Ana içeriğe atla

Vahdettin İngiliz Uşağı mıydı? 52 Farklı Kaynak " tam bir temel kaynak "

52 Farklı Kaynak  Vahdettin İngiliz Uşağı mıydı?


Son Pâdişah Sultan Vahdeddin'in İngilizler ve Mustafa Kemal Paşa ile olan; bıçak sırtındaki iki ucu da sivri hassas ilişkilerinden hareket ederek; Millî Mücadele'ye ve vatanın bağımsızlığını yeniden kazanmasına karşı olup, topraklarımızı İngiliz mandasına sokmak maksadıyla onlarla işbirliği yaparak satmaya kalkıştığı ve hâsılı 'hâin' olduğu iddiaları hâlâ durulmuş ve tarihteki asıl mecrasına bir türlü oturmuş değildir. Meselenin perde arkasındaki tarihî hakikat nedir? İşte, zihnî karmaşa ve bulanıklığa sebep olan sorular ve cevapları:


1-İşgâllere Tepki Göstermedi mi?

Vahdeddin, Mütârekenin felâketli günlerinde şahsını korumak için bırakılan taburu Ayasofya'ya göndererek şu emri vermiştir: "Aziz İstanbul'un fethinin sembolü Ayasofya'ya çan takmak isteyenlere ateş ediniz!"[1] İzmir'in işgâl edilmesi üzerine ise, kaynakların belirttiğine göre, hüngür hüngür ağlamış ve Sadrazam ve Dâhiliye Nazırına tâlimat vererek, hangi saatte olursa olsun gelişmelerden haberdar edilmesini istemiştir.[2] Pâdişah, yüreğini ızdıraptan sarsan ve derinden yaralayan[3] bu hâdisenin tesiriyle; hiç çekinmeden Beykoz'daki köşkünü, katledilen Müslümanların yetim çocuklarına hasretmiştir.[4] İşgâlden sonra saraya gelen İzmir Müdâfâ-i Hukuk Heyeti'nden bir grubu, şu sözlerle teselli etmiştir: "İzmir vatanımızın bölünmez bir parçasıdır. Yurtseverlik duygularıyla dolu ve gerçek yaşama azmi içinde olan bir milletin yaşama ve varolma emellerini hiçbir kuvvet yok edemez!.."[5]

2-İngiliz Baskısına Direnmedi mi?

Pâyitahttaki İngiliz baskısının şiddeti hakkında pâdişah, şu açıklamayı yapmıştır: "Îtilaf Devletleri pek amansız. Gece gündüz ne çektiğimi bir Allah bilir bir de ben bilirim... Fikirlerini söylemek değil, açıktan açığa dayatıyorlar. Ben meşrûtî bir hükümdar olduğum hâlde gûyâ mutlak bir hükümdar imişim gibi davranıyorlar... İstiklâlimizi kurtarmak için mecbûren bu hâllere katlanıyoruz... Ben milletin ateşli külü üzerine oturdum. Saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim. Bunlardan kimseye bahsedilmiyor; millete de mâlûmat verilmiyor. Elbette bir gün tarih bu hakîkatleri yazar..."[6] Bir başka seferinde de, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya, boğaza demirlemiş düşman gemilerini işaret ederek, içini şöyle dökmüştür: "Fenâ oluyorum! Pencereden dışarı bakamaz oldum. Bunları görmeye dayanamıyorum!.."[7] Zaman gücünün yettiği ve şartların elverdiği durumlarda işgâl güçlerine karşı tepki göstermiyor; tavrını ortaya koymuyor da değildi. Meselâ, Meclis-i Mebusan'da ilk ve son olarak yaptığı konuşmada, mebuslar üzerinde büyük heyecan doğuran şu sözleri sarfetmiştir: "Şer-i Şerife ve Kânûn-i Esâsi hükümlerine riâyet ve vatan ve millete sadâkat edeceğime ben yemin ettiğim gibi sizden de yemin talep ederim."[8] Diğer taraftan, I. Dünya Savaşı'nda İngilizlere karşı suç işledikleri iddiasıyla yargılanan, çoğu İttihatçı pek çok Türk'ün aldıkları cezaların az görülüp, arttırılması yönünde kanun tasarısı çıkarılması için yapılan yoğun baskılar esnasında da Vahdeddin, sert tepki göstermiş ve bunu şöyle dile getirmiştir: "Bu Kânun-i Esâsi'ye aykırıdır. Kânun-i Esâsi hiçbir sebep ve bahâneyle ihlâl edilemez. Ben bunu imza edemem!"[9]

3-Gerçekten İngiliz Yanlısı mıydı?

Vahdeddin, bir taraftan İngilizlerin dostluğunu elde etmeye çalışırken bir taraftan da gizliden gizliye Millî Mücadele'yi desteklemeye gayret ediyordu. Aslında, Vahdeddin'in İngilizci görünme ve onlara yanaşma siyaseti, tamamen kurnazlıktan ileri geliyordu. Hattâ, İngilizler bile onun bu siyasetini fırsatçı olarak değerlendirmiştir.[10] Pâdişahın, İngilizlerle çeşitli yollardan yakınlaşma çabası olmuş; fakat bunların hiçbiri sonuç vermemiştir.[11] Gizli İngiliz belgelerinden öğrenildiğine göre, himâye talep eden başvurulara İngiliz makamları kulak tıkamıştır.[12] Şu hâlde, Vahdeddin samimi olarak İngilizci bir politika izlemiş ve Anadolu'yu İngiliz mandasına sokmak için işbirliği yapmış ise; bu neden sonuç vermemiş ve Anadolu'nun kolayca elde edilebileceği bu büyük fırsat ve dâvet geri tepilmiştir? İşin ilginç tarafı, Anadolu'ya geçmeden önce Mustafa Kemal Paşa bile, İngilizlerle görüşmeye ve onların dostluk ve îtimadını kazanmaya çalışmamış mıydı? O hâlde, Mustafa Kemal'e de mi İngilizci dememiz gerekiyor? İşte, Mustafa Kemal Paşa'nın, İngiliz Daily Mail Gazetesi muhabiri G. Ward Price kanalıyla, İngiliz makamlarına yaptığı teklifin can alıcı noktası: "...Orada (Anadolu) bu topraklar üzerindeki bir İngiltere idâresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerekir. Eğer İngilizler, Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa; İngiliz idâresinde bulunan tecrübeli Türk vâlileri ile çalışmak ihtiyacı duyacaklardır. Böyle bir salahiyet dâhilinde, hizmetlerimi arz edebileceğim münâsip bir yerin mevcut olup olmadığını bilmek isterim." İngilizler bu teklifi ciddiye dâhi almamışlardır.[13]

4-Bağımsızlık Savaşını O Başlatmadı mı?

Mustafa Kemal'in 19 Mayıstaki hareketi; her şeyi önceden planlanmış-programlanmış; tamamen pâdişah Vahdeddin'in emri, irâdesi ve yardımıyla gerçekleşmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele'yi başlatması için 9. Ordu Müfettişi kılıfı altında tevdî edilmiş, gizli ve önemli bir görevin îfâsı amacıyla Anadolu'ya gönderilmiştir. Bunun en büyük ispatı, Mustafa Kemal'in Samsun'a hareket etmeden evvel son defâ ziyaret ettiği Pâdişah'ın kendisine söylediği ve artık resmî ve ilmî pek çok eserde geçen sözleridir. Bunu bizzat Mustafa Kemal'in kendi ağzından aktaralım: "Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahdeddin ile diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi'ne doğru açılan penceresinden gördüğüm manzara şu: Birbirine muvâzi hatlar üzerinde düşman zırhlıları. Bordolarındaki topları sanki Yıldız Sarayı'na doğrulmuş. Manzarayı görmek için oturduğunuz yerden başınızı sağa sola çevirmek kâfi geliyor. Vahdeddin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: "Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin; bunların hepsi artık şu kitaba geçmiştir. (Elini demin bahsettiğim kitaba bastı ve devam etti.) Tarihe geçmiştir." O zaman bu kitabın tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkat ve sükun ile dinliyordum: "Bunları unutun; asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir... Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!." "Hakkımdaki teveccüh ve îtimâda arzı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz." "Muvaffak ol!" hitâbı şahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çıktım."[14]

5-Millî Mücadele'ye Duyarlı Değil miydi?

Son Osmanlı Mebusan Meclisi toplandıktan sonra bir ara, Vahdeddin, Mustafa Kemal Paşa'nın yakın arkadaşı Mazhar Müfit Kansu'yu kabûl ederek, ona şöyle hitap etmiştir: "Kuvâ-yı Milliye benim saltanat tâcımın pırlantalarıdır!"[15] 6 Eylül 1919'da İngiliz Morning Post Gazetesi'ne de, şu demeci vermiştir: "Memleketimin halkı nâmusunu, hayatını ve evini kurtarmak için pençeleşmeye hazırdır!."[16] American Associated Prces'e verdiği demeçte ise, bağımsız bir Türk Devleti'ni arzuladığını şöyle belirtmiştir: "Ümidim medenî bir Türkiye'dir... Doğu barışı ancak Türkiye bağımsız kalmak şartıyla muhafaza edilebilir. Halkımıza genel tahsil ve terbiyeyi, yâni refah ve saâdetin yollarını temin edebiliriz. Yeni Türkiye'ye onun yeniden doğuşuna ve sosyal kalkınmasına samîmiyetle inanabiliriz. Yeniden bir an evvel Türkiye doğuda huzur ve sükûnun refah ve saâdetin mihenk noktası olacaktır."[17] Belgelerle sâbittir ki, Vahdeddin; Mustafa Kemal ve çevresindekilerin "cumhuriyet getirme" amacını bildiği hâlde, vatanın selâmeti ve bağımsızlığı için Milli Mücadele'yi desteklemekten vazgeçmemiştir. Bazen yoğun baskılar sebebiyle Mustafa Kemal ve arkadaşları aleyhindeki idam kararlarını onaylamak zorunda kalmıştır. Zâten, mahkemeler de bu kararları, yakalandıklarında bir kez daha yargılanmak kaydıyla almışlardır.[18] Aynı zamanda Vahdeddin, saâdetten muvazenesini kaybettirecek kadar zâtına te'sir eden[19] Büyük Zafer'in gerçekleşmesi ve İzmir'in Yunan işgâlinden kurtarılmasından sonra, İstanbul'da başlayan şenlikler münasebetiyle, Yıldız Sarayı ve diğer sarayların da muzafferiyet şerefine donatılmasını istemişti.[20]

6-Anadolu'ya Geçebilir miydi?

Bâzı kaynaklar Sultan Vahdeddin'in İstanbul'un işgâliyle, Anadolu'ya geçebilme ve Millî Mücâdele Hareketi'ne katılabilme fırsatının zuhûr ettiğini ileri sürmektedir. Özellikle, Vahdeddin'in Millî Mücâdele aleyhinde ve İngilizlerle işbirliği içerisinde olduğunu iddiâ edenlerin, tezlerinin haklılığını pekiştirmek için gerekçe gösterdikleri unsurlardan biri de; elinde imkân varken ve şartlar da elverişli iken; Anadolu'ya hareket etmediğidir. Sabahattin Selek'in bu konudaki görüşleri şu merkezdedir: "İstanbul'un işgâline ve hattâ bir süre sonraya kadar, Vahdeddin'in elinde tahtını kurtaracak büyük bir fırsat vardı: Anadolu'ya geçmek. Eğer bunu yapabilseydi; Mustafa Kemal Paşa, Zât-ı Şahâne'nin nihâyet bir sadrazamı olurdu."[21] Aynı hususta, Mikusch'un yorumu ise şu çerçevededir: "Tam bu sırada Anadolu'ya kaçsa, millî hareketin başına geçseydi; Mustafa Kemal, cumhuriyet kurma amacını biraz zor gerçekleştirebilirdi. Peygamber'in Vekili, Allah'ın yeryüzündeki gölgesiydi; bu sıfatlara sâhip olmak ise, geniş Müslüman kitlesi için henüz boş kavramlar hâline gelmemişti. Aksine inançla benimsenmiş olgulardı."[22] İngiliz yetkililer de; "Şâyet Sultan Anadolu'ya geçecek olursa millî partinin lideri olacaktır; millî ordunun başına geçecek ve sonsuz karışıklıklara yol açacaktır"[23] tespitinde bulunmalarına rağmen; Sultan Vahdeddin Anadolu'ya geçme niyetinde olmamıştır. Zîrâ, bir kısım kaynaklarda da belirtildiğine göre; İtilaf Devletleri'nin sürekli biçimde; pâyitahtın, devletin ve hilâfetin lağvedileceği istikâmetindeki, hakîkaten de fevkalâde caydırıcı tazyiklerin te'sirinin, Sultanın bu tavrında belirleyici olduğu kuvvetle muhtemeldir.[24]

7-Uydurma Fetvâ'da Parmağı Var mı?

İstanbul Hükûmeti aracılığıyla Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi'ye düşmanların dayatmasıyla hazırlattırılan[25] fetvâlar hakkında; bizzat Pâdişâhın arzu ve irâdesiyle çıktığını iddiâ edenlerin yanı sıra,[26] İngilizlerin baskı ve zorlamasıyla yayınlandığını ileri sürenler de olmuştur.[27] Mustafa Kemal Paşa dâhi, pâdişah ve hilâfet merkezinin tazyikât altında bulunduğu gerçeğine şu şekilde parmak basmıştır: "Din merkezi; yâni saltanat ve halîfelik merkezi denince akla İstanbul gelir. İstanbul ise, resmen ve fiilen düşman işgâli altındadır. Bugün İstanbul demekle Londra demek arasında hiçbir fark yoktur. Ne yazık ki, bütün İslâm Âlemi'nin bağlı olduğu halîfe ve ulu cedlerimizin bize yâdigârı olan pâdişâhımız, kutsal halîfemiz efendimiz hazretleri Cuma Namazı'na giderken kendilerini koruyan birlik İslâm askeri değil, İngiliz askeridir."[28] Sultan Vahdeddin'in, irâdesine gem vurulmuş bir ahval içerisinde bulunduğunun idrâkinde olan Mustafa Kemal Paşa, düşman baskısı sonucunda verilen bir fetvânın geçersizliğini ve öncelikli meselelerinin başında Müslümanların Halifesi'ni esâretten kurtarmanın geldiğini şu sözlerle dile getirmiştir: "İslâm Halîfesi'nin de bundan başka bir şey düşünmesine imkân olacağını zannedebilir misiniz? Ben şahsen bunun hilafına hiçbir şey düşünemem. Hilafını Padişahın ağzından işitsem dâhi bunun mutlakâ bir zorlama netîcesi olduğuna hükmederim... Daha dün okuduğum uydurma fetvâyı hepiniz bilmektesiniz. Bu fetvâyı tamâmen hür olan bir halîfe verdirir mi?"[29]

8-Yurdu Terkederken Neden İngiliz Zırhlısına Bindi?

Niçin İngilizlere ilticâ ettiği ve onların tavassutuyla hizmetine sunulan bir zırhlıyla vatanı terkettiğine gelince; bir kere İstanbul İngilizlerin işgâli altındaydı ve onların haberi olmadan izinsiz bir şekilde ayrılmasına imkân yoktu. Her şeyden önemlisi de, deniz yolundan ve İngiliz gemilerini kullanmaktan daha başka emniyetli bir vâsıta o devrin şartlarında mevcut değildi. Nitekim, İstiklâl Harbi yıllarında Ankara Hükûmeti'nin çeşitli münâsebetlerle Avrupa'ya gönderdiği mümessiller, Londra'ya gönderdiği murahhaslar da, hep İtalyan ve Fransız torpidolarıyla gidip geliyorlardı. Dahası bu sıralarda biz, İtalya ve Fransa ile tıpkı İngiltere'yle olduğu gibi kanlı bıçaklı düşmandık. Bundan bir müddet sonra vatan topraklarından resmen sürdüğümüz, bütün hânedan mensuplarını dâhi yurt dışına Türk nakil vâsıtaları değil; yabancı gemiler götürmüştür.[30] Dolayısıyla, ülkeden ayrılırken Vahdeddin'in bir İngiliz zırhlısını kullanmış bulunması, hâin ve İngilizlerin adamı olduğu yargısını destekleyici bir delil teşkil etmemektedir. Öyle olsaydı, Hicaz'da iken; Filistin, Kıbrıs veya Mısır'da ikâmet etme doğrultusundaki ısrarlı taleplerini, kolonilerin güvenliğini bahane edip; Sömürgeler ve Hâriciye Nâzırlığı vâsıtasıyla resmen reddetmez ve onun için "arzu edilmeyen insan" tâbirini sarfetmezlerdi. Hattâ, Ankara ile düzelen münâsebetleri bozacak ve genç cumhûriyeti tehdit edecek bir hareketten kaçındıklarını net bir şekilde dışa vurmazlardı.[31] O hâlde, Vahdeddin İngilizlere başvurmak ve bir İngiliz zırhlısıyla İstanbul'dan ayrılmakla; onlara minnet borçlu olmasından ötürü diyet mi ödemesi gerekmiştir? Yoksa İngilizler, onu ellerinin altında tutmakla, sömürgelerdeki Müslümanlardan yükselen tepkileri yatıştırmak ve Ankara Hükûmeti'ne karşı âcil durumlarda devreye sokabilecekleri caydırıcı bir koz olarak işletmekle mi, bu diyeti ödeteceklerdi? Deliller açıkça ispatlamaktadır ki, Vahdeddin gurbet hayatında, İngilizlerin câzip tekliflerine ve kirli emellerine hiçbir zaman kanmayacak ve âlet olmayacaktır.[32]

9-Gurbetteki Tavrı Nasıldı?

Sultan Vahdeddin, İtalya'daki Villa Manolya köşkünde, Türkiye'yle ilgili bütün siyasî gelişmeleri büyük bir heyecan ve dikkatle tâkip etmekten geri kalmamıştır. Meselâ, Lozan müzâkereleriyle alâkalı hiçbir enstanteneyi gözden kaçırmamıştır. Konferansa, Türkiye'yi temsîlen İsmet Paşa'nın gönderilmesini şu şekilde tenkit etmiştir: "Biz böyleyizdir işte. Bir işe iyi başlar ve sonunda berbat ederiz. Düvel-i Muazzama'nın en mahâretli ve muktedir diplomatlarının karşısına bir cephe kumandanı ile çıkmak ne büyük gaflettir."[33] Bilhassa da, Lozan'ın ilk kısmının başarısızlıkla bitmesi üzerine sarfettiği üzüntü dolu sözleri, Matmazel Norovina şâhid olarak şu şekilde aktarmaktadır: "Vatanıma bir sulhu bile çok görüyorlar. Ama artık Sevr Antlaşması'nın üzerinde duramazlar. Keşke inkıta' olmasa ve bu iş bitse idi."[34] Norovina'nın anılarında geçen, Lozan ile alâkalı bir başka çarpıcı kesit ise şöyledir: "Günlerden bir gün İtalya'da Dışişleri Müsteşarlığı'na gelmiş olan Kont Sforza, Villa Manolya'yı ziyâret eder. Vahdeddin Kont Sforza'dan, Lozan Konferansı ve Türkiye'deki son genel durum hakkında bilgi almak amacındadır. Sforza: "Bu iş burada bitmiştir Majeste. İngiltere ve Fransa ne kadar engel çıkarırlarsa çıkarsınlar yeni Türkiye, dünya savaşının bütün yaralarını saracak bir başarıya ulaşacaktır" dediği vakit, Vahdeddin'in nasıl rahatladığını yakından hissettim."[35] Dördüncü Kadınefendi Nevzad Vahdeddin ise hatıratında, Lozan'ı büyük bir müjde olarak karşıladığından bahsetmektedir.[36] Şeyh Sait İsyanı'nda ise, İngilizlerin, hilafet sıfatından faydalanmak yönündeki, geri çevrilmesi imkânsız zannettikleri taleplerine Vahdeddin, hiç yüz vermemiş ve bu konudaki duyarlılığını Ömer Yaver Paşa'ya şöyle ifâde etmiştir: "Şarktaki isyan milletimin başına dert olmamalı. Herhalde bastıracaklardır. Sırası mı şimdi?"[37]

10-Vahdeddin'in Nefsi Müdâfâsı

İlerlemiş yaşında (57) tahta geçmesinin sebebini Vahdeddin, şöyle açıklamıştır: "Ben devlet ve memleketine bir hizmet etmek ümidinde bulunmasaydım Çengel Köyü'ndeki köşkümde rahat rahat otururken bu ağır sorumluluğu kabûl etmezdim. Bu yaştan sonra mezarıma Pâdişah yazdırmak hevesinde değilim!."[38] 21 Aralık 1918'de Başkâtibi Ali Fuat (Türkgeldi), yurdun değişik yerlerinden gelen telgrafları okuyunca, pâdişah çok hüzünlenerek şöyle demiştir: "Dün siz Beylerbeyi Sarayı'nın Îtilaf Devletleri askerince işgâlinden dolayı ağlıyordunuz. Bugün de ben ağlıyorum ne yapayım?.. Buna ne insan kuvveti ne de peygamber kuvveti dayanır... Ancak ilâhî kuvvet dayanır!"[39] İkâmet ettiği Yıldız Sarayı'nın bir elektrik arızasından dolayı yanmaya başlaması üzerine de şunları söylemiştir: "Benim milletimin ocağı yanıyor. Ben onu düşünüyorum. Kendi evim yanmış ne ehemmiyeti var!."[40] Başka bir vesîle de, Sadrazam Ali Rıza Paşa'ya, o hicranlı zamanlarla ilgili hissiyâtını şöyle aktarmıştır: "Paşa, Ankara'da bizim kadar çâresiz. Bu felâkete dûçâr olabilmek için nasıl bir suç işledik? Gittikçe parçalanıyoruz. Parçalıyorlar bizi. Anadolu'daki paşalarla tek vücut hareket edebilsek.. Ah!.. Paşa, neden bu kadar çâresiz kaldık, neden?.."[41] Mediha Sultanzâde Sami Bey'in hâlen Londra'da ikâmet eden oğlu Rükneddin Sâmi Bey'in naklettiği, Vahdeddin'in San Remo'da bir sohbet esnâsında yakınlarına sarfettiği sözler ise şöyledir: "Biz devlet ve milleti koruyan bir paratonerdik. Bir gün geldi, devlet ve milletin varlığına yıldırım düşecek oldu. Onu biz üzerimize çektik. Biz yandık, fakat devlet ve millet kurtuldu. Mühim olan da buydu. Ben netîceden yine de memnûnum..."[42] Bir defâsında da, söz Türkiye'ye dönüp, Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya gönderdiği acı gerçeğine gelince, kelimesi kelimesine şunları söylemiştir: "Biz yandık amma, onu Anadolu'ya göndermekle vatanı kurtardık!" Burada derin bir iç çekerek sözlerine şöyle devam etmiştir: "Mustafa Kemal bunu bana yapamaz, Mustafa Kemal bunu bana yapamaz!"[43] Kendisi hakkında nihaî hükmü ise şöyle vermiştir: "Bizim hânedânımıza her türlüsü gelmiştir; sarhoşu gelmiştir, delisi gelmiştir, zâlimi gelmiştir, aptalı gelmiştir; fakat dinsizi aslâ gelmemiştir"[44] Vahdeddin'in tarihçilere olan vasiyetnâmesi de şudur: "Ben, Hânedân-ı Âli Osmanı ve kendimi tarihe terkeyledim. Elbette nâmuslu tarihşinaslar çıkacak ve kendilerini hiçbir vesâikten mahrum etmediğimi görerek hakkımda hükme varacaklardır."[45]

11-Hüküm: Hâin Değil!

Mareşal Fevzi Çakmak: "Ben Vahdeddin'i vatan hâini kabûl edemem!"[46] Falih Rıfkı Atay: "Şüphesiz Pâdişah da Damad Ferid de birer hâin değildir."[47] İngiliz yüksek komiseri Sir John de Robeck'in siyasî yardımcısı Harr Luke: "Pâdişah ile Damad Ferit, Mustafa Kemal ve taraftarlarından daha az vatansever değildirler."[48] Alman Tarihçi Eric Jan Zürcher: "Vahdeddin ve Damad Ferit Paşa vatansever kişilerdir."[49]
Refet Bele: "Şu, İtalya'da sürünen Vahdeddin'in encâmına bak! Bu tâlihsiz hükümdar vatanını kurtarmak için elinden geleni yapmış amma sonunda kimseye yaranamamış olmak şöyle dursun, ismi vatan hâinine çıkarılmış bir bedbahttır. Ben onun, Mustafa Kemal'i bu işe sevk ve teşvik eden tek adam olduğunu yakından biliyorum. Elbette bu hakîkat bir gün tarihe intikâl edecektir."[50]
Tarihçi Reşat Ekrem Koçu: "Mâzileri çok temiz olan ve memleketleri felâket bataklığına düştükten sonra işbaşına geçen, ağır sorumluluklar yüklenen, yenik milletlere daha fazla çiğnetmemek için nefret edilen, gâlip düşmanlara dostça el uzatmak durumunda kalan o kara bahtlı insanlar milletlerin tarihlerinde sigorta lambalarına benzerler. Kendilerinin yanması vatan ve milletlerinin kurtulmasını te'min eder!.."[51]
Tarihçi Kadir Mısıroğlu: "Onların gurbette bin bir mahrumiyet içinde geçen elli yıllık sürgün devrelerinde, Türk Devleti ve Milleti aleyhinde herhangi bir beyan veya faaliyette bulunduklarına dâir hiçbir iddiâya rastlanmaz... Vatan hâini olmuş olsaydılar tekrar vatanlarına kavuşmak için bir çok ısrarlı mürâcaat ve talepleri olur muydu?"[52]
Son Söz
Bütün bu gerçekleri kâle almayıp, artık tarihe intikâl etmiş bu şahsiyete, hâlâ "hâin" deme kolaycılığını sürdürmek; tarihle, ilimle ve iz'ânla hiçbir ölçüde bağdaşmamaktadır. Yetmiş küsur yıldan beridir zihnimizde heyulalaştırdığımız tabularla kendimizi ürkütmekten artık vazgeçmeliyiz. Peşin hükümler ve şartlanmışlıklardan gıranitleşen inadımızı kırabilme medenî tavrını gösterebilmeliyiz. Senelerdir bilinç altımıza musallat olan; tarihi ve tarihî şahsiyetleri karalama illetinden kurtulmalıyız. Yerme ve methetme edebiyatını, sun'î paradigmalar îmâl etme alışkanlığını terkedip, tarihi hakîkatlerle yüzleşmeliyiz. Sultan Vahdeddin'in, tarihte hak ettiği mevkîyi almasına müsaâde etmeliyiz. Unutmamalıyız ki, bu devletin bekâsı; kimilerin hâin, kimilerin de kahraman olmasıyla kâim değildir.

KAYNAKLAR:

[1] Kadir Mısıroğlu, Sarıklı Mücahitler, İst.1992, s.109.
[2] Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ank.1984, s.209.
[3] Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev: Cemal Köprülü, Ank.1986, s.82.
[4] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C.2, Ank.1988, s.224.
[5] Lütfi Bey, Osmanlı Sarayının Son Günleri, İst.(tarihsiz), s.486; Jaeschke,Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, c.1, Ank.1989, s.22; Sarıhan, age, C.1, s.177.
[6] Türkgeldi, age, s.182-183.
[7] Lord Kinross, Atatürk, Türkçesi: Ayhan Tezel, İst.1981, s.221.
[8] Türkgeldi, age, s.150.
[9] Age, s.186-187; Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Yay.Haz: Cemal Kutay, İst.1980, s.272; Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İst.1976, s.175-176.
[10] Akşin, age, s.599
[11] Age, s.144-150.
[12] Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadoluda (1919-1921), C.1, Ank.1981, s.7.
[13] Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, s.98; Kinross, age, s.231; Akşin, age, s.132-133.
[14] Falih Rıfkı Atay, Atatürkün Bana Anlattıkları, İst.1955, s.124-125; Atay, Çankaya, İst.1980, s.173-174; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ank.1983, s.66; Naşit Hakkı Uluğ, Siyasi Yönleriyle Kurtuluş Savaşı, İst.1973, s.51-53.
[15] Mazhar Müfit Kansu, Erzurumdan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber, C.2, Ank.1988, s.938.
[16] Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, c.2, s.96.
[17] Age, s.81.
[18] Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C.1, s.193
[19] Ayrıntılı bilgi için bkz. Kinross, age, c.2, s.530.
[20] Kinross, age, s.529; Yılmaz Çetiner, Son Padişah Vahdeddin, İst.1993, s.254,258.
[21] Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, c.1, İst.1987, s.52.
[22] D.Von Mikusch, Gazi Mustafa Kemal Asya ve Avrupa Arasındaki Adam,İst.1981, s.241.
[23]Jaeschke, Kurtuluş Savaşı'yla İlgili İngiliz Belgeleri, s.149.
[24] Bardakçı, age, s.68-71.
[25] Belen, age, s.162; Jaeschke, age, s.153; Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C.1, İzmir 1984, s.369-370.
[26] Celal Bayar, Atatürk'ten Hatıralar, İst.1955, s.46; Kinross, age, s.334; Paul Dumont, Mustafa Kemal, Terc: Zeki Çelikkol, Ank.1994, s.50-51.
[27] Yunus Nadi, I.TBMM'nin Açılışı ve İsyanlar, İst.1955, s.39; Jaeschke, age, s.153; Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, c.2, s.97; Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye'nin Kurtuluş Yılları, İst.1978, s.88.
[28] Uluğ, Hemşehrimiz Atatürk, İst.1973, s.148-149.
[29] Uluğ, age, s.149; Kinross, age, s.335.
[30] Mısıroğlu, Osmanoğullarının Dramı, İst.1990, s.99,107-108.
[31] Şimşir, "Vahdettin'in Kaçışı ve Sonu", Cumhuriyet Gazetesi, 29 Kasım 1973; nakl. M. Bardakçı, age, s.298-299, 322-323.
[32] Bak.M.İsmail Çolak, "Tahttan Hacizli Tabuta Vahdeddin", Tarih ve Medeniyet Dergisi, Ekim 1997 sayısı; "Yadelde Bir Vatan Dostu: Sultan Vahdeddin", Yeni Dünya Dergisi, Ağustos 1999 sayısı; M. İsmail Çalık, "Gurbet Cehenneminde Talihsiz Bir Vatan Dostu; Vahdeddin", Anadolu Gençlik Dergisi, Temmuz 2001 sayısı. Ayrıca bak.Çolak, "Yakın Tarihin Esrarı" isimli yayınlanmayı bekleyen eserin 9.bölümüne.
[33] İ.Bardakçı, age, s.138.
[34] Age, s.139-140.
[35] Age, s.140.
[36] Yıldız'dan San Remo'ya (Nevzat Vahdettin'in Hatıraları ve 150'liklerin Gurbet Maceraları), İst.1999, s.45.
[37] İ.Bardakçı, age, s.146-147.
[38] Türkgeldi, age, s.162-163.
[39] Türkgeldi, age, s.176-177.
[40] Mısıroğlu, age, s.97.
[41] İ.Bardakçı, age, s.92.
[42] Mısıroğlu, Sarıklı Mücahitler, s.99.
[43] Kısakürek, age, s.245.
[44] Türkgeldi, age, s.273.
[45] İ.Bardakçı, age, s.154.
[46] Kısakürek, age, s.193.
[47] Atay, age, s.192.
[48] Sonyel, age, s.47.
[49] Eric Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, İst.1987, s.208.
[50] Kısakürek, age, s.195.
[51] Mısıroğlu, age, s.106.
[52] Age, s.22.

sultan Vahdettin
http://gercektarihdeposu.blogspot.com





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh