Ana içeriğe atla

Fatih'ten sonra eğitim ve kültüre en fazla ehemmiyet veren padişah

Elbistan Kitap Dünyası’nın tertiplediği Kitap Fuarı’nda verdiğim konferansın geçen hafta ilk bölümünü yayımlamıştım. Bu hafta, kalan kısmına özetle yer vereceğim. Faydalı olmasını temenni ediyorum.

YETİŞTİRDİĞİ DİNDAR NESİLLER

Sultan II. Abdülhamid, memleketi demir ve kara yollarıyla, telgraf hatlarıyla örmeye ve her kademeden okulla donatmaya çalışarak; yaralı aslanı veya uyuyan dev Osmanlı’yı yeniden ayağa kaldırmaya ve devletlerarası alanda yeniden söz sahibi yapmaya gayret etti. Bu kalkınma hamlesini ve medeniyet projesini omuzlaması gayesiyle de yeni “dindar” nesiller ve kadrolar yetiştirme çabasına girişmişti.

Tahta çıktığında Tanzimat’tan bu yana iyi yetişmiş, vasıflı bürokrat kadrosu en fazla 2 bin civarındayken Abdülhamid, bu rakamı 100 binin üzerine çıkarmayı başarmıştır. Devleti kurtarmak ve gelecekte daha etkin bir mevkie taşımak için onun yaptığı bu hizmet ve yatırımın çapını, bu rakam bile hakkıyla anlatmaya yetiyor.

Fatih'ten sonra eğitim ve kültüre en fazla ehemmiyet veren padişah Abdülhamid oldu. Eğitim seferberliğinin belkemiği ve motor gücü olarak da öğretmenleri gördü ve yetiştirmeye büyük önem verdi. Öğretmen okullarının sayısını artırıp yaygınlaştıran ve hemen her vilayette bu okulları inşa eden Sultan Abdülhamid’dir.

Her köyde caminin yanına bir de ilkokul yaptırması en mühim icraatlarındandı. Yılda ortalama 400 ilkokul açarak ve okul sayısını 9.347’ye çıkartarak bir rekor kırmıştı. Aynı şekilde, 250 olan ortaokul sayısını 900’e, lise sayısını da 109’a çıkarmıştı. Osmanlı’nın ilk üniversitesi “Darü’l-Fünun” 1901’de onun zamanında tedrisata başlamıştı.

Meslekî ve teknik okulların bütün çeşitliliğiyle vücut bulması ve Osmanlı’da kök salması da yine onun zamanında oldu.

ŞERİF MARDİN, ZÜRHER VE VAMBERY NE DİYOR?

Bu manada Sosyolog Şerif Mardin, Sultan Abdülhamid’in gerici değil, tam aksine yeniliğe ve modernleşmeye açık tabiata sahip olduğu hakkında şu tahlilleri serdetmiştir: “Sultan Abdülhamid devrini genellikle bir gerilik, istibdat devri olarak niteleriz. Bugün, yapılan her araştırma, Abdülhamid devrinin, bir açıdan önemli bir “modernleşme” devresi olduğunu daha açık bir şekilde göstermektedir.”

Hollandalı Tarihçi Erik Jan Zürcher de aynı görüştedir: “Döneminde, eğitim, idare, adalet ve iletişim gibi birçok alanda ıslahat yapıldı ya da yapılan ıslahatlar genişletildi. Eğitim ve iletişim alanlarındaki ıslahatlar özellikle kayda değerdir. Abdülhamid döneminde, kitapların, dergilerin ve gazetelerin tirajı çok büyük ölçüde artmıştır. Bu yayınlar, modern bilim ve teknoloji ile imparatorluk dışındaki dünya hakkında halkın aydınlanmasını sağlamıştır.”

İngiliz casus, Yahudi asıllı Türkolog Arminius Vambery ise şunları söylemiştir: “Padişah elindeki bütün imkânları seferber ederek, hayırseverliğini her fırsatta göstermekten kaçınmıyor. Eğitim ve sağlık hizmetleri için büyük miktarlar harcamakta, halkının selamet, refah ve mutluluğu için yorulmak bilmeden çalışmaktadır.”

