Ana içeriğe atla

Neden üçyüz seneden beri hiçbir buluşun ve keşfin üstünde hiçbir Müslüman’ın imzası yok?..

 Neden?.. Neden?.. Neden?

23 Ağustos 2013…Sormalıyız kendimize: Neden İsrail denen birkaç milyonluk korsan bir devlet, bir buçuk milyar Müslüman’ı susta durduruyor?..

Neden üçyüz seneden beri hiçbir buluşun ve keşfin üstünde hiçbir Müslüman’ın imzası yok?..

Neden dünya milletlerinin önderi ve örneği iken, en geri sıralara düştük?..
İslam dünyası neden istikrarsız, neden iç savaşların kıskacında bocalıyor?..
Neden İslam dünyasını çapaçul diktatörler yönetiyor, demokrasi denemeleri daima hüsranla sonuçlanıyor?..

Neden bütün tepkimiz, tepki duyduğumuz milletlerin ürettiği mamul maddelere ambargo koymaktan ibaret kalıyor da ondan iyisini üretme çabasına girmiyoruz?..

Neden dünya çapında karikatüristimiz, ressamımız, gazetecimiz, siyasetçimiz, bilim adamımız

yok?..

Neden Peygamber Efendimiz’e karikatürle hakaret eden karikatüristin karşısına karikatürle, romanla hakaret edenin karşısına romanla, resme resimle, şiire şiirle, filme filmle karşı koyamıyoruz da bağırıp çığırarak cevap vermeye çalışıyoruz?

Hikâye malum: 1409’larda Bursa’ya gelen İranlı bir âlimin, Efendimiz hakkında küçültücü ifadeler kullanması üzerine Süleyman Çelebi kaleme sarılmış ve “Vesiletü’n Necat” [bildiğimiz mevlid] isimli muhteşem eserini yazmıştı…

Ne ambargo, ne galeyan: Fikre karşı fikir, kaleme karşı kalem, kelama karşı kelam! Bu yöntem o kadar etkili oldu ki, atılan tüm iftiraları sildi süpürdü. Bugün o iftiraların esamisi dahi okunmazken, Mevlid hâlâ gürül gürül okunuyor…

Bu konular üzerine kafa yorabilir, kabiliyetimiz ölçüsünde görevler üstlenebiliriz…
“Müslüman birey” olarak, Müslümanları “kurun-u vusta”da (ortaçağ) tevkif eden (durduran) engelleri kendi çapımızda aşmanın formüllerini üretmeyi deneyebiliriz…
En azından böyle tasalarımızın olması gerekiyor…

Aksi taktirde “Müslüman dindar”lar “kemiyet” (sayıca) olarak artarken, “keyfiyet” (nitelik) olarak azalmaya devam edecekler.

Her biri müstesna kürsülerden yıllar boyu cemaate seslenen hocalarımızın bu gibi konulardan hemen hemen hiç bahsetmemeleri ne kadar acı! Hocalarımız İslâm Dini’nin sadece ibadet boyutuyla ilgili vaazlar veriyorlar, “tefekkür” ummanımızdan beslenip bunları halkla paylaşan yok gibi…

Sonuç olarak toplumumuza “İslâmın beş şartı” ile sınırlı bir din algısı yerleşmeye başladı. İslâmî hayatın parçaları olan kelime-i şahadet, namaz, oruç, hac, zekât gibi farzlar, “İyi Müslüman” olmak için yeterli sayılıyor. Bir birimize namazı-orucu anlatıyoruz da, İslâmın “ilim-irfan” ve “tefekkür” boyutunu yeniden nasıl inşa edeceğimiz konusunda bir gayret göstermiyoruz.

Oysa namazı, orucu, haccı, zekâtı idrak için bile ilme, irfana ve tefekküre (derin algı ve analize) ihtiyacımız var.

Zaten Kur’an bizi görmeye, idrak etmeye ve düşünmeye dâvet ediyor; hatta zorluyor…


Al-Jazari kaldirac gercek tarih deposu



Yeni Akit 
Yavuz Bahadıroğlu 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh