Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş olan ahkâmın çoğu, mücmeldir, kapalıdır.
Sahâbe-i kiram birçok işlerde ictihadları farklı olmuş fakat, hiçbiri diğerinin ictihâdına yanlış dememiş, bunu hâtırlarına bile getirmemişlerdir. Meselâ, Ebû Bekr-i Sıddîk halîfe iken, müslüman olmasını teşvîk için, bir gayri müslimi, bir sahâbînin yanına katarak, beyt-ül-mâlın muhâfaza memuru olan Hz. Ömere gönderdi. Buna zekât hissesini versin! diye emreyledi.
Hz.Ömer ise, bu parayı vermedi. “Müellefe-i kulûb” ismi verilen bu gibi kimselere zekât verilmesi, âyet-i kerimede emredilmiş iken, neye vermedin? diye sorunca, Hz. Ömer “kâfirlerin kalblerini yumuşatmak emri, Allahü teâlânın vaat ettiği zafer ve gâlibiyet başlamadan evvel, kâfirlerin azgın olduğu zamanda idi. Şimdi ise, müslümanlar kuvvetlenmiş, kâfirler mağlup ve âciz olmuştur. Şimdi kâfirlerin kalblerini mal ile kazanmaya lüzûm kalmamıştır” buyurdu.
Sonra, “Müellefe-i kulûb” denilen kâfirlere zekât verilmesi emrini nesh eden, yâni yürürlükten kaldıran Mu'âz hadisini okudu. (Bu hadis-i şerifte, zekatı zenginden alıp, müslüman fakirlere vermesini emir buyuruyordu.)
Hz. Ömerin bu ictihâdının, Hz.Ebu Bekir’in re'y ve ictihâdına uymaması, onun bu emrini red etmek değildir. Beyt-ül-mâlin yâni, müslümanlara âid para ve eşyanın muhâfazasına ve idaresine memur olduğu için, ictihâdını söylemişti.
Ebû Bekr de bu ictihâdından dolayı ona bir şey dememişti. Hattâ, ictihâdını değiştirerek, Eshâb-ı kirâmın hepsi, Hz. Ömer gibi ictihâd eylediler.
Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri meşhûr “İzâle-tül-hafâ” kitâbında buyuruyor ki:
“Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş olan ahkâmın çoğu, mücmeldir, kapalıdır. Selef-i sâlihînin tefsîrleri olmadan çözülemez, anlaşılamazlar. Bir kişinin bildirmiş olduğu hadîs-i şerîflerin çoğu, Selef-i sâlihînden çok kimse bildirmedikçe ve müctehidler bunlardan ahkâm çıkarmadıkça, sened olamazlar. O büyüklerin çalışmaları olmasaydı, birbirlerine uymuyor sanılan hadîs-i şerîfler bir araya getirilemezlerdi.
Bütün bu bilgilerde, Selef-i sâlihîne kaynak olan, ışık tutan, Eshâb-ı kirâmdır. Selef-i sâlihînin yapışdıkları direk, Hulefâ-i râşidînin etekleridir. Bu aslı, bu direği kırmağa çalışan kimse, bütün din bilgilerini yıkmış olur”.
Hz.Ömer ise, bu parayı vermedi. “Müellefe-i kulûb” ismi verilen bu gibi kimselere zekât verilmesi, âyet-i kerimede emredilmiş iken, neye vermedin? diye sorunca, Hz. Ömer “kâfirlerin kalblerini yumuşatmak emri, Allahü teâlânın vaat ettiği zafer ve gâlibiyet başlamadan evvel, kâfirlerin azgın olduğu zamanda idi. Şimdi ise, müslümanlar kuvvetlenmiş, kâfirler mağlup ve âciz olmuştur. Şimdi kâfirlerin kalblerini mal ile kazanmaya lüzûm kalmamıştır” buyurdu.
Sonra, “Müellefe-i kulûb” denilen kâfirlere zekât verilmesi emrini nesh eden, yâni yürürlükten kaldıran Mu'âz hadisini okudu. (Bu hadis-i şerifte, zekatı zenginden alıp, müslüman fakirlere vermesini emir buyuruyordu.)
Hz. Ömerin bu ictihâdının, Hz.Ebu Bekir’in re'y ve ictihâdına uymaması, onun bu emrini red etmek değildir. Beyt-ül-mâlin yâni, müslümanlara âid para ve eşyanın muhâfazasına ve idaresine memur olduğu için, ictihâdını söylemişti.
Ebû Bekr de bu ictihâdından dolayı ona bir şey dememişti. Hattâ, ictihâdını değiştirerek, Eshâb-ı kirâmın hepsi, Hz. Ömer gibi ictihâd eylediler.
Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri meşhûr “İzâle-tül-hafâ” kitâbında buyuruyor ki:
“Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş olan ahkâmın çoğu, mücmeldir, kapalıdır. Selef-i sâlihînin tefsîrleri olmadan çözülemez, anlaşılamazlar. Bir kişinin bildirmiş olduğu hadîs-i şerîflerin çoğu, Selef-i sâlihînden çok kimse bildirmedikçe ve müctehidler bunlardan ahkâm çıkarmadıkça, sened olamazlar. O büyüklerin çalışmaları olmasaydı, birbirlerine uymuyor sanılan hadîs-i şerîfler bir araya getirilemezlerdi.
Bütün bu bilgilerde, Selef-i sâlihîne kaynak olan, ışık tutan, Eshâb-ı kirâmdır. Selef-i sâlihînin yapışdıkları direk, Hulefâ-i râşidînin etekleridir. Bu aslı, bu direği kırmağa çalışan kimse, bütün din bilgilerini yıkmış olur”.
http://gercektarihdeposu.blogspot.com |