ÇILGIN PROJELERİ

Batı’daki ilmî ve teknolojik gelişmeleri yakından takip etmiş ve devletin imkânları çerçevesinde intikal ettirmişti. Bu konuda, kendisini “gericilikle” suçlayan İttihatçıları bile utandırıp takdirlerini kazanacak kadar muazzam yenilikler gerçekleştirmişti.

Zamanında yapılan reformlar, Osmanlı’nın son devrinde görülen ve hatta Cumhuriyet’e bile temel teşkil edecek çapta büyük, mucizevî reformlardı. Mesela, Osmanlı’ya ilk bisikleti, otomobili ve telefonu getiren; ilk modern üniversiteyi kuran, ilk, orta ve lise mekteplerini rekor seviyede yaygınlaştıran; ilk denizaltıyı alan, ilk Boğaz Köprüsü ve Tüp Geçit Projesi’ni yapan; Anadolu’yu demir ve telgraf ağlarıyla ören; ilk verem aşısını getiren Sultan Abdülhamid olmuştu.

Abdülhamid, yurdu demir ağlarla örüp 1865’te birkaç yüz kilometre olan demiryolunu 5.700’e,13.750 kilometreolan karayolunu 20-25 bine,28.115 kilometreolan telgraf hattını da 50 bine çıkararak taşrayı ve İslâm coğrafyasını İstanbul’a bağlamıştı.

Asya ile Avrupa'yı bir “Boğaz Köprüsü” ile birbirine bağlama düşüncesi de ilk defa 1900’lü yıllarda yine Abdülhamid tarafından ortaya atılıp projelendirilmişti. Fernidan Arnoden isimli bir Fransız mühendise, boğazın Sarayburnu-Üsküdar ve Rumeli Hisarı-Kandilli arasında iki ayrı köprü projesi hazırlatmıştı. Köprünün üzerinde minareler, kubbeler, kuleler ve savunma amaçlı toplar da yer alacaktı. Proje bilinmeyen bir sebeple hayata geçirilemedi.

Hayret verici bir gelişme de, 1891’de Osmanlı’nın ilk “denizaltından tüp geçit projesi”nin yine onun devrinde hazırlanmasıydı. Bu da meçhul bir sebepten ötürü gerçekleşmedi. Ancak, dünyanın ilk tüp geçidi olan “Manş Tüneli”nin yapımından yaklaşık 100 sene önce, hem de “gerici” denilen Abdülhamid döneminde böyle bir “tüp geçit projesinin” tasarlanması bile başlı başına bir hadiseydi.

OSMANLI’NIN ‘SON KURTARICISI’

Onu, “Osmanlı’nın Son Padişahı” olarak kabul eden Cemil Meriç’in tespitleri son derece muhteşemdir: “Osmanlı, II. Mahmud’la ölmüştür. Abdülhamid bu ölüyü diriltmiş ve otuz üç sene ayakta tutmuş yegâne adamdır.”

Yahudi asıllı İngiliz ajanı Arminius Vambery, İngiliz Dışişlerine gönderdiği 7 Mayıs 1884 tarihli raporda şu orijinal tespitleri yapmıştır: “Eğer bir mâni çıkmazsa o, Türkiye’yi ileriye götürecektir ve götürebilecek tek adamdır.”

Vambery gibi Amerikan Büyükelçisi S. S. Cox da, Osmanlı’nın kalkınması ve yıkılmaktan kurtulması için Abdülhamid’in “tek şans” olduğu konusunda hemfikirdir: “Türk ilerlemesini gerçekleştirebilecek yegâne şahıs Sultan Hamid’dir. Bütün vaktini de buna hasretmiştir (adamıştır).”

Elisabeth Wormeley Latimer, “19. Asırda Rusya ve Türkiye” isimli eserinde, Abdülhamid Han’ın batmakta olan devleti olağanüstü bir gayretle nasıl kurtarmaya çalıştığıyla ilgili şu tespitleri de manidardır: “II. Abdülhamid, Türk tarihinin en karanlık ve buhranlı zamanında, muazzam bir mesuliyeti üzerine alarak tahta oturdu... Mahvolmakta olan koca Osmanlı Devleti’ni fevkalade iyi idare etmekle kalmamış, onu yükseltmeye çalışmıştır.”

CUMHURİYET O’NA ÇOK ŞEY BORÇLU

Az önce de etraflıca ortaya koyduğumuz gibi Sultan Abdülhamid’in en büyük hizmet ve yatırımları eğitim, kültür, bilim, teknoloji, ulaşım ve iletişim sahasında olmuştur. Memleketin eğitim-kültür seviyesini yükselten, irfan hayatına vüsat kazandıran Abdülhamid Han’dır.

Abdülhamid’i tahtından indiren İttihatçılar bile onun kurduğu modern mekteplerden yetişmişlerdir. Değil yalnız Mutlakıyet, Meşrutiyet, hatta Cumhuriyet devrinde bile yetişen, yüksek makamlara ulaşan bilginler, eğitimciler, kumandanlar, siyasiler, mühendis, doktor, profesör ve hukukçular dâhi hep onun açtığı modern okullardan yetişmişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran siyasi ve askeri bürokratlar, Abdülhamid’in inşa ettirdiği okullarda eğitimlerini almışlardır. Bu manada, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını; yönetim şeklinin alt yapısının oluşması, siyasî-bürokratik kadronun yetişmesi, kullanılan müesseseler itibariyle II. Abdülhamid’e borçlu olduğunu savunmak yanlış olmaz.

Bu görüşü savunanların başında dünyaca ünlü tarihçilerden Prof. Dr. Kemal Karpat ve Prof. Bernard Lewis gelmektedir. Karpat’ın yaklaşımı şöyledir:

“Bugünkü Türkiye’yi kuracak temeller, Sultan Abdülhamid’in iktidar döneminde atılmıştır. Onun zamanında kurulan meslek okulları, ilkokul sisteminin yaygınlaşması, yapılan kara ve demiryolları, kurulan işletmeler ve daha birçok eser, Osmanlı Devleti’ne gerçek manada çağdaş medeniyeti getirmiştir. Bu, doğmakta olan Osmanlı-Müslüman milletinin maddi temelini oluşturmuştur ki, bu temel olmaksızın Cumhuriyet kurulamazdı.”

Abdülhamid, eğer İttihatçılar gibi devletin varlığı ve geleceği ile kumar oynayıp devlet gemisini batırmış olsaydı; Osmanlı’nın, 20. Yüzyılı bile göremeden daha 1880-1890’lı yıllarda, ani bir çöküşle tarih sahnesinden silinmesi kuvvetle muhtemeldi. Dolayısıyla “Türkiye Cumhuriyeti” adıyla onun yerini alacak yeni bir siyasî oluşumu meydana getirecek bir imkân ve toprak da kalmayabilirdi.

Bu gerçeği, Sultan Abdülhamid’in, Osmanlı donanmasını ıslah için görevlendirdiği İngiliz Amiral Henry F. Woods bile görüp takdir etmiş ve hatıralarında “Son Sultan’ın” koruyucu politikaları sayesinde devleti dağılmaktan nasıl kurtardığı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğmasına zemin hazırladığını şöyle ifade etmiştir:

“Abdülhamid olmasaydı, bu satırların yazıldığı şu anda ne bu kadar geniş ve bağımsız bir Osmanlı Devleti ve ne de ileride tarihçiler ve diğer devletler tarafından tanınacağına şüphe etmediğim, bugünkü, henüz yerine oturmamış Ankara Hükümeti bulunacaktı.”

Abdülhamid Han’ın, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne ve cumhuriyet kuşaklarına yaptığı en büyük iyilik şudur: Osmanlı Devleti’ni ayakta tutmaya ve toprak kayıplarını asgariye indirmeye azami gayret göstererek, sonraki dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir devlet kurmasına yarayacak sağlam bir zemin, imkân ve şerait bırakmıştır.

Bu yüzden cumhuriyet neslinin, aydın ve bürokrasi kesiminin Abdülhamid fobisinden kendisini azat etmesi, en azından daha objektif ve tutarlı bir bakış açısı geliştirmesi şarttır. Önyargılardan arınmalı, siyasi-ideolojik peşin hükümlerden kurtulmalı, karalama edebiyatından vazgeçmeli ve tarih ilminin öngördüğü disiplin çerçevesinde Abdülhamid ve dönemine yaklaşmayı artık bir itiyat haline getirmelidir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh