Ana içeriğe atla

Ramazanı nasıl istiyorsak öyle yaşayabiliriz

Eski ramazanlar

Bir kesimin, “Ah nerede o eski ramazanlar” diye iç çektiğine bakmayın, yaşanan ramazan en güzel ramazandır…
Çünkü yaşanması henüz bitmemiş, henüz fırsat elden gitmemiştir…
Ramazanı nasıl istiyorsak öyle yaşayabilir, hayatımızın en güzel ramazanı olarak ebedileştirebiliriz…
Hal böyleyken, bizden birileri coşup, “Ah!.. Nerede o eski ramazanlar” deyince, beynim üşümeye başlıyor!
Nasıl anlatmalı ki, ramazan, insanın imanının kendi iç dünyasına yansımasıdır. O yansımanın hangi tarihte olduğu değil, olup olmaması önemlidir...
Bu anlamda her ramazan kendi öncelikleri ve özellikleriyle gelir, özellikleri ve öncelikleriyle yaşanır, gider...
Geçmişe nostalji takılmak yerine, mevcut ramazanı gerektiği gibi yaşayıp bir nevi “hasret ramazan”a dönüştürmek daha anlamlı değil mi?
Kana kana yaşanıp dolu dolu ihya edilen her ramazan “hasret ramazan”dır. Yoksa ne Direklerarası eğlenceleri, ne meddah-kanto hikâyeleri ne de Çiftetelli Medyası oruçsuzları, ramazanı “hasret ramazan” yapmaya yeter…
Çiftetelli Medyası televizyonlarının “Ah!.. Nerede o eski ramazanlar” formatında sunduğu eğlence ve magazin ağırlıklı iftar/sahur programları da insanı ramazanlaştırmaz...
Ramazanda “eğlence” kavramı bile değişmeli, kirletilmiş eğlencelerin yerini iman eksenli yansımalar almalıdır.
Osmanlı insanı zaten ramazanın tümünü eğlenceye ve neşeye dönüştürmüştü. İftar ve sahur sofraları, tüm ailenin ortak yaşam içinde Allah’a ulaşma keyfini derinden hissettiği anlardı...
Selâtin camilerinde, musikişinas müezzinlerle bestekâr imamların kıldırdığı ruhu şenlendirici teravihler de müthiş neşe verirdi insanlara...
Fitre ve zekât, fakir doyurma, sadaka taşlarına sadaka bırakma, borcundan dolayı cezaevine düşmüş borçlu bir dindaşının (kardeşinin) borcunu ödeyip ramazanı çoluk çocuğuyla yaşamasını sağlama gibi sevaplı işler de imanlı insanın iç dünyasını neşelendiren işlerdi...
Osmanlı insanı eğlencesiz ve keyifsiz yaşamıyordu; sadece onların “eğlence” saydığını biz “eğlence” saymıyoruz…
Onların “zevk” odaklarından zevk alamıyoruz. Aramızda anlayış farkı oluştu.
Osmanlı insanı, başta namaz ve oruç olmak üzere insanı Allah’a ulaştıran yollardan zevk alırdı, biz alamıyoruz...
Osmanlı insanı gülün kıvrımlarında Allah’ın sıfatlarının yansımalarını okur, müthiş bir keyif yaşardı; biz gülü görmüyoruz bile...
Kısacası, ninelerimiz ve dedelerimiz bizim gibi inanırlardı, ama bizim gibi yaşamaz, bizim gibi eğlenmezlerdi.
Belediyelere bir uyarıda bulunmak isterim: Ramazan ibadet ayıdır, çalgı-çengi ayı değildir. Ramazanın ruhuna aykırı konserler tertipleyip insanları “günaha teşvik etme günahı” işlemeyiniz.


Yavuz Bahadıroğlu 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh