O daha küçük mü? Konuştuklarınızı
anlamaz size cevap veremez mi?
Evet size
cevap veremediği ya da veremeyeceği doğru. Ama anlamadığı, koca bir yanlış.
Yapılan
araştırmalar 6-14 aylık bebeklerin söylenenleri anladığını ortaya koyuyor. Ona
anlattıklarınıza verdiği tepkiler, baktığı yön ya da nesneler sizi anladığının canlı kanıtı oluyor.
Küçücük bir insan yavrusu olarak dünyaya gelen bebekler, gerçek hayata
gözlerini açtıkları anda içgüdüsel olarak yaşamı öğrenmeye, tanımaya başlıyorlar.
Her geçen gün değil, her dakika hatta saniyeler içinde bebekler gelişiyor.
3 aylık bir
bebek, başını dik tutup kontrol edebilirken, ses çıkaran, ilgisini çeken oyuncaklara
doğru kendisini hareket ettirmeye çalışabilir. Bu bebeklerin ilk “sebep ve
sonuç” ilişkisini öğrenmelerinin başlangıcıdır.
6 aylık bir bebek konuşmaya çalışır bunun içinde farklı sesler çıkarır
ancak biz anlamayız. İşte bu dönem onunla en çok konuşulması gereken dönemlerin
de başlangıç noktasıdır. Artık o kadar hızlı öğrenecektir ki konuştuklarımız
onun öğrenmesinin temellerini oluşturacaktır. “Mama” değil, “yemek”, “bıcı
bıcı” değil, “banyo”, “cızzz” değil, “dokunma” denmelidir. O bir insandır.
Kendi başına bir bireydir. Söylenilen, konuşulan herşeyi anlayabilir, cevap
veremese de tepki verir. Hoşuna giden birşey söylediğinizde güler, ellerini
ayaklarını hızlı hızlı çırpma hareketleri yapar, kızdığınızda ağlamaya başlar.
Ağlamak, yeri geldiğinde bebeklerin kendilerini savunma, yeri geldiğinde de ilgisiz kaldıklarını düşündükleri anda ilgi odağı olmalarını sağlayan en güçlü tekpileridir.
Ağlamak, yeri geldiğinde bebeklerin kendilerini savunma, yeri geldiğinde de ilgisiz kaldıklarını düşündükleri anda ilgi odağı olmalarını sağlayan en güçlü tekpileridir.
İletişim, insanlar arasında kurulan en
güçlü ve en uzun köprüdür.
Yeme-içme gibi
konuşmak da bir tür ihtiyaçtır. Çocuklarımıza konuşmayı çok küçükken öğretmeye
başlayalım. Onlar küçükken başlayan konuşma isteği onlar büyüdükçe de artarak
devam eder. Onlara herşeyi en doğru ve yalın haliyle anlatalım. Anlattığımız ve
öğrettiğimiz herşey o kadar büyük bir “hard disk” in içinde toplanacak ki gün
gelip hepsi su yüzüne çıktığında hayretle ve hatta hayranlıkla izliyor
olacağız. Çünkü görünen o ki çocuklar kendilerine anlatılan herşeyi
belleklerine kaydediyorlar ve gün gelip konuşmaya başladıklarında öğrendikleri
haliyle anlatmaya başlıyorlar.
“Ne ekersen onu biçersin” deyimi aslında bu durumla tam örtüşüyor.
Anne –
babalar bebeklerine ve çocuklarına neyi, nasıl ve ne şekilde öğretirlerse,
çocukları büyüdüklerinde birebir aynı durumlarla, aslında kendi özleriyle karşı
karşıya kalıyorlar. Güzellik yapan güzellikle, iyilik yapan iyilikle, kötülük
yapan kötülükle karşılanıyor.
Bir de
olaya tersten bakalım. “O daha bebek”, “O daha çok küçük”, “Ne desem anlamıyor”,
“Anlatsam ne olacak bilmiyor ki” gibi genel söylemleri çok duyarız ya da
söyleriz. Buna gerçekten inandığımızda da bebeğimizin temel ihtiyaçları olan
uyku, yeme-içme, altını temizleme gibi davranışları sergiler, diğer kalan
zamanlarda da onun eğelenebileceği aktivitelerin neler olduğuna bakarız. Eğer
çocuğumuz çizgi film izlemeyi seviyorsa çocuk kanallarını açıp gün boyu TV karşısına
oturtup kendimiz de rahat rahat işlerimizi halledebiliriz. Ya da birkaç
oyuncağını eline verip ağlamadığı sürece sorun olmadığını düşünebiliriz. Bu son
derece yanlış bir tutumdur. Gelişimin çok küçük yaşlarda, bebeklikte
başladığını düşünürsek büyüyen ve gelişimini tamamlayan birey çocukluktaki
temellerin doğruluğundan yola çıkarak TV izlemeyi sosyal bir aktivite olarak düşünebilir
ve konuşmadan iletişim kurmanın yollarını arayabilir. Yani gün gelir konuşmak
isteğimiz çocuğumuz bizi dinlemez. Çünkü konuşmak, anlatmak onun için bir
iletişim aracı değildir. Onun için çocuklarımızla konuşalım, konuşamayacak
duruma gelmeden önce KONUŞALIM.
Yorumlar