona onur ve zenginlik getirebilecek tehlikeli, heyecanlı bir yaşam biçimine tercih eder. Atasözü, şakayla karışık, ya iyi yiyin ya da rahat uyuyun der. Buna göre Protestanlar çok iyi yerlerken Katolikler rahat uyumak isterler.

Protestan ahlakı, kapitalist ruhu beslemiştir. Zamanla bu süreç tersine işleyecektir. Protestan ahlakı zamanla kapitalist ruhtan etkilenerek değişime uğrayacaktır. Protestan etiğinin etkili olması ve sekülerleşmenin bu etikte bu kadar başarılı olmasının sebebi, bireyin en derininde yatan güdülenmelere yoğunlaşmış olmasıdır. (R. Schroeder)

Sabri Fehmi Ülgenere göre, kapitalizmin oluşumunu Protestanlıktan çok daha önceleri ortaya çıktığını söylemektedir. Ülgener’e göre Protestanlık, burjuvanın dinsel yorumu şekillendirmesinden ortaya çıkmıştır. Yani Ülgener’in söylemek istediği şey insanlar Protestan oldukları için kapitalist olmaları değil, kapitalist olduklarından dolayı Protestan olmalarıdır.

YAHUDİLİKTE FAİZ VE ZENGİNLİK

Nitekim Haham Benjamin Blech “Yahudilikte Yoksulluk ve Zenginlik konusunu” şöyle açıklamaktadır; Yahudilikte zenginlik caiz bir düştür. Paran varsa, akıllı ve yakışıklısındır. Para insanın birçok mitzva (emiri) yerine getirmesini sağlar. Hristiyanlık yoksulluk yeminini idealleştirir. Yahudilikte yoksulluk övgüye değer bulunmaz. Yahudi varlık edinmeye çalışmalıdır. Haham Benjamin Blech Yahudilikteki Ahiret kavramına ise şu şekilde bir açıklama getirmektedir; Hristiyanlık, İsa’nın şu sözlerini vurgular: “Krallığım bu dünyada değildir.” Fakat Yahudilikte Tanrı insanlara “Krallığım bu dünyadadır” der. Bu dünyada hayatınızı iyi yaşayın; sonrası sizi şimdiden ilgilendirmez. Görüldüğü üzere Yahudilikteki ahiret kavramıda diğer ilahi dinlere kıyasla çok zayıf kalmaktadır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde Yahudilik yeryüzünde zenginlik ve yeryüzü hakimiyeti hedefindedir. Katoliklik, Ortodoksluk ve İslamiyet bunun tam tersidir. Nitekim her iki dinin en önemli mihenk taşı ahirete olan inançtır. Katolik, Ortodoks ve İslamda kurulacak olan düzen dünyada değil ahirettedir. Yahudilikte yoksulluk, insanı dünyadan uzaklaştıran ve tüm amaca ulaşmaktan alıkoyan günah olarak görülür. Yahudi kaynaklarını, Torayı ve Talmud’u inceleyen birisi olarak sizlere şunları söyleyebilirimki çok para kazanmanın kutsallığı, zenginlik ve çalışmanın ibadetten üstün olduğunu Talmud’un Mişna bölümünde sık sık vurgulanır.

Tanrı, üstünde yaşadığımız dünya küresini yarattığı vakit, canlı varlıkların ve bilhassa insanların, yaşamlarını sürdürebilmeleri için çalışmaları gerektiği prensibini koymuştur. Kutsal kitaplarda dünyamız, çalışma dünyası diye adlandırılır. Tanah’ta, İyov kitabında şöyle yazılıdır: “İnsan, çalışmak için dünyaya gelmiştir. ” Allah, Kuran-ı Kerim’de; Ben İnsanları ve Cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56) diyerek ibadeti çalışmaktan öncelikli kılmıştır. Yahudilikte ise bu durum tam tersidir.

Kapitalizmin ham maddesi olan faiz, Tora (Tevrat) kaynaklıdır. Tora’da faiz konusu şöyle bildirilmektedir; “Kardeşine ister para faizi, ister yiyecek faizi olsun, faiz alınan başka herhangi bir şeyin faizi olsun faiz vermeyeceksiniz. Yabancıya faiz verebilirsin, ama kardeşine faiz veremezsin.” Hahamlar Yahudilikte faiz verilmesi konusundaki bu ayeti Tora’da şu şekilde açıklamaktadırlar; Tora yabancıya faiz karşılığı para ver kelimesini emir kipinde açıklamıştır. Ama kardeşiniz olan Ben-i İsrail’e Faiz veremezsinizde alamazsınızda. Faiz, her ne kadar ihtiyacı olan kişiye bir yük anlamına geliyorsa da, birçok durumda o kişi bu yükü memnuniyetle kabul edecektir. Faiz konusu canlı ekonominin en önemli etkeni olmuştur. Tora faiz almayı bir hırsızlık olarak görmemektedir. Tora faizi insanlık çapında yasaklamış değildir. Talmud’da ise faiz konusu şu şekilde açıklanmaktadır; Yahudiler arasında faizin hem verilmesi hemde alınması yasaktır. Ama yabancıya faiz verebilirsiniz. (Babil Talmudu)

Ortaçağ’dan günümüze ekonominin can damarı olan faiz, görüldüğü üzere meşrutiyetini Tevrat’tan almaktadır. Faiz’i büyük günah sayan Katolik Avrupa toplumlarına faiz, Protestanlık vasıtasıyla kabul ettirilmiş ve tarihten günümüze kadar yaygınlaştırılmıştır. Protestanlıkta Yahudilikte faizi, kulllanmanın meşruluğunu Tevrattan almaktadır. Nitekim bu durum Katoliklikte ve İslam’da günahtır. Bu açıdan Kapitalizmin tarih sahnesine çıkışını ve yaygınlaşmasını incelemek istediğinizde Weber’in ve Sombart’ın tespitlerinden yola çıkaraktan Tora ve Talmud’un iyice incelenmesi gerekmektedir.

KAPİTALİZM VE YAHUDİLİK TEZİ

Alman İktisatçı Prof. Dr. Werner Sombart, Kapitalist ruhunu, Weber’in tersine lüks ve harcama şevkinde aramıştır. Sombart kapitalist ruhun ilham aldığı kaynağı, din ve felsefe olarak göstermiştir. Werner Sombart, Yahudiler ve Modern Kapitalizm adlı eserinde püritan ahlakın özünün Yahudi dininden kaynaklandığına ve Avrupa’da kapitalizmin ilk aşamasında ve kolonileşme sürecinde Yahudi sermayesinin önemine dikkat çekmekteydi. Yahudilerin kendilerine has karakteristikleri sayesinde kapitalizmin bu kadar gelişme kaydettiğini söylemektedir. Sombart’a göre kapitalizmi üreten Protestanlık değil, Yahudilik’tir. Sombart, din ve felsefenin kapitalizmin ruhunu beslediğini hatta dinin çok eski tarihlerde bile bu şekilde toplumsal hayatı etkilediğini ve (Eski Ahit) Tevrat’ın kapitalist bir ruha sahip olduğunu vurgulamaktadır. Sombart’ın düşüncesine göre kapitalizmin bu hale gelmesinde Yahudilerin payı çok büyüktür. Sombart, kapitalist zihniyetin oluşmasında dinin önemli bir yeri olduğunu vurgulamaktadır ve kapitalizmin çıkış noktasının Yahudilik olduğunu savunmaktadır. Weber’in savunduğu kapitalizmin hareket noktasının Protestanlık olduğu düşüncesini hiçbir zaman kabul etmemiştir. Sombart, Yahudiliğin izinden Protestanlığın gittiğini söylemektedir. Sombart’a göre kısaca püritanizm, Yahudilikten doğmuştur. Sombart Weber’den farklı olarak kapitalizmin doğuşunda ve gelişmesinde Yahudilerin önemli bir yeri olduğunu düşünmektedir. Sombart Yahudi ve Hıristiyanlar arasında karşılaştırmalar yapmış, ilginç sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Sombart’a göre gizli Hıristiyanlık yoktur ama gizli Yahudilik vardır. Tarihte bunun Amerika ve İspanyadaki benzerine Konversoluk, Osmanlıda ve günümüzde ise Sabetayizm diyoruz. Çünkü Yahudilik dinlerini gizli sürdürülebilecek kadar bağlayıcıdır. Sombart, püritenciliğin görüşlerinin Yahudi görüşleriyle bağdaştığını ifade etmekte, hatta Yahudi dini, Püritenlikten önce olduğu için Püritenliğinde Yahudilikten geldiğini söylemektedir. Yahudilerde yabancıya faizle para verilmekte fakat kendi halkından kişilere faizle borç para vermesi kutsal kitabına göre uygun değildi. Zenginliğin Yahudilerin dininde önemli bir yeri vardır. Zenginliklerin Tanrının onları kutsaması olarak nitelendirirler. Weber’in mantığı kullanılarak kapitalist müteşebbisler arasında Yahudilerin sayısının az olmadığı, bu sebeple Yahudilik ahlâkı ile kapitalizm arasında bir ilişkinin bulunması gerekebileceği savunulabilir. Bütün bu örnekler Weber’in temelde bir yanlışlığa düştüğünün kanıtı olabilir.

İSLAM’DA ZENGİNLİK ve KAPİTALİST İSLAMCILAR

İslamiyet’te özel mülkiyet hakkı tanınmaktadır. Ancak, bu hakkın, milli gelirin bölüşümünde adil bir dağılıma götürülmesi de esastır. İslam, sebepsiz zenginleşmeyi, adaletsiz gelir dağılımını ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu kabul etmemektedir. Hz. Peygamber, peygamberliğinin yanında dünyevi yönleri bulunan devlet başkanlığı, komutanlık, hakimlik, muallimlik görevlerini yapmasına rağmen şaşalı ve depdebeli bir hayat sürmemiş, israf ve lüksden uzak, sade ve mütevazi bir yaşantıyı tercih ederek ümmetine örnek olmuştu. Hz. Peygamber bu sosyal yapıyı olabildiğince “Adil Paylaşılan” bir zemine taşımaya çalıştı. Mevcut sınıfları, çatışan gruplar değil, diyalog içindeki taraflar olabilmeleri için gerekli düzenlemeler yaptı. Bu düzenlemelerin insanlık tarihinde gerçekleşmiş en erken ve ileri düzenlemeler olduğu bir çok çağdaş bilim adamı tarafından da kabul ve taktir edilmiştir. (Roger Garaudy)

Hadisi Şeriflerin zühd başlığı altında yer alan rivayetlere bakıldığında, tam anlamıyla bir fakir taraftarı söylemin Hz. Peygamber’in hadislerine hakim olduğu görülmektedir.

Fakirlik benim övünç vesilemdir, ben onunla övünürüm.

Ümmetin en hayırlıları fakirlerdir. Onların cennete en çabuk yerleşenleri de zayıflardır.

Sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum.

Her ümmetin bir fitnesi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır.

Hz. Ömer ra. buyuruyorki; Bir gün Peygamber efendimiz (sav)’min huzuruna geldim. Peygamberi üzerinde örtü bulunmayan bir hasır üzerinde yattığını gördüm. Bu yüzden hasırdan dolayı vücudunda derin izler meydana gelmişti. Baş tarafında ise içi hurma lifleriyle dolu yastık vardı. Evde bulunan eşyaların tamamının tabakalanmamış üç deri ve bir köşede duran bir avuç arpadan ibaret olduğunu gördüm. Şöyle bir içeriye baktım evde bunlardan başka birşey göremedim. Bu durumu görünce ağlamaya başladım. Resullah sav dedi ki niçin ağlıyorsun? Ya Rasulllah niçin ağlamayayım şu hasırın izleri mübarek bedeninizin üzerinde yer etmiş. Evin bütün eşyaları karşımdakiler dedim. Sonra şunları söylemeye devam ettim; Ya Rasulullah dua ediniz ki ümmetinize biraz bolluk verilsin. Şu Roma ve Farslar kafir olmalarına, Allaha ibadet etmemelerine rağmen bu kadar bolluk içinde olsun Kayser ve Kisra bağlar ve nehirler arasında yaşasınlar da sen Allahın Rasulü ve onun seçkin kulu olarak bu durumda mı olasın dedim. Peygamber as, Hz. Ömer’in bu sözünü duyunca hemen doğruldu ve ona şöyle dedi. “Ey Ömer sen hala anlamadın mı? Sen hala bu konuda tereddüt mü ediyorsun öyleyse dinle. Ahiret bolluğu dünya bolluğundan daha hayırlıdır. Rahatlık ve güzel şeyler kafirlere bu dünyada verildi. Bizimkisi ise ahirettedir”. Bu söz üzerine Hz. Ömer, ya Rasulallah benim için istiğfar ediniz çünki ben gerçekten hata yaptım dedi.

İşte Allahın rasulunün hayatı böyleydi. Allah korusun bugün bazı İslamcıların yaşantıları zenginlik hususunda Firavunlar gibi. Bunlar dinden konuşup, dünyayı istiyorlar. Bunların derdi de, hedefi de dünya. Mal, mülk, mevki ve makam isteği içinde eriyip gitmektedirler. Birtakım İslamcılar o kadar ileri gittiler ki, “Hz. Muhammed zamanımızda yaşasaydı en lüks jipe binerdi“ diyecek kadar zıvanadan çıktılar. Türkiye’deki genel çılgınlıktan, islami kesim de payını almıştır. Müslümanlar Ümmet şuurunu yitirmişlerdir. Eline para geçen kesim lüks, israf, sefahat deryasına gark olmuştur.

Dünya hayatı bir oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. Mal, çoluk-çocuk hepsi dünya hayatını süsleridir, (Enam 32) asıl gerçek olan Allah katındaki Salih amellerdir. (Kehf 46)

Kapitalizmi en sert eleştiren yazarlardan biri Seyyid Kutub’tur. Ona göre kapitalist düzen, insanların üstün değerlerini, ahlak ve vicdanlarını bozmuş, adalet anlayışını alt üst etmiş, devlet ve halk arasındaki dayanışmayı ortadan kaldırmış, sıkıntıları çoğaltmış, huzuru yok etmiştir.

İslam’ın tavsiyesi, üretim ile ticari hayat ve son derece etkin, büyük ölçüde sosyal refah ve adil bir gelir dağılımının sağlanmasıdır. İslam’ın esas amacı, sosyal statülerine bakmaksızın herkese ekonomik sahada fırsat eşitliği sağlamaktır. Bu da mülk edinme hürriyetinden farklıdır. İslami bir ekonomide ise temel hedef insandır, insanın ve bütün toplumun dünyada refahını, ahirette kurtuluşunu sağlamaktır. Bunun yolu ise, ferdi zenginlik yerine, toplum sosyal refahını gerçekleştirmekten geçer. Hatta amaç serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmaktır. Şu halde İslam’da esas servetin dağılmasıdır. Müslüman çalışıp kazanacak, fakat hedefi, serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmak olmalıdır. Yani İslam’da paranın akışkanlığı vardır, bu akışkanlığı kesersen para bir yerde birikir, biriken para biriktireni zenginleştirirken diğerlerini de fakirleştirir. İslam tarihinde, fakir kitleler varken, servet yığmanın tehlikelerine karşı uyaran, İslami sadeliğe, eşitlik ve adalete çağıran kimseler de vardır. Bunu ilk olarak savunan, sahabe Ebu Zer el-Gıffari’dir. Ona göre bir Müslüman’ın, ailesinin temel ihtiyaçlarından fazla mala sahip olması şeriata aykırıdır. İslam’da zenginlik kınanmamış, aksine servet sahibi kişilerin bu zenginliklerini toplum yararına kullanmaları tavsiye edilmiştir. Ayrıca, İslam’da biriken sermaye konusunda, ihtiyaç fazlası nakdi servet hoş görülmemiş, bunların yatırım ve harcamaya dönüşmesi teşvik edilmiştir. Kuran-ı Kerim’e göre, insanlar mallarını, bencil ve keyfi tutumlarına göre değil, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda harcamaları, yani infak etmeleri, insanların refah ve saadeti ile sosyo ekonomik adaletin sağlanacağı bir tarzda kullanmaları esastır.

Yahudi geleneklerini benimsemiş İslamcıların dine bakış açılarına en güzel örneklerden birisi de Fazlur Rahman‘ın demeçleridir; Üretim yapmakla ve servet üretmekle meşgul olan bir Müslüman, neticede Allah’a hizmet ediyor demektir. Peygamberimiz, fakirliğin neredeyse imanı reddetmeye götürdüğünü söylemiştir. Fazlur Rahmanın bu demeçleri, gerçekte Tevrat ve Talmud ile bire bir örtüşmektedir. Nitekim onun gibi düşünen Müslümanların sayısı da günümüzde çok fazladır.

İslam’da üretimin ihtiyaç duyulan sahalardan başka yöne kaydırılması, lüks tüketim maddelerinin üretimine yatırım yapılması, kaynak israfı olarak değerlendirilmiş, uygun görülmemiştir. İktisatçı Abdurrahman el-Maliki’ye göre; İslam, tespit etmiş olduğu Hukuki düzenlemelere uymayan anonim şirketlerin kuruluşunu kabul etmemektedir. Tröst ve kartel amaçlı birçok anonim şirketin tek çatı altında bir araya getirilmesini de yasaklamıştır. Çünkü İslam’a göre şirketler, vakıf ve vasiyet gibi münferit bir irade türünden bir işlem değil, alış-veriş ve icare gibi akitler gurubundandır. Bunun için şirkette, şirket ortaklarının doğrudan doğruya, bizzat şirketin işleyişinde yer almaları (Muşareke akdi) veya doğrudan doğruya bedenen şirkete ortak olan kimse ile mallarını ortak kılmaları (Mudarebe akdi) gerekir. Bu tür bir ortaklık ise tabiatı icabı büyük miktarda sermaye birikimine imkan tanımaz. Bu nedenle İslam’daki şirket hükümlerine göre kurulan bir şirket, büyük fabrikalar kurabilecek devasa sermaye birikimine imkan tanımadığı için bu güç ancak devlette bulunacaktır.

İslam’da tekelleşmenin bozucu etkileri önlenmek istenmiştir. Kuran’da malın zenginler arasında dolaşan bir devlet yani bir güç olmaması gerektiği belirtilmektedir. Ekonomik hayatta özel sektör aşırı büyürse, Kuran’ın bu emri gerçekleşmez. Çünkü sermaye faktörü tekellerin elinde çoğu zaman üretici rantlarına yol açarak tüketiciyi sömürülme alanında bırakmaktadır. İslam daha başlangıçta aşırı büyümenin kaynağı olacak bu aşırı büyümeyi ve sömürüyü durdurmuştur.

Utah Üniversitesi’nden Profesör Hakan Yavuz, Türkiye’nin geçirdiği dönüşümü Türkiye’de İslami kesim Protestanlaşıyor ve İslamsız bir İslam oluşuyor şeklinde yorumlamakta ve şunları eklemektedir; “İslamsız bir İslam görüntüsü ortaya çıkıyor. Yani, ahlak, etik, hak-hukuk değerlerinden soyutlanmış bir İslam. Tamamıyla şekle dayalı ve tüketim araçları haline dönüşen bir İslam var. Bugün Türkiye’de İslami semboller alınıp, satılır hale gelmiş, yer edinmek için kullanılır vaziyete dönüşmüş. Burada ise, Protestanlaşmaya yol açıyor. Bunlar modern süreçleri ele geçirdiklerini iddia ediyorlar ve başarılılar. Medya, finans, eğitim sektörü. Hepsinde güçlendiler. Ancak bunlar modernitenin içine girdikçe, modernite de bunların içine giriyor. Modernite, dini yeniden şekillendiriyor. Burada, kazanan kapitalizmin mantığı.” (Temmuz 2010)

İslamcı kesim, kapitalist sistemin içine girdikçe tüketim kültürünü değiştirmekte, para ile ilişkileri ölçüsünde tüketim kalıplarını lükse yönlendirmekteler. Her ne kadar kapitalizmin tüketim çılgınlığı İslam’ın sadeliğinin karşısında yer alsa da, kapitalist sisteme ayak uyduran İslamcılar bunun farkında değil gibi görünmektedirler. İslamcı düşünceden bir kısım insan, kendilerini farklı görmek, farklı yaşamak, elde ettikleri nimetleri bu farklılıklarda kullanmak gibi düşüncelerle farklı bir sınıf oluşturuyorlar. Yazlık ve kışlık evlerinin eşya ve dekorunda, yaptıkları düğün merasimlerinde, çeşitli toplantılarında, günlük yaşamlarında görülmemiş bir lüks ve israf sergilemekte, bu hususta laik sosyeteden geri kalmamaktadırlar.

Müslüman kişi, kazanmış olduğu bu malda sınırsız harcama yetkisine sahip değildir. İslam’da lüks bir hayat sürmeye meyilli ve tutkun olmak ya da malıyla gösterişte bulunmak hoş karşılanmamıştır. İslâm, kendilerini toplumdan soyutlayan bir aristokratlar sınıfının oluşmasına ve göze batan harcamalarına manevi müeyyidelerle olduğu kadar, yönetim tarafından alınacak tedbirlerle de müsamaha etmez. Gerekli cezai tedbirlerini alır. Muhammed Necatullah Sıddıki’nin ifadesiyle ölçü; bireyler yaşadıkları toplumun harcama ortalamalarından fazla uzaklaşmamalı ve buna da izin verilmemelidir.

İslam ekonomisini, diğer sistemlerden ve özellikle kapitalist ekonomiden ayıran temel özelliklerinden biri olarak faiz yasağıdır. İslam, kazancın ve mülkiyetin temelinde sadece emek aramaktadır. Faiz insanlarda para düşkünlüğü ve zengin olma arzusu yaratır. Faiz, yoksullardan zenginlere kaynak aktarımı yapmaktadır. Faiz insanların enerjilerini üretken girişimlere harcamalarından alıkoymaktadır. Faiz yasağı İslam İktisadi hayatının temellerinden birisidir. Türkiye’deki bazı müslümanlar faizi meşru saymışlar, faizi kullanmaktan hiç çekinmemişler ve enflasyon farkı kadar faiz helaldir diyerek minareye kılıf uydurmuşlardır. Bu apaçık yahudilerin islamı bozma planına oyuncak olmak değil de nedir peki?

http://gercektarihdeposu.blogspot.com



Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh