Ana içeriğe atla

BİLİNMEYEN KARLSBAD GÜNLÜKLERİ (uzun bir yazı ama okunmalı)

Fatihin Torunları

BİLİNMEYEN KARLSBAD GÜNLÜKLERİ (uzun bir yazı ama okunmalı)

Mustafa Kemal 1918 yılının baharında üç cephede geçirdiği uzun yılların ardından ve bu esnada defalarca cesitli bahanelerle cepheyi terkettikten, 1917 Mayisinda Gazze´de Ingiliz Baskomutan Allenby ile anlasip, ceoheyi ona terkettikten sonra ikramiye olarak itilaf gücleri baskomutanindan izni alarak Viyana’daki bir mütehassısa muayene ve ardından nekahet için kaplıcalara gitme imkânı bulur… Hasta, semptomlarının tedavisinden sonra şifalı sularının özellikle böbrek, belsoguklugu hastalarına iyi geldiği söylenen Karlsbad’a gönderildi.

Mustafa Kemal, Karlsbad günlerinde bir akşam yemeğinden sonra kendi vatandaşlarından oluşan topluluğa yaptığı açıklamalar sayfalar dolusu notlarla belgelenmiştir. Konuşmanın çıkış noktası yandaki dans salonunda smokinli erkeklerle Fourstep dansı yapan “gayet zarif, lâtif birkaç genç kadın”ın seyri idi.

“Benim elime büyük selahiyet ve kudret geçerse, ben toplumsal hayatımızda arzu edilen inkılâbı bir anda bir ‘coup’ ile tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben bazıları gibi kamuoyunu, din adamlarını yavaş yavaş benin planlarım derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden ben bu kadar senelik yüksek eğitim gördükten, uygar yaşamı ve toplumu inceledikten ve hayatımı ve zamanımı özgürlüğü öğrenmeye harcadıktan sonra avam mertebesine ineyim. Onları kendi mertebeme çıkarayım, ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar…”

Kadınların örtünmesi, eğitim, çok eşlilik ve bu bağlamlarda iki cins arasındaki eşitsizlik gibi konular üzerine kapsamlı izahatlar takip eder bu konuşmayı.

“Mesela bizde, iffet ve ismet pek büyük ve sıkı kuyudata tabidir. Bir Avrupalı bu kuyudu tanımıyor (…) Onlar bizim nazarımızda tamamen ahlâksız, onlar nazarında biz tamamen vahşi. (…) Velhasıl netice: Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım. Açılsınlar, onların dimağlarını ciddi ilim ve fen bilimleri ile tezyin edelim. İffeti, sağlıklı olarak izah edelim.

***

1932′de Belçika’daki yarışmada dünya güzeli seçilen Keriman Halis nineye kadar uzanıyor. Cumhuriyet öncesine gitmeye zaten hacet yok. O zamanki medya (yani Cumhuriyet Gazetesi) nin organize ettiği seçmeler sonucu seçilip gönderilmiş bu güzelimiz. Kazanması üzerine aynı gazetede verilen tepkilere bakılırsa muasırlaşma hedefine daha “10 yılda 15 milyon genç yaratmadan” önce 1932′de ulaşılmış.

Keriman Halis Ece (1932)
Keriman Halis Ece (1932)

Bakın bu zaferimizi yarışmadaki jüri başkanı nasıl ifade etmiş:

“Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa bitirmiştir. Bir zamanlar sokağı bile, pencere arkasından seyredebilen Müslüman kadınların temsilcisi Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu kızı, zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzel varmış, yokmuş bu önemli değil… Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene İslami yenmenin zaferini kutluyoruz. Avrupa’nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdahalede bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sutyen ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de bize uyan bu kızı beğendik. Müslümanların geleceği böyle olması temennisiyle Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”

Avrupalı’nın “bir Müslüman_Türk kızın önümüzde soyunup gerdan kıvırması, İslamın teslim olduğunun yok olduğunun, bizim zaferimizin vesikasıdır” mealinde tavsif ettiği bu “zaferimiz” hakkında Atatürk ise şu tepkiyi vermiş:



“…..Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin Dünya Güzeli intihap edilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu da hatırlatmayı lüzumlu görürüm:

İftihar ettiğimiz tabii güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık bir tekâmülün mütemâdi tahakkukunu ihmal etmeyiniz. Bununla beraber asıl uğraşmaya mecbur olduğunuz şey analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi yüksek kültürde, yüksek fazilette birinciliği tutmaktır.” >

Peki bu Avrupalı’nın bizim zaferimiz , onların teslimiyeti, dinen, kültür olarak yok oluşu Atatürk ve Cumhureiyet Gezetesi’nbin ise gurur duyduğu bu bölüşülemeyen zafer nasıl kazanılmış?

Onun detayları aşağıdaki yazıda (biraz kısaltılmış)


Yazar: HAKAN YURDAKUL
Kaynak: Adana fikir platformu

………………….

Türkiye’de ilk güzellik müsabakası, 1926 yılında İpek Filim şirketinin tarafından İstanbul Melek Sineması’nda yapılmıştır. Bu yarışma ciddiyet’ten oldukça uzak bir yarışmaydı, organizasyon alabildiğince kötüydü. Güzeller sıra ile sahneye geldiğinde taşkınlık yapan seyirciler kimini ıslıkladı, yuhaladı kimini alkışladı. Yarışma yarışmadan başka her şeye benziyordu. Nihayet bu hengamenin sonunda bir birinci seçildi. Tahmin edebilir misiniz kimdi bu kızımız ? Cevap: Aynı sinemada yer gösterici olarak çalışan “ Araksi Çetinyan “ isminde bir Ermeni vatandaşımız ( Bizi birbirimize düşürmek isteyenlerin kulakları çınlasın ). Bu ilk ama gayr-ı resmi güzelimiz, birazdan bahsedeceğimiz ilk resmi güzellik yarışmasına katılmış ve üçüncü olmuştur. Bu yarışmanın ödüllerinden biri de “ sinema aktristi olarak Amerika’ya gönderilmek“ti. Sizce matmazel Araksi gönderilmiş midir ? Tabiî ki hayır. O zamanın gazeteleri az dalga geçmemiş bu yarışma ile…

Gelelim 1929 yılına. O zamanki hükümetin teşviki ile Cumhuriyet gazetesinin önderliğinde “ilk resmi güzellik yarışması “ tertip edilir ( Bilmeyenlere kısa bir not : Cumhuriyet gazetesi Yunus Nadi tarafından Atatürk’ün önerisiyle kurulmuştur ) .

İlk duyuru 4 şubat 1929 tarihli Cumhuriyet’te yapılır: ” Bütün dünyada güzel kadınlar seçilir ve memleketlerinin güzellik kraliçesi intihap edilirken, bizim böyle bir kraliçemiz niçin olmasın ? Türkiye’nin en güzel kadını acaba kimdir? ” …….

Cumhuriyet-Güzellik Müsabakası

Bu kararla birlikte ilk güzellik yarışması serüveni başlamış olur. Beklenildiği gibi olumsuz tepkiler de gelmeye başlar, öyle ya namuslu Türk kızlarına bu tip yarışmalar gelmez..! . Her neyse bu tip eleştirilere de cansiperane göğüs gerilir. Bir hafta sonra gazetenin sahibi ve başyazarı Yunus Nadi sütununu güzellik yarışmasına ayırır. Bu arada güzellerin mayo ile jüri önüne çıkacakları, bunun ise gayri ahlaki olduğu yolunda eleştiri getirenlere de cevap vermiş olur.

Bakın yukarıda bahsettiğimiz yarışma için bastırılan kitapçıkta ve diğer gazete haberlerinde neler yazıyor :

“ Müsabakaya her namuslu Türk kızı iştirak edebilir. Irk, din ve mezhep farkı aranmaz, yalnız müsabakaya iştirak edeceklerin asgari 15 yaşında olmaları şarttır. Tekrar ediyoruz : Alüfteler ( * ) ve bar kızları müsabakaya iştirak edemezler. Müsabaka yalnız yüz güzelliği müsabakası değildir, endam tenasübü de şarttır. “

Cumhuriyet-Güzellik-II

* Demek ki bu asırda güzel olmak için yalnız güzel yaratılmak kafi değildir. Güzelliği terbiye ve tenmiye etmeğe de ihtiyaç vardır. Esasen şiir ve bedaat olan güzellik bu suretle sıhhi bir keyfiyet te olmuş olur *

* Bazı ahlaksız şarlatanların ima etmek istedikleri gibi güzellik müsabakalarında gayr-i ahlaki hiçbir cihet yoktur….. Çünkü bu iş bütün milletin alakadar olduğu çok nezih bir iştir ve zaten bütün milletin gözü önünde cereyan eder *

* Bugün milli ve beynelmilel güzellik müsabakalarının futbol maçlarından farkı yoktur. Bir farkı varsa, adı üstünde, onlardan daha güzel olmalarıdır. *

Yarışma şöyle olacaktır: Adaylar fotoğraflarını gazeteye yollayacaklar, gazetede bunlar yayınlanacak, fotoğrafın hemen yanında yazışma sütunu olacak, herkes görüş bildirebilecektir. Bazı muzip kişiler sahibinden habersiz bazı bayanların fotoğraflarını yollamış ve doğaldır ki bazı ailelerde kıyamet kopmuştur. Cumhuriyet gazetesinin bu durumlar için kullandığı söz çok komiktir … “ çok ayıp ! “ …… Mart ayında başlayıp Haziran sonunda biten başvuru sonunda toplam 125 güzelin fotoğrafı yayınlanmış ve Ağustos ayının başında biten oylama sonucunda Birinci Mualla Suzan seçilmiştir. İlk Türkiye güzelimiz Feriha Tevfik ise 11. sıradadır.

Gazete 48 güzelin Jüri önüne çıkmasına karar verir. Jüri dediysek kalkıp önünüzü iliklemeniz gerekir hani. Kimler yoktur ki Abdülhak Hamit, Halit Ziya ( Uşaklıgil ), Peyami Safa, Cenap Şahabettin, Hüseyin Rahmi (Gürpınar), Halit Fahri Ozansoy, ressam Namık İsmail ve Çallı İbrahim, Vasfi Rıza (Zobu), Bedia Muvahhit, Zekeriya Sertel, Vala Nureddin ve Yusuf Ziya (Ortaç). Yani yazarlar, çizerler, sinema ve tiyatro erbabları, gazeteciler, müzisyenler, ressamlar…… Şimdiki jüriler de bulunan milli çapkınlar ! değil……….

Yarışma sonunda FERİHA TEVFİK ilk Türkiye güzelimiz seçilir. ” Orta boylu, kıvırcık lepiska saçlı, altın gözlü, beyaz tenli, zarif endamlı, beyaz krep satenden bir elbise giymiş olan ” Feriha Tevfik…… bindiği araba vapurunda uzun buklelerinden biri kesilip çalınan Feriha Tevfik….

1930 ‘da ikinci “resmi” güzellik yarışması yapılır. Bu kez, Mübeccel Namık birinci seçilir. Mübeccel Namık’ın katıldığı Avrupa Güzellik Yarışması’nda ise bizi iki hüsran bekler: Birincisi, güzelimiz dereceye giremez; ikincisi, Yunan güzeli birinci olur !

1931 yılının seçici kurulunda ise tam 120 kişi vardır ve bir ilkokul öğretmeni olan Naşide Saffet birinci seçilir. Beklenildiği gibi yer yerinden oynar. Bazı gazeteler, bir öğretmenin bu tür yarışmalara girmesinin, öğrenim çağındaki genç kızların “ruhi ve fikri terbiyeleri” üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini yazarlar. Bazılarına göre ise, öğretmenliğin namusu beş paralık olmuştur.

1932 yılı aday sayısı oldukça düşmüştür. Yarışmalarda ve sonrasında güzellerin başına gelenler, yeni adayların güzellik kraliçesi olma heveslerini kırmıştır. O tarihlerde yapılan yarışmalarda, adayların büyük çoğunluğunu iyi ve tanınmış ailelerin kızlarının teşkil ettiğini görüyoruz.

Kara kaşlı, kara gözlü, parlak uzun ve siyah saçlı ve bembeyaz tenli, hakikaten çok güzel bir olan Keriman Halis tahsilini Feyziati (sonraki adıyla Boğaziçi) Lisesi’nde yapmıştı. Babası Halis Bey, kızını bizzat götürüp kaydettirmişti bu yarışmaya. 3 Temmuz 1932 günü İstanbul’da yapılan yarışmada, elliyi aşkın aday arasında Keriman Halis jürinin yüksek oy çoğunluğu ile Türkiye Güzeli seçildi. Fiziki güzelliğinin yanısıra özellikle de terbiyesi ve nezaketi ile de dikkati çekmişti bu genç ve güzel kız….. .

1932 yılının ” Dünya Güzellik Yarışması “, 31 Temmuz günü Brüksel’de yapıldı. 28 ülke güzellerinin katıldığı bu yarışmada jüri, ” Türkiye Güzeli ” Keriman Halis’i ” Dünya Güzellik Kraliçesi ” olarak seçti. Bütün Avrupa basını jürinin bu kararını ve Türk kızını alkışlarken, Keriman Halis’in ” Dünya Güzellik Kraliçesi ” seçilmesi bütün ülkede bir bayram havası estirmişti.

Abdülhak Hamit, Keriman Halis için şunları yazmıştır : ” İşittim ki Keriman Hanım kendi güzelliği için ‘ fanidir ‘ demiş. Bir ilahe nasıl fani olur ? Güzellik bir ilahe halkadır.”

Cumhuriyet Türkiye’si Keriman Halis aracılığı ile yaptığı propagandayı bir daha yeniden ancak doksanlı yıllarlarda yapabilme şansını yakalayabilecektir.

Keriman Halis’ in ( Atatürk’ün söylemiyle Keriman Ece’nin ) Dünya güzeli seçilmesi nedeniyle Atatürk verdiği bir demeçte şu sözleri söylüyordu :

“…..Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin Dünya Güzeli intihap edilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu da hatırlatmayı lüzumlu görürüm:

İftihar ettiğimiz tabii güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık bir tekâmülün mütemâdi tahakkukunu ihmal etmeyiniz. Bununla beraber asıl uğraşmaya mecbur olduğunuz şey analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi yüksek kültürde, yüksek fazilette birinciliği tutmaktır.”

Gelelim son olarak 1933 yılına….. Bu yılda beklenmedik bir şey olur. Yarışmanın Jürisi, Birsen ve Nazire hanımlar için birbirine girer. Ardından da, ciddiyet kaybolduğu için güzellik yarışmaları sona erdirilir. Ta ki 1950 ‘de yeniden başlayana kadar………..

Evet güzellik yarışmalarımızın kısa tarihi işte böyle. Anılarda hoş bir sada kalırken, benim dimağımı hala şu sorular kurcalıyor : Güzellik yarışmalarına neden evli ya da dul hanımlar katılamaz ?, Seçilen Türkiye güzeli gerçekten Türkiye’nin en güzel kızı mıdır ? Niçin güzeller yarışmada makyajlı olarak arz-ı endam ederler, asıl olan doğal, makyajsız güzellik değil midir ? Birinci gelen güzel laf olsun diye “ tüm dünya için barış diliyoruuummm “ “ fokları koruyalım “ “ evsizlere ev , işsizler iş “ gibi Uzanvari mesajlar vermek zorunda mıdır ? ve son olarak da : Güzellik tacı takıldığında ağlamak şart mıdır ?

Tüm güzelliklerin sizin olması dileği ile…

DR.HAKAN YURDAKUL

( * ) alüfte ve aşüfte : ( Farsça ) Hemen hemen aynı manayı içeririler. 1. deli gibi, çıldırırcasına seven 2. iffetsiz kadın, alışık, namus perdesi yırtık kadın

****

Cumhuriyet'in İlk Güzelleri...



Cumhuriyet'in ilk yıllarında Atatürk'ün de teşvikiyle, güzellik yarışmaları Türkiye'yi tanıtmak için "masrafsız propaganda" olarak görülmüş; kadınlar "memleket adına milli bir vazife" olarak bu yarışmalara katılmaya çağrılmış; seferberlik başlatılmıştı.

Fotoğraf: Feriha Tevfik, 1929 Güzellik Müsabakası birincisi, 1930 müsabakası ikincisi.


1932 yılında Keriman Halis dünya güzeli olduğunda "İktisat ve Tasarruf" dergisi "Türk güzeli Keriman Halis niçin cihan güzeli oldu? Çünkü Türk güzeli Türk üzümü, Türk fındığı, Türk inciri ile beslendi" diye yazmıştı. Tam 70 yıl sonra, 2002 yılında, Azra Akın dünya güzeli olduğunda da Sabah gazetesi şöyle yazmıştı: Pazenli Kraliçe - Dünya güzeli Azra (Akın), 50 milyon liralık Tahtakale malı pazen elbisesiyle benzeri görülmemiş bir Türkiye tanıtımı yaptı... Metresi 1,5 milyon lira olan pazenden bir elbise, tatlı bir gülüş, mükemmel İngilizce, etkili bir güzellik... Türk lokumu dünya güzeli. Cemil İpekçi "Umarım bu kıyafet Batı taklitçiliğimizden vazgeçmeye örnek olur" dedi.

Araştırmacı Ayşe Hür, Taraf gazetesindeki "Tarih Defteri" köşesini bu hafta, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle, türban-başörtüsü tartışmalarından yola çıkıp; Cumhuriyetin ilk yıllarında "bağımsız birey olmalarına izin verilmeyen, ancak bedenlerini 'milli görev' olarak seferber etmeleri istenen Cumhuriyet güzellerine" ayırdı. Bu seferberliği ilginç detaylarla anlatan "Şimdi ben Türkiye güzellik kıraliçası mıyım?" başlıklı yazı şöyle:

Türkiye'nin ilk güzellik yarışması, 1925 veya 1926'da İpek Film Şirketi tarafından düzenlenmişti. Melek [bugünkü Emek] Sineması'nda yapılan yarışmayı sinemanın yer gösterici kızlarından Matmazel Araksi Çetinyan kazanmıştı. Ama basın, organizasyon bozukluklarını bahane ederek, yarışmayı geçersiz saymıştı.

Geniş katılımlı ilk 'yarı resmi' güzellik yarışması için çok beklemek gerekmedi. Yarışmaya katılma fikrinin Mustafa Kemal'den çıktığı söyleniyordu. Şubat 1929'da, Cumhuriyet gazetesi yarışmaları düzenleme işini hevesle üstlendi. Başyazar Yunus Nadi "Bizim kadınlarımız bu müsabakaya niçin iştirak etmesinler, bizim ne kusurumuz var?

Fotoğraf: Feriha Tevfik, 1929'da 'kıralıça' olmuştu.


Hâlbuki Türk kadını, dünyanın en güzel kadınlarından sayılmıştır. Hatta Avrupa'da Şark güzeli diye dillere destan olmaktadır. Avrupa'da imal edilen birçok kremlerin, losyonların ve tuvalete ait ilaçların üzerine reklâm için 'Şarkın güzellik tılsımı' cümlelerini daima görmekteyiz. O halde Türk kadını niçin Amerika ve Avrupa'da kendi milletinin güzelliğini göstermesin?" diye işin felsefesini ilan ederken güzellerin mayo ile jüri önüne çıkmalarının 'gayri ahlakî' olduğu yolundaki eleştirilere cevap vermeyi de ihmal etmemişti.

KAŞ, GÖZ, GERİSİ SÖZ!
Mizah dergisi Karagöz ise, 9 Şubat 1929 tarihli sayısında işi şöyle alaya alıyordu: "Cumhuriyet refikimiz Dünya Güzellik Müsabakasına Türk kadınlarının girmesini istiyor. Öyle ya her millette güzel var da bizde yok mu? Yok ne demek! Öyleleri var ki bir gülüşle bin gönül fethederler, öyleleri var ki bir bakışla bin can yakarlar. Daha neler, ne fettanlar, ne dilberler, ne dilbazlar var, var ama bunlar bize, bizim gönlümüze göredir. Ölçüye uymaz, metroya, santime gelmezler. Malum a, bizim bedenlerimiz alafranga değil alaturkadır, sporsuz, gelişi güzel büyüdüğümüz için hepimiz biraz göbekliyiz, vücudun ölçülü güzelliğine o kadar ehemmiyet vermeyiz, bizde güzellik şunlardır: Kaş, göz, gerisi söz. Müsabaka heyeti evvela ölçüp biçtikten sonra hesaba uygun olanları müsabakaya sokacaklar. Haydi efendim, haydi, onların arşınına göre bizde kumaş yoktur..."

BAR KADINI HARİÇ
Ancak, halk havaya sokulmuştu bile. 25 Şubat 1929'da yapılan duyuruda katılma şartları şöyle sıralanmıştı: 1) Müsabakaya 16 ila 25 yaş arasındaki her namuslu Türk kızı iştirak edebilir. Irk, din ve mezhep farkı aranmaz. 2) Bar kadınları müsabakaya katılamaz. 'Bar kadını olmak' o günün ahlak anlayışının sınırlarını tarif ediyordu, 'ırk farkı aranmaz' dendiği halde gazeteler 'yarışma sayesinde Türk ırkının ne kadar güzel olduğunun dünyaya gösterileceği' haberlerinden geçilmiyordu.

Cumhuriyet gazetesi, hemen her gün ilk sayfasının bir köşesini güzellik yarışmasına ayırdı. 'İyi bir vatan anası olmak kabiliyeti ve asaletini haiz kızlar' aranıyordu ama ilk şart yüz güzelliği idi. Kızlardan, 19x12 cm boyutlarında kartpostal şeklindeki fotoğraflarını gazeteye göndermeleri istenmişti. Gazete her gün fotoğrafları yayınlanacak, gazete okuyucuların seçtiği 15 güzel finale kalacaktı. Oy verecek okuyucular arasından kurayla seçilecek okuyuculara 5 ila 50 lira arasında değişen para ödülleri ile üç aylık Cumhuriyet gazetesi aboneliği hediye edilecekti. Finale çıkan bu güzelleri bir hakem heyeti yarışmaya tabi tutacaktı. İlk fotoğraf 7 martta yayınlandı. 125 güzelin fotoğraflarının yayınlanışı 21 Haziran 1929 tarihinde tamamlandığında ülkede heyecan hedeflenen seviyeye ulaşmıştı.

1 ağustosta açıklanan sonuçlara göre, halk 1.121 oyla Muallâ Suzan'ı birinci seçmişti. Gazete 400'ün üzerinde oy alan 48 yarışmacının büyük jüri önüne çıkmasına karar verdi. Daha önce yarışma günü ilan edilen 30 ağustosun 'Zafer ve Tayyare Bayramı' olduğunu yeni fark eden yöneticiler, yarışmayı 2 eylüle aldılar. Yarışmadan bir gün önce, finale kalanlar arasında gayrimüslimlerin çokluğu konusundaki şikâyetlerin haklı olup olmadığının anlaşılması için yarışmacılardan nüfus kâğıtları istendi. Gerçekten de 35 finalistin yarısı gayrimüslimdi ama hepsi de Türk vatandaşıydı...

"32 NUMARA GÜLE BENZİYOR"
Hakem Heyeti, Abdülhak Hamit ve eşi Lüsyen Hanım, Cenap Şahabettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Namık İsmail, Peyami Safa, Nazmi Ziya, Mesut Cemil, Hüseyin Cahit Yalçın, Muhiddin Sadak, Halit Ziya Uşaklıgil, İbrahim Çallı, Vasfi Rıza, Bedia Muvahhit, Vala Nurettin gibi ünlü isimlerden oluşuyordu. Gazetelere yansıdığına göre, güzelleri gören hakemlerin nefesi kesilmişti. Hüseyin Rahmi 'Hepsi birer birer alınırsa hepsi güzel, fakat bolluk içinde seçmek müşkül oluyor', Halit Ziya 'Bayıldım', Ahmet İhsan 'Rüya görüyorum sanıyorum', Abdülhak Hamit 'Cennete girdim sanıyorum', Kontes Soranzo 'Cennetten çıktım sanıyorum', Hüseyin Cahit 'Hayranım', Şükûfe Nihal 'Gayet güç, cevap veremeyeceğim kadar', İsmail Müştak 'Hepsinin müştakıyım', Yunus Nadi 'Ben bu işin muvaffakiyetinden çok memnunum', Rezan Emin Hanım '32 numara güle benziyor' demişti.

Fısıltı gazetesine göre, bazı yarışmacılar jüri önüne çıkmak istememişler, çünkü bu aşamayı 'fazlasıyla modern' bulmuşlardı. Birinciliği Hicran Hanım kazanmış, ama kısa süre önce nişanlanmış veya evlenmiş olduğu ortaya çıkınca, yerini okuyucuların da favorisi olan Feriha Tevfik'e bırakmıştı. Semine Hanım ikinci, Matmazel Araksi Çetinyan ise üçüncü olmuştu. Balıkhane Nazırı Mehmet Tevfik Bey'in torunu olan Feriha Tevfik sarı ile kumral arasında dalgalanan ince bukleli saçları, ela gözleri, uzun kirpikleri, düz ve muntazam burnu, tabii kırmızılıktaki dudaklarıyla gülerek "Ay inanamayacağım geliyor, doğru söyleyiniz, şimdi ben Türk güzeli, Türkiye Güzellik Kıraliçası mıyım?" demişti. Ancak, yarışma, dünya güzellik yarışmasına başvuruda geç kalındığı için bütün bu çabalar boşa gitti.

TÜRK IRKI BEYAZDIR!
1930 yarışmasının duyuruları 29 Ekim 1929'da yapılmaya başladı. Yine 'medeni bir sahada memleketin şeref ve haysiyetine hizmet etmek üzere' Paris'e ve ABD'ye gönderilmek üzere kadın adaylar aranıyordu. 'Güzeller milli vazifenizi yapınız' sloganıyla başlatılan yarışmaya dair bir haberde yarışmanın 'faydası' şöyle anlatılıyordu: "Feriha Tevfik Hanım'ın resimlerinin Amerika gazetelerinde intişarı (yayını) bizim lehimizde ne mühim bir propaganda oldu. Türkleri zenci, sarı veya kırmızı ırktan zanneden sürü sürü Amerikalılar kendileri kadar beyaz ve güzel olduğumuzu Feriha Hanım'ın resimlerinden anladılar. Memleketimiz ve milletimiz namına ele geçen böyle masrafsız bir propaganda fırsatını kaçırmamak, ondan azami derece istifade etmek zaruretindeyiz. Bu fırsattan istifade milli bir vazifedir. Azami istifade ise ancak müsabakalara güzel, çok güzel kız göndermekle olur."

'MAYASI HALİS' BİR KIZ
10 Ocak 1930'ta yapılan yarışmada Mübeccel Namık Hanım yeni 'Türkiye Güzellik Kıraliçası' seçildi. İlk yarışmanın birincisi Feriha Tevfik bu sefer ikinci olmuştu.




Yarışmacıların ellerinden tutup jürinin önüne kadar götürüp orada yarışmacıların eteklerini dizlerine kadar kaldırmasına yardım etme görevini üstlenmiş olan muhafazakâr yazar Peyami Safa basının güzelliğine kusur bulduğu Mübeccel Hanım'ı şöyle övüyordu: "Mübeccel Hanım ırkımızın büyük seciyesini taşıyor. Mayası halis bir tesalüple yuğurulmuş. Lirik şairlerin genç kız diye tahayyül ettikleri, fakat asrın ahlaki bulanıklığı içinde eşini az buldukları masum, gözü açılmamış tipik aile kızı. Zekâsı, terbiyesi, vücudu idman görmüş, lisan biliyor..."

Ama yine büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Paris'e giderken Sirkeci'den Edirne'ye kadar her istasyonunda halkın sevgi gösterileriyle karşılanan Mübeccel Hanım dereceye bile giremezken, 'milli düşman' Yunanistan güzeli Kraliçe seçiliverdi. ABD'nin Galveston şehrine gönderilen Feriha Tevfik de başarılı olamayınca, ülkede büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Gazeteler suçu kökenlerini eski Yunan uygarlığında göre Batılı jüri üyelerine atıp 'yenilen pehlivan güreşe doymaz' misali tekrar kollar sıvadılar.

İLK POP-STAR YARIŞMASI
Cumhuriyet gazetesi 'milli görev' tanımı ile yetinmeyerek işi sağlama bağladı: "Bugün meçhul bir kız iken, yarın meşhur bir şahsiyet olmak fırsatı karşınızda duruyor." Ama 28 Temmuz 1930 tarihli ilan bir fiyaskoya işaret ediyordu: "Güzellik müsabakasına iştirak için gelen resimler, kâfi miktarda olmadığından resim gönderme müddetini Ekim sonuna uzattık. Güzeller; Beyoğlu'nda Foto Süreyya ve Foto Femina'ya giderek bizim hesabımıza resimlerinizi çektiriniz."

Büyük gayretler sonunda yeterli aday bulunarak yapılan 1931 yarışmasında 'muallim' Naşide Saffet Hanım birinci, Güzel Sanatlar Mektebi öğrencisi Saniha Hanım ikinci oldu ama bu durum kamuoyunda büyük rahatsızlık yarattı.


Çünkü 'muallim' ve 'öğrenci' Cumhuriyet'in rol modelleriydi. Naşide Hanım'ın öğretmenlikten atılacağı söylentileri kulaktan kulağa yayılırken rejimin ideologlarından Falih Rıfkı, 26 Ocak 1931 tarihli Milliyet'te şöyle diyordu: "Güzellik temiz ve asil bir şeydir. Fakat muallimlikle bu müsabakalar arasında bir tezat olduğuna da şaşmamak lazım gelir. Eğer Maarif Vekilliği deniz esbabı ile dolaştırılmış, ayak bileği, kalçası ölçülmüş ve talebeleri tarafından gazetelerde çıplak resmi görülmüş bir hoca hanımı sınıf içinde biraz garip bulursa eski kafalık göstermiş olmayacaktır."

Anlaşılan modernleşmenin doğal sınırlarına varılmıştı!

CUMHURİYET GÜZELİ
Bu olaylar, katılımcıların cesaretini kırmış olmalıydı ki, 1932 yarışmasına pek ilgi olmadı. Sadece 10 başvuru olduğu için yarışma iptal edildi ancak uluslararası yarışmayı düzenleyen komitenin ısrarı üzerine tekrar düzenlendi. 15 Haziran 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesinin başlığı 'Dünya Türkiye güzelini bekliyor' şeklindeydi. Gazete bu tarihten 2 temmuza kadar, 16-25 yaş arası evlenmemiş, namuslu kızları yarışmaya davet eden haberler yayımladı, yetmedi. 'Kraliçe seçilecek güzele tam 500 Türk Lirası mükâfat verilecektir' dedi, olmadı. 'Hâfi ve balo kıyafetiyle yapılacak seçmelerde kazanamayanların izzet-i nefislerinin rencide edilmemesi için isimleri ilan edilmeyecektir' güvencesi verildi, nihayet sekiz genç kız başvurmaya ikna edilebildi. Sonuçta, Hızır Yangın Söndürme Aletleri mümessili Halis Bey'in 17 yaşındaki kızı Keriman Halis, yeni 'Türkiye Güzellik Kıraliçası' seçildi. Kara kaşlı, kara gözlü, parlak uzun ve siyah saçlı ve bembeyaz tenli, hakikaten çok güzel bir kızdı Keriman. Babası kızını bizzat götürüp kaydettirmişti yarışmaya. Ama geçmiş yıllarda yarışmaları 'milli görev' olarak tanımlayan basın bu sefer pek alaycıydı. Onlara göre Keriman Halis 'Türkiye güzeli değil, olsa olsa Cumhuriyet gazetesinin güzeli' sayılırdı!

MİSS TURKEY!
Yine de, baba-kız Belçika'nın Spa kentinde yapılacak yarışmaya katılmak üzere Simplon Ekspresi'ne binerken foto muhabirleri Halis Bey'in yüzündeki gururu ve güzel Keriman'ın heyecanını tespit etmek için yarış halindedirler. Keriman Halis daha sonra yarışma gününü şöyle anlatacaktı: "28 ülkenin güzeli teker teker boy göstererek gelip geçtiler...


Ve sonunda iki güzel kaldık. Ben ve Almanya güzeli. Son gün yalnız Alman güzeli ve beni tekrar görmek istediler. Üzerime kırmızı renkte bir tuvalet giymiş, yakasına da beyaz kurdela takmıştım. Memleketimizi bayrağımızın renkleriyle tanıtmaya çalışıyordum. Son an gelip çattı. Jüri başkanı ayağa kalktı. Elindeki kırmızı mühürlü zarfı büyük bir itina ile açtı. Tiyatroda büyük bir sessizlik hüküm sürüyordu. Heyecandan düşüp bayılabilirdim. Neyse, zarf açıldı... Bütün tiyatro salonu, 'Yaşasın Miss Turkey' sesleriyle inledi..."

En sonunda 'muasır medeniyet' yarışında istenen merhale alınmıştı! Bütün ülke mutluydu. Ailenin Fındıklı semtindeki evi gazetecilerin ve ziyaretçilerin hücumuna uğramıştı. Gazeteler Keriman Halis'in 'hususi özelliklerini' saymakta yarışıyorlardı: "Feyzi Ati Lisesi'ne gitmiş ve orta tahsilini orada yapmıştır." "Biraz Fransızcası olan müzik aletlerinden en çok piyanoyu seven ve piyano çalan bir kızdır." "Ama asıl başarısı, iyi bir ev kızı oluşundadır." "Akrabalarının tarifiyle 'dehşetli' bir ev kadınıdır. Ev işleri ona fevkalade büyük zevk vermektedir. Çok iyi yemek yapar ve harika dikiş diker."

Görüldüğü gibi ideal Cumhuriyet kızıydı Kerimancık. Az buçuk tahsilli, mükemmel bir ev kadını, iyi bir eş ve anne adayı..

Yarışmaların destekçisi Atatürk de çok mutluydu sonuçtan. 3 ağustos günü Cumhuriyet gazetesine verdiği özel demecinde 'Keriman Ece' dediği kızımızın başarısına 'Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak' bildiği için şaşırmadığını söyledi, ancak Türk kızlarının esas görevinin analarının ve atalarında olduğu gibi yüksek kültürde, yüksek fazilette birinci olmak olduğunu hatırlattı.

MONMARTER KABARELERİ
Ama artık eski heves kalmamıştı. 1933 yılında düzenlenen son güzellik yarışmasını Nazire Hanım kazandı ancak seçilişiyle ilgili şike dedikoduları ayyuka çıkmıştı.
Bunun üzerine romancı milletvekili Aka Gündüz, "Güzellik müsabakaları men edilecek. Bu gibi müsabakalar Monmarter kabarelerinde oluyor. Temiz Türkiye buna müsait değildir. Artık müsabakaların yapılmaması için bir kanun layihası teklif edeceğim" dedi. Hakikaten de 1950'ye kadar bir daha yarışma yapılmadı.


Cumhuriyet'in erkekleri modernleşme projeleri için mihenk taşı olarak seçtikleri Cumhuriyet kadınlarını, yeni Cumhuriyet'in ne kadar 'medeni' olduğunu dünyaya ilan etmek için, önce 'milli görev' deyip sahneye sürmüşler, misyon tamamlanınca da, bu tür müsabakaların 'milli hasletlerimize uymadığını' keşfederek sahneden çekmişlerdi. Muhtemelen bu garip süreçte bile bireyselleşme yolunda önemli adımlar atan Cumhuriyet'in kadınlarına kendileri hakkında verilen bu saçma sapan kararlara uymak kalmıştı. Gerçekten hazin bir durumdu.

Kaynakça: Pınar Öztamur, "Cumhuriyet'in İlk Yıllarında Güzellik Yarışmaları ve Feminen Kadın Kimliğinin Kuruluşu", Toplumsal Tarih, S. 99, Mart 2002, s. 46-53; Mehmet Ö. Alkan ve Cengiz Kahraman, "İlk Pop-Star Yarışmaları ve Güzellik 'Kıraliça'ları: Türkiye Güzeli Mübeccel'im Ben...", Toplumsal Tarih, S.124, Nisan 2004, s. 68-71; Gökhan Akçura Unutma Beni, Ivır Zıvır Tarihi 1, İstanbul: Om Yayınları, 2001, s. 229-261.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh