Ana içeriğe atla

Türkiye Cumhuriyeti nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1919 Mayıs ında çıktığı Samsun yolculuğunun biletini bu İngiliz subayından almıştır.

İngiliz Bennett Anlatıyor: ATATÜRK`E NASIL VİZE VERDİM!

İngiliz İstihbarat Subayı John Godolphin Bennett Anlatıyor:
ATATÜRK’E NASIL VİZE VERDİM!

______

“Bir ülkeyi ele geçirmek zor değildir.O ülkede halkın güvendiği, sözüne inandığı, peşinden gittiği adamlar vardır.Askeri işgalin başladığı gün bunları garnizona toplarsınız, geri kalan halk yığınları posadır.O ülkeyi en az elli yıl istediğiniz gibi yönetirsiniz…”

Lord Cromer
______

`Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1919 Mayıs’ında çıktığı Samsun yolculuğunun biletini bu İngiliz subayından almıştır.`

Yukarıdaki cümleyi hangi vatandaşa söyleseniz “Atatürk bir İngiliz’den mi vize almıştır yani Samsun’a çıkmak ve ülkeyi kurtarmak için?” ünlemini alabilirsiniz.

Nezih Uzel haklı olarak biraz da bu hissi uyandırmak için olsa gerek, kitabının adını “İngiliz İstihbarat Subayı Bennett Anlatıyor: ATATÜRK’E NASIL VİZE VERDİM” koymuş…

Açıkçası bu kitap içi dolu bir sandviç tadında geldi bana …

Çünkü baş ve sondaki İstihbarat Yüzbaşısı Bennett’li sayfaların ve röportajın arasında Yazar Nezih Uzel’in ilginç tarih ve felsefe anekdotları var ve kitap bir oturuşta bitirilebiliyor…

Uzel, John Goldolphin Bennett’le röportajını 1972’de, yani bundan tam 38 sene önce Özbekler Tekkesi’nde yapmış.Yani Bennett’in ölümünden sadece 2 yıl önce…

Bu süre zarfında röportajı neden yayımlamadığını bilmiyoruz ve kitapta da bu bilgiye rastlamadım.

Kitapta çok ilginç bilgiler mevcut…

İşgal sırasında İngilizler’in “İstanbul’u Türkler’den geri alalım, Yunanlılar’a verelim, Ayasofya’yı kilise yapsınlar” tartışmaları…

Sudan’da, vatanları uğrunda mücadele eden tam 60.000 yerliyi fare kapancısı bir yahudinin icadıyla perişan edip bir de bu mücahidlere “vahşiler” diyebilen İngiliz Generali…

Çanakkale Savaşı’nda tek kolunu kaybettikten sonra, Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi’nin Şam’daki mezarını basıp “İşte yine döndük Selahaddin! Şu anda benim burada bulunuşum, Haç’ın Hilal’in üzerindeki zaferinin bir kutsanışıdır” diyebilen Fransız Generali…

Nezih Uzel, Bennett’in izini nereden bulduğunu fısıldadığı satırlarda ilginç bilgi kırıntıları saçıyordu…

“Mevlevi Dergahı açık olsa Konya’da yüzlerce yıllık makamında oturacak olan Celaleddin Çelebi o yıllarda(1968-1970.F.T) ailesi ile birlikte İstanbul’da Maçka’da yaşar, evinde muntazam toplantılar yapardı.O zaman İstanbul’da bulunan tüm eski Mevlevi aileler o toplantılara katılırdı…Nitekim Bennett’in ara sıra Türkiye’ye geldiğini, o çevrede tanınmış Nezahat Ege hanımdan öğrenmiştim…Bu kişilerin çoğu o çeşit yabancıları tanıyordu”(sf.20)

Yaklaşık 470 sene hiçbir yabancının ayak basamayacağı bir başkenti, İstanbul’u, İngilizler bir gün işgal edecekler ve memleketin Mevlevileri de bu işgalin işkenceci irtibat ve istihbarat subayıyla olan temaslarını işgalden sonraki yarım asır boyunca kaybetmeyecekler, öyle mi...

İlginç...

İtalyanlar Antalya’yı işgal ettiklerinde yine onlara ilk sıcak ‘hoş geldin’i sunanlar ve ‘her sömürgeci gibi İtalyanlar da Anadolu’da sadık bir işbirlikçi sahibi olmak isterlerse’ bağlantıya geçmeye hazır olduklarını beyan edenler de yine Mevlevilerdi…

Bu bilgiler ve fazlası ama özellikle de ille de Özbekler Tekkesi!…

Yakın geçmişimizin karanlıklarının aydınlatılması, yakın geleceğimizin önünün açılması elzem ise, araştırılması gereken konulardan biri gelir bana, bu Milliyetçi Mevlevi Tekke...

İşte Bennett’le yapılan söyleşi de tam bu mekanda, Üsküdar Sultantepe’deki Özbekler Tekkesi’nde yapılmış…

Biyografi yazarları Bennett için “İngiliz Matematikçisi, bilim adamı, teknoloji uzmanı, endüstri araştırmaları direktör ve yazarı” diyor ve ekliyorlar:”Daha çok psikoloji, manevi ilimler ve özellikle Gurdjieff Öğretisi alanlarında verdiği pek çok eserle tanınmıştır.” (sf.26)

Kitapta Bennett’in hayatına dair geniş sayılabilecek malumat var.Bu hayatın içerisinden birkaç günlük İstanbul turunda ve bir röportajda ne alınabilecekse onu ve hatta gözlemciliğinin avantajıyla fazlasını dahi almış yazar…

İlginç bilgiler var demiştim kitapta…

Dolmabahçe Sarayı’nın bir penceresine dalıyor o gün Bennett ve İşgal ordusu kumandanı General Milne, son padişah Vahideddin, bir görevli ve kendisinin olduğu dörtlü toplantıyı hatırlıyor mesela ve anlatıyor o diyaloğu…

O görüşmenin ardından Milne’nin son padişah için söylediği “Bu adama fazla güvenilmez” sözünü okumak güzeldi.

Vahideddin’in her an Direniş Hareketi’ni başlatmak üzere Anadolu’ya geçebileceğini anlayan İngilizler Dolmabahçe Sarayı’nın etrafına dikenli tel bile çekmişler!...

“Peki o zaman bu işgalciler kime güvendiler?!” diye sorduğunuzu duyar gibiyim…

Vahideddin’in neden İngiliz zırhlısıyla kaçtığı da tavzih ediliyor ki bunu okumak da hoştu.
Gencecik beyinlere, altı asırlık dev Osmanlı’nın son padişahının, düşmandan korktuğu için ülkeyi terk ettiği yalanını bir asırdır söylemekten sıkılmayanların uykularını kaçırmaya yeter mi bilmem tabi bu tip ters çıkışlar!...Ama gerekli…

İşleri sadece Allah Rızası için yapmanın avantajlarından birisi de, tüm insanlık ve tarih size haksızlık yapsa dahi bundan fazla etkilenmemek ve hatta bunun tevekkülünüze olan dopingini hissetmektir.

Vahideddin yaşasaydı bunu hissedecekti, eminim…

Seksen senedir resmi tarih diliyle ve resmi ideoloji eliyle onun ve onlarcasının şahsı manevisine yapılan hakaret kampanyası sanıyorum yakında gerçeklerin gün ışığına çıkmasıyla son bulmak zorunda kalacaktır.

İade-i itibarların şahının yapılacağı meydan olan Mahşer’e olan inancımdan dolayı benim garip bulduğum ama kimbilir belki de gerekli olan bu dünyadaki iade-i itibar merasimi dahi yapılacaktır son padişah’ın, göreceksiniz…



Uzel’den öğrendiğimize göre Bennett gibi oğlu Simon ve torunu Ben de Mevlevi olmuşlar…(sf.39)

Röportajdan bu yana tam 36 yıl geçmesinden dolayı anlam kaybına uğrayan ve ancak nostalji olarak değerlendirilebilecek pasajlar yok değil…

Kendi inkar etse de işgal sırasında adı “işkenceci Bennett”’a çıkan bu yüzbaşıyla beraber işkence odalarını gezen Uzel, bu orijinal röportajdan önceki İstanbul turunda olanları detayıyla yazmış…

Kroker Oteli, Arapyan veya Agopyan Hanı ve hatta Tarabya(Terapi) Oteli…

Bennett’in hayat görüşü bir trafik kazası ve bir adamla değişiveriyor…

Trafik kazasından sonra metafizik gerilimi artan İngiliz, George İvanovich Gurdjieff’le tanışmasıyla hayata değişik ve derin bir prespektiften bakmaya başlıyor…

Gurdjieff ve Mevlevilik hakkında araştırma sahibi olanlar için kitapta kaçırılmaması gereken bilgiler var…

Bennett’ten ve İngilizler’den bahsederken es geçmemeyi uygun gördüğü Mısır ile ilgili de özlü bilgiler vermiş Nezih Uzel…

Bir yanda Süveyş Kanalı hisseleri ve Cromer Lordu Suratsız Baring’in “doğulular” için söylediklerini okumak ve diğer yandan da bu “batılıların” yüzünden 17 yılda 367 milyon franktan 2.5 milyar dolara çıkan dış borcu nedeniyle iflas eden Mısır’ı düşünmek…(sf.54)



Ve dünyanın ilk makineli tüfeği Maxim!...

Bir gün bir fareyi yakaladığında otomatik olarak bir fare daha yakalayabilir hale geçen bir kapan yapıyor bir yahudi…Sonra bir İngiliz 1881’de “çok para kazanmak istiyorsan öyle bir şey icat et ki Avrupalılar birbirini daha kolay boğabilsin” diye fısıldıyor kulağına yahudinin…

İşte Yahudi Hiram Maxim’in dakikada 666 mermi atmasını sağladığı makineli tüfeğin bir icat ve bir ilhama dayanan hikayesi kısaca böyle!...

Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla başlayan tarih kesitinde 1898’de Sudan’la Mısır-İngiliz güçlerinin yaptığı savaşın adı Umm Durman…

Sudan ordusu 60.000 kişi.İngiltere 25.800 kişi.

Sonuç? İngiliz ordusu:43 ölü ve 428 yaralı ama Sudan ordusu 9700 ölü ve 16000 yaralı ve 5000 de esir…

Sebep? İngilizler’in, Amerikan yahudisi Hıram Maxim’in icadı olan dünyanın ilk makineli tüfeği Maxim’i kullanmalari…

İşte bu rakamlardan ve resimlerden sonra Churcill’in bu vakıa için yaptığı “Medeniyetin silahları karşısında 60 bin vahşi yok oldu” yorumu nasıl da doğrulatıyor değil mi medeniyete “tek dişi kalmış canavar” diyen merhum Mehmet Akif’i…

Ya da nasıl da hatırlamaz insan, Necip Fazıl’ın Gençliğe Hitabesi’ndeki “kubur fareleri” benzetmesini…

Seneler önce duvarımda dururdu…Orijinal sesinden de dinlemiştim…Hatta bir kısmını ezberlemiştim…Hiç unutmam, daha ilk okuduğumda “Gençliğe Hitabe dediğin böyle olur!” demiştim…



Çanakkale’de de bir top ve Maxim savaşı yaşanmış...

Daha sonra Şeyh Said intifadasını bastırmak isteyen Türk Ordusu yine bu yahudinin silahlarıyla başarılı olabilmiş meğer…(sf.60)

Mehmet Pamak ne kısa ve net özetlemişti Çanakkale’yi Ankara’da katıldığım sohbetinde geçen ay…

Aynı yorumu çok farklı fikirsel düzlemde olduğunu anladığım Nezih Uzel’in kitabında bulmak enteresandı…Demek gerçekten aklın yolu bir…

Alıyorsunuz memleketin en akıllı, en samimi, en ihlaslı, en değerli çeyrek milyon insanını…

Sürüyorsunuz cepheye…Savaşmayı değil ölmeyi emrediyorsunuz bir de…Ve sonra…

Ve sonra siz Çanakkale Geçilmez diyedururken aynı Çanakkale’den iki sene sonra aynı düşman 55 parça gemisiyle İstanbul’unuzu, canınızı, göz bebeğinizi işgal ediyor…Yanında Fransız ve İtalyan komutanlarla beraber İngiliz komutanları ve ricaya(!) rağmen bir Yunan gemisi; tam da Dolmabahçe’nin önünde!...

13 Kasım 1918-4 Ekim 1923…

Tam 5 sene süren bir işgal…

Şehzadebaşı’ndaki 7 şehitlik istisna hariç bir tek çatışma olmaksızın geçen 5 sene…

Ve 6 Ekim 1923’te, yani Lozan’dan 11 hafta sonra kutlanan İstanbul’un kurtuluşu!...

Bundan da 2 hafta sonra bir akşam yemeğinde aniden (!)ortaya atılan Cumhuriyet fikri ve 29 Ekim’de, dünyada ilk defa, gitmediği görmediği yerden milletvekili seçilen kişilerin bile arasında olduğu 157 kişiyle kurulan bir Cumhuriyet?!

1 Mart’ta besmeleler, hatimlerle açılan bir meclisin açılışından 48 saat sonra kaldırılan hilafet!...
Tabi bunlar ve daha fazlası Nezih Uzel’in kitabında yok…

Ama kitabı okurken bunlara ve daha nelere dalıp gitmemek elde değil…

Baksanıza şu Mısır koloneli Lord Cromer’in hatıratındaki tesbite:

“Bir ülkeyi ele geçirmek zor değildir.O ülkede halkın güvendiği, sözüne inandığı, peşinden gittiği adamlar vardır.Askeri işgalin başladığı gün bunları garnizona toplarsınız, geri kalan halk yığınları posadır.O ülkeyi en az elli yıl istediğiniz gibi yönetirsiniz…”

Pes!...Bir tarif bu kadar mı birebir tatbik edilir yani!...

Cromer’in hatıratını bulup bakmak lazım, hele de bir de kendi kafandan olan ve sana sadık bir adamı bulup hükümdar edersen o elli sene kaç seneye kadar uzatılabiliyor…

Yani Mısır’daki durum böyle mi diye…



Birkaç takayla denizaltı kaçırma kovalama taktikleri dahi var kitapta…

Hep söylenegelen Hilafet dostu Hintiler’in ölümcül misalleri de…

En çok içimi acıtan yer 88.sayfadaydı…

Milli mücadeleye destek veren ve İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasına yardımcı olan din adamları diye yad edilen “Topkapı’da Kayyım Ahmet, İmam Necati, Kadıköy’de ilk milli teşkilatı kuran Şeyh Muhip Efendi ile oğlu Yusuf Efendi, Aksaray’da İmam Tevfik Efendi, Üsküdar’da Hafız Nuri ile Bektaşi Tarikatı’ndan Ali Nutki Baba, Sarıyer’de Hafız Mehmet Bey”ler…

“Eyyüb Sultan’da bulunan Nakşibendi Şeyhi ve Erzincan Mebusu Fevzi Efendi, Halvetiyye Şeyhi ve Bolu mebusu Abdullah Sabri Aytaç, Halvetiyye Şeyhi ve Kırşehir mebusu Yahya Galib Kargı Bey, Nakşi Özbekler Tekkesi şeyhi Ata Efendi, Eyyüb Sultan’da Kadiri Hatuniyye Dergahı şeyhi Sadeddin Ceylan Efendi, Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın Nakşi Şeyhi Hacı Hasan Efendi…”

Allah rahmet eylesin cümlesine gani gani hem de…

İçim acıdı evet, ne yalan söyliyeyim merak da ettim bu zatların veya evlatlarının kaçının kellesi savaştan sonra şapka takmadıkları için kesildi diye…

Merak ettim kaçı kıyafet veya harf inkılabına riayetsizlikten hücrede yatırıldı diye…

Sadece 1925 Aralık-1926 Şubat arasındaki 3 ayda ve sadece 5 şehirde 57 kişinin şapka takmadığı için şehid edildiğini söylesem içimin acısını izah etmiş olur muyum…

Az kaldı…Gün dönüyor…Yavaş yavaş gerçekler ortaya çıkacak…İnşaallah…

Şu 155 sayfalık kitapta dört asırlık Hacegan dahi anlatılmış ya…

Gerçekten yazar çok özel ve güzel bir eser koymuş ortaya…

Tebrik etmemek elde değil…

Konuşma diliyle yazıya dökülen orijinal röportajda Mustafa Kemal ve beraberindeki 35 kişiye verilen vizenin detayları var…Mustafa Kemal ile Anadolu’ya gitmesine kimsenin bir şey demeyeceği ama bunu yapmayan İsmet İnönü dahi gayet ince taşlanmış hatta…

Benim gibi perdelenmiş gerçeklere tamahkar birisi için populist sayılabilecek es geçmeler yok değil kitapta ama bir değil yüz kitapla dahi yakın tarihin derin dehlizlerini gezemeyeceğimizi bilirken fazla da yüklenmemek lazım değil mi yazara...

Bilakis 70 yaşındaki yazar 36 senelik bir gecikmeyle de olsa kütüphanelerin olmazsa olmazı bir röportaj ve eser bırakmış oldu ve bu fazlasıyla değeri bilinmesi gereken bir eylem.

Bu memleketin muhakkikleri, hakikatleri, satır aralarından keçiboynuzu tadında almaya alışmıştır nasıl olsa…

Bennett’in Türkçe tek kitabının Tanık olduğunu hatırlatırsak Selis Kitaplar’dan çıkan “İngiliz İstihbarat Subayı Yüzbaşı Bennett Anlatıyor:ATATÜRK’E NASIL VİZE VERDİM” adlı eserin önemini bir kere daha vurgulamış oluruz sanırım.


KAYNAK;

FATİH TEZCAN

http://www.analizmerkezi.com/yazar/ingiliz-bennett-anlatiyor-ataturke-nasil-vize-verdim-9288.html



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh