Ana içeriğe atla

Evet yanlış okumadınız Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmak için İngilizler’den izin almıştır.

Meclis’i Vahideddin mi açtırdı?

Padişahımız, kalbimiz size karşı sadakat ve bağlılık duygusu ile dolu olarak, tahtınızın etrafında her zamankinden daha sıkı bir sadakatle bağlanmış bulunuyoruz. Toplantısının ilk sözü padişahına bağlılık olan bu Meclis’in son sözünün de bundan ibaret olacağını yüce kapılarına en büyük ve alçak gönüllükle arz eder.

AHMET ANAPALI

Her şey, 30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Ateşkes antlaşması gereği, 15 Mayıs 1919 Perşembe günü İzmir’in Yunan askerleri tarafından işgali ile başladı. Mustafa Kemal Atatürk’ün hatıralarından ve Nutuk’tan anladığımız kadarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın paravan bir vazife ile Samsun’a çıkması ve bu vazifenin Padişah Mehmet Vahideddin Han tarafından bilinmesi ve devrin Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa tarafından onaylanması artık herkes tarafından bilinen bir hakikat…

İzmir’in işgalinden bir gün sonra, İngiliz deniz subayı John Bennett Godolphin tarafından verilen vizeyi cebine koyarak (Evet yanlış okumadınız Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmak için İngilizler’den izin almıştır.)

16 Mayıs 1916 da Bandırma vapuru ile Samsun’a doğru yola çıkan 9. Ordu müfettişi ve Padişah Vahideddin Han’ın Fahri Yaveri Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 pazartesi günü Samsun’a varır.

Sonra hepimizin bildiği gibi, Havza, peşinden 22 Haziranda Amasya, 23 Temmuzda Erzurum, 4 Eylülde Sivas kongreleri. Ve en nihayet, 23 Nisan 1920 günü geldiğinde Ankara… Günlerden Cumadır. Hacı Bayram veli Camii’nde kalabalık bir cemaat bulunmaktadır. Cuma Namazının kılınmasının ardından okunan Kur’an-ı Kerim, kesilen kurbanlar, Hatm-i Buhariler ve padişaha bağlılık yeminlerinin akabinde açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi…

Kalabalık, Meclis binasına giderken en önde yeşil örtülü bir rahlenin üstüne konmuş olan Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin Sakal-ı Saadet’ini başının üstünde taşıyan biri vardı. Okunan dualardan sonra mebuslar binaya girdiler. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açıldı.

Meclis o gün beş oturum yaptı. Beşinci oturumda Mustafa Kemal Paşa 110 oyla Meclis Başkanı seçildi. İkinci başkanlığa ise 109 oyla İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’da başkan olarak görev yapan ve İstanbul’un işgali üzerine Anadolu’ya geçen ve o an mecliste bulunan tüm mebusları toplantı için Ankara’da açılan meclise çağıran Celalettin Arif Bey seçildi.

Tarihler 25 Nisan 1920’yi gösterdiğinde Ankara Büyük Millet Meclisi’nde, altında Mustafa Kemal imzalı “düşman propagandalarına inanılmaması üzerine bir beyanname yayınlandı.” Bu beyannamenin önemli satırbaşları şöyleydi;

“ İngilizler tarafından satın alınan ve milleti birbirine düşürmek maksadını güden bazı hainler, sizi aldatmak için her türlü yalanı söylüyorlar. Ankara’da toplanan meclis, Padişah ve halife’yi düşman baskısından kurtarmak ve vatanın parçalanmasına engel olmak ve İstanbul’u yeniden ele geçirmek için uğraşıyor. Biz vekilleriniz (Allah ve Peygamber adına yemin ederiz ki) Padişah’a ve Halife’ye isyan sözü yalandır. İstediğimiz tek şey, Hindistan ve Mısır’ın başına gelen halden vatanımızı kurtarmaktır. Onun için İngiliz casuslarının uydurduklarına inanmayın. Allah’ın laneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun ve rahmet de tevfiki de Halife ve Padişahımızın, millet ve vatanımızı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın” denildi.

Meclis’in 26 Nisan’daki birleşiminin birinci oturumunda, Meclis’te uygulanacak iç tüzük konusu ele alındı. Üzerinde yapılan görüşmelerden sonra İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’da uygulanan iç tüzüğün bazı değişiklikler yapılarak aynen uygulanmasına karar verildi.

27 Nisan 1920’de, altında “Büyük Millet Meclisi emriyle Mustafa Kemal” imzasını taşıyan Padişah Sultan Vahideddin’e bir “Sadakat yazısı” gönderildi. Bu gayet uzun yazı’ya Paşa şu şekilde başlıyordu;

“…Büyük Padişahımız, Halife ve en kutsal Hakanımız, Efendimiz, İstanbul’un işgali ve bunu izleyen facialar üzerine durumu incelemek, Saltanatımızın hukukunu ve Millî istiklâlimizi savunmak ve sağlamak maksadıyla bu defa Ankara’da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu’nun düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle izinli kılınan milletvekilleri, oy birliği ile aldıkları karar sonunda bazı gerçekleri yüce kapınıza arz etmeyi, kendileri için bir sadakat ve kulluk görevi bilirler.

Padişahımız, kalbimiz size karşı sadakat ve bağlılık duygusu ile dolu olarak, tahtınızın etrafında her zamankinden daha sıkı bir sadakatle bağlanmış bulunuyoruz. Toplantısının ilk sözü padişahına bağlılık olan bu Meclis’in son sözünün de bundan ibaret olacağını yüce kapılarına en büyük ve alçak gönüllükle arz eder.

TBMM’nin Padişah’a bağlılık mesajları uzun bir süre devam etmiştir. Nitekim Eylül 1920’de kabul edilen 18 sayılı kanunun 1. maddesinde, “TBMM’nin gayesi Hilâfet ve Saltanat’ın, vatan ve milletin kurtulmasından ibarettir.” sözü, 18 Eylül 1920’de Meclis’te okunan hükümet programının birinci maddesinde de, “TBMM millî sınırlar içinde yaşama, bağımsız olma, Hilâfet ve Saltanatı kurtarma gayesiyle kurulmuştur” denildi. 8 Eylül tarihli Bütçe Kanunu’nun başında da, “Zat-ı Hazret-i Padişahî ve Hanedan-ı Saltanat”, bazı kanunlarda da, “Memalik-i Osmaniye” adı kullanıldı

27 Nisan 1920 açılışın 4. günüdür. Mecliste bir hareketlilik vardır. Meclis kürsüsünde meclis başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa şunları söyledi;

...Efendim resmi görüşmelere geçmeden bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Paşa hazretleri (Mareşal Fevzi Çakmak) Ankara’ya girmek üzereler. Eğer tensip buyurursanız meclisimizden bir heyet Fevzi paşa hazretlerini karşılamak üzere yola çıksın. (meclisten hep beraber karşılamaya gidelim sesleri) Mustafa Kemal, peki efendim o halde bütün meclis olarak hep beraber karşılamaya gidelim. Bu sebeple meclisi tatil ediyorum dedi. Ve hep beraber kendi ifadesi ile padişahın emri üzerine Ankara’ya gelen Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Mareşal Fevzi Çakmak’ı karşılamaya gittiler.

Meclis aynı gün öğleden sonra saat 16.00 da meclis başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında açıldı. İlk olarak söz alan Konya milletvekili Abdulhalim Çelebi Efendi, meclisteki milletvekillerinden oluşan bir heyetin İstanbul’a gidip hem padişaha bağlılıklarını bildirip hem de İstanbul’daki mevcut durumu gözlemlemesini teklif etti. Bunun üzerine Erzurum milletvekili Celalettin Arif bey;

“… Müsaade buyrulur mu efendim? Fevzi Paşa Hazretleri hadiselerin mahallinden teşrif etmişlerdir. Vakaları gözleri ile görmüşlerdir. Yaşadıklarını lütfen bizimle paylaşsınlar. “

İstanbul’a gitme işini bilahare görüşürüz” dedi. Bu arada, Mustafa Kemal Paşa’nın odasında istirahat eden Harbiye Nazırı Fevzi Paşa, meclis görüşmelerinin yapıldığı yere girdi. Alkışlar eşliğinde kürsüye çıktı. Ve Hemen hemen hiç kimsenin bilmediği şu tarihi konuşmasını yaptı;

“Sevgili mebus arkadaşlar; Söze başlarken İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın hür muhitine geldiğimden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ederim. (Şiddetli alkışlar) Ve beni böyle karşılayan sizlere de teşekkür ederim. Efendiler, gerek padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beşyüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felaketzedelerdeniz.

İstanbul’un işgal edildiği gece İngilizler arabalarla, İstanbul’a Üsküdar ve Beyoğlu’na bahriye askerleri çıkartarak tüm ehemmiyetli yerleri tuttular. Şehzadebaşı’ndaki yatakhanelerinde uyuyan bir askeri birliği taradı. Canlı kalan askerleri dışarıda halkın gözü önünde öldürdü. (Meclisteki milletvekillerinden kahrolsunlar sedaları)

O sırada İngilizler, Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler. Göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir harbiye nazırı, İstanbul’un hür ve makam-ı hilafet olmak meziyetini kaybettiğini görmüş ve bakan olmak sıfatı ile çok üzülmüştüm.

Bu konuda derhal sadrazama (başbakana) malumat verdim. Bakanlar Kurulunun toplanması emrini verdi. Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından nefret dolu bakışları altında katılmak üzere Bakanlık binasından çıktım. (Kahrolsunlar sadaları) Hükümet de askerlerimizin şehit olması noktasında lazım gelen protestoyu yazmada geç kalmadı. Bir gün sonra Padişahımız efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim.

Yozgat milletvekili İsmail Fazıl Paşa sordu; “Hangi camiye paşam?”

Fevzi Paşa (devamla)

“…Beşiktaş Yıldız’da Hamidiye Camii’ne efendim. Namazdan evvel padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalâde üzgün bir halde bulunuyorlardı. Bana dediler ki;

…Ben bugün böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum. Fakat halife olmam veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dini mükellefiyet. 50 yıllık bir yıkımın enkazı altında kalmak ta bana çok ağır geliyor. Bu enkazın altında ezildik. Diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Ertesi hafta padişahımız beni Cuma selamlığında tekrar karşıladı ve buyurdu ki, “PAŞAM AMAN ANADOLU İLE İRTiBATI TEMİN EDİNİZ”. Ben de dedim ki efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor. Bu sözüm üzerine zat-ı şahane bana;

“…Olsun siz sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz” buyurdular.

Arkadaşlar İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuva-yı Milliye’yi inkar ve reddetmemizi istediler.Biz bunu kabul edemedik ve etmedik de… Çünkü Kuva-yı Milliye’yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmek demektir. Biz bunun farkındaydık. Sonra dediler ki, siz ve padişahınız Kuva-yı Milliye’yi reddetmezseniz bütün yolları keseceğiz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan Ermeni ve Rum halka buğday verir. Türk halkını açlığa terk ederiz. Hükümet olarak biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu harekatı ve Kuva-yı Milliye aleyhinde en küçük bir söz söylemedik. Zinhar söyleyemezdik.(meclisten kahrolsunlar sedaları)

PADİŞAHIMIZ ANKARA’NIN ZAFERLERİYLE SEVİNİP, BAŞARISIZLIKLARI İLE HÜZÜNLENMEKTEYDİ.

O sıralarda hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla tehditle o mahut fetvayı aldılar. (Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoruyla alınmış ve İslam sinesinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır.

Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm meclisten şüphesiz sedası yükselir.)

Konya Milletvekili Refik Bey; “Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur” demiştir.

İstanbul’dan padişahın telkin ve emirleriyle Ankara’ya geçen Fevzi Çakmak sözlerini bitirerek coşkun bir alkış tufanı altında kürsüden inmiştir.

PADİŞAH SULTAN MEHMET VAHİDEDDİN HAN, HARBİYE NAZIRI MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK PAŞA’YA HİTABEN;

“…GİT, SEN DE ANKARA’YA GİT… BURADA YAPILACAK BİR İŞ KALMAMIŞTIR” şeklinde hitap etmiştir.

Bunun üzerine Harbiye nazırı 26 nisan 1920 günü İstanbul’dan gizlice çıkmış ve 27 Nisan 1920 günü Ankara’ya ulaşmıştır.

Gerçek ve bilimsel bir tarih anlayışına kavuştuğumuz güne selam olsun…



Hakkında ölüm fermanı imzalanan Mustafa Kemal Paşa, ne tuhaftır ki, İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’da Erzurum Milletvekili olarak seçilir. Düşünsenize Saray ve Hükümet tarafından askerlikten atılmış ve dahası hakkında idam fermanı düzenlenmiş isyankâr eski bir paşa, İstanbul’da Padişah’ın hemen yanındaki mecliste milletvekili oluyor. Bu durum bizlere öğretilen klasik İnkîlap Tarihi bilgisi içerisinde nereye konabilir?... Üstelik bu duruma ne Mustafa Kemal Paşa şaşırıyor, ne de başka bir kişi… Okuyucu olarak siz, kendinizi bir an Mustafa Kemal Paşa’nın yerine koyun. Sizi Ordudaki mesleğinizden atan daha sonra bununla da yetinmeyip hakkınızda İdam fermanı düzenleyen bir padişah ve hükümet sizi bütün bunlar olmamış gibi bir de meclis’te milletvekilliği koltuğuna oturtuyor. Ya da sizi milletvekili seçen Erzurum halkının seçimini, “o seçtiğiniz isyankâr bir asidir, onu seçemezsiniz” deyip seçimi iptal etmiyor. Siz de bu duruma şaşırmıyorsunuz ama İstanbul’daki görüşmelere katılmamak için de rapor alıyorsunuz. Bu çok garip bir durum değil mi?...

KAYNAKLAR:

1 – ŞAHBABA, MURAT BARDAKÇI, GRİ YAYINLARI, 4. BASKI, SAYFA; 635-636-637

2 – SON İMPARATOR VAHDETTİN, KARAKUTU YAYINLARI, 3. BASKI, TİMUÇİN MERT, SAYFA; 106–107–108–109–110

3 – VAHDEDDİN’DEN MUSTAFA KEMAL’E, TÜRK EDEBİYATI VAKFI YAYINLARI, 3. BASKI, İLHAN BARDAKÇI, SAYFA; 58-59-60-61-62-63

4 – BELGELERLE MUSTAFA KEMAL VE VAHDETTİN, MOR KALEM YAYINLARI, 1. BASKI, HANRİ BENAZUS, SAYFA; 99-100-101-102-103

5 – VAHDETTİN HAİN Mİ?, LAMURE YAYINLARI, 1. BASKI, İSMAİL ÇOLAK, SAYFA; 45-46-47-48

6 – GÖRÜP İŞİTTİKLERİM, TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI, 3. BASKI, ALİ FUAT TÜRKGELDİ, 182-183-184-185

7 – T.B.M.M. ARŞİVİ ZABT-I CERİDE SAYFA 90-91-92-93

8- TBMM ZABIT CERİDESİ, D;1, C;1, Sf; 60.

9- FAHRİ BELEN, TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI, SF; 171-172

Ahmet ANAPALI - MİLLİ GAZETE



http://gercektarihdeposu.blogspot.com
Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmak için İngilizler’den izin almıştır.
http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh