Ana içeriğe atla

Büyük kartal öldü Fatih Sultan Mehmed’in vefatı

Dünya tarihinin en büyük hükümdarlarından Fatih Sultan Mehmed Han
Fatih Sultan Mehmed’in vefatı bugün bile münakaşa mevzuudur. Eceliyle mi vefat etti, yoksa bir suikasta mı maruz kaldı? Hâlâ açık değildir.
     “Büyük kartal öldü!”
Fatih Sultan Mehmed’in vefatını, İstanbul’daki Venedik elçisi ülkesine böyle haber vermişti. İtalya’nın topuğunu fetheden hükümdarın, Roma üzerine yürümesi an meselesiydi. Yeni çıkılan seferin de bu fethi kolaylaştırmak maksadını taşıdığı belliydi.

Dünya tarihinin en büyük hükümdarlarından Fatih Sultan Mehmed, hayatının en olgun çağında, Mısır üzerine, belki Rodos'a sefere çıkışının haftasında 3 Mayıs 1481 günü Gebze’de Tekfurçayırı mevkiinde kısa süren bir hastalık neticesi vefat etti. Hususî tabibleri Acem Lârî Çelebi ve Yakub Paşa başındaydı. Lârî, Yakub’un tedavisini hatalı bulmuş; fakat kendisi de muvaffak olamayınca tekrar Yakub’u çağırmışlardır. Padişahın vefatından bir sene evvel kaleme alınan

Tâli-i Mevlûd-i Sultan Mehemmed Han adlı eserinde müneccimbaşı Geylânî, padişahın bir sefer sırasında vefat edeceğine dair keşfini yazmıştır. Sultan, bunu okudu mu bilinmez. Ama keşif doğru çıkmıştır.

     Ah şu doktorlar!
Osmanlı tarihçileri vefat sebebinin hastalık olduğunda müttefiktir. Hezarfen Hüseyn, Takvîmü’t-Tevârih’te “Nikris (gut) hareket edip, bazı alâmetler de eklenince, tahtı oğlu Şehzade Bayezid’e vasiyet ederek vefat etti” diyor. Köprülü Kütüphanesi’ndeki anonim Mecmua-i Resâil’e göre padişah sefere hasta çıkmıştı. Yolculuk kendisini iyiden iyiye yordu. Diline takılan şu beyti devamlı söyler oldu: Âh min süfretin garîbin bigayrı iyâb/Âh min firkatin min ahbâb! [Âh ederim dönüşü olmayan yolculuktan/Âh ederim sevdiklerimin ayrılığından] Öleceğini hissetti. Bu da hastalığını arttırdı. Sadrazam Karamanî Mehmed Paşa, “İnşallah Mısır’a sultan olursunuz. Sıcaktır; orayı tercih edip kalırsınız. Anadolu ve Rumeli’yi şehzâdelerinize bırakırsınız” diye teselliye kalkıştıysa da muvaffak olamadı.

Bu seferde bizzat bulunan Neşrî, “İstanbul’dan çıkalıdan beri hasta idi. At arabasına girerek sefer etmesinden, yabancı kimseler ahvaline vakıf değildi” der. Kemalpaşazâde, “Ayak zahmetiyle huzuru kaçmıştı. Atalarından gelme nikris illeti, son demlerinde kendisini ciddi rahatsız ederdi” der. Tâcüttevârih, sefere hasta çıktıklarını, giderek zayıflayıp hallerinin değiştiğini anlatır. Müneccimbaşı, konakladıkları yerde hastalığının şiddetlendiğini söyler. Nişancızâde, sıhhati iyi olmadığı halde sefere çıktığını, konakladığında vaziyetin ağırlaştığından bahseder. Hayrullah Efendi, “Babası gibi nikrisi vardı. Seferde hastalığı arttı; hatta binip inmeye gücü kalmadı. Konakladığı günün akşamı vefat etti” der.

Hâdise hakkındaki en enteresan tasvir, o devirde yaşamış Âşıkpaşazâde’ye aittir. Gerçi Âşıkpaşazâde’nin o tarihte vefat etmiş olduğu; eserini talebelerinin tamamladığı söylenirse de bu başka mevzudur. Orada der ki, “Vefatına sebep, ayağında zahmet vardı. Tabibler ilacından âciz oldular; sonra toplanıp ayağından kan aldılar. Zahmeti arttı. Şerâb-ı fâriğ verdiler. Allah rahmetine vardı” der; sonra manzum olarak tabiblere acı serzenişte bulunur. Şerâb-ı fâriğ, şifâsı umulan, ama işe yaramayan son ilaçtır.

Tabibler şerbeti kim verdi bana/O hân içdi şerâbı kana kana

Ciğerin doğradı şerbet o hânın/Hemîn dem-i zârı etti yana yana

Dedi niçün bana kıydı tabibler/Boyadılar ciğer-i canı kana

İsâbet etmedi tabib şerâbı/Timarları kamu vardı ziyâna

Tabibler hâna çok taksirlik etti/Budur doğru kavil düşme gümâna

Dua et Âşıkî bu hân hakkında/Ki nûr-ı rahmete cânı boyana.

Sultan Fatih’in heyeti yakışıklı idi. Fakat 40 yaşlarında iken çok şişmanlamıştı. Vefatına bir sene kala da çok zayıf düşmüştü. Ölümünde içinden omuzlar kesilerek çıkarılan elbisesi bunu gösterir. Ressam Bellini’nin yaptığı son resminde zayıf, benzi uçuk, yüzü ince ve alt çenesi biraz yukarı kalkmış haldedir. Demek ki dişleri dökülmüştür. Padişahı bu hâle getiren nedir? Tıp tarihçisi Süheyl Ünver’e göre, polidipsi (böbrek rahatsızlığı sebebiyle aşırı su ihtiyacı) ve diyabet (şeker) olabilir. Padişahın yalnız yemek yeme âdetini kanun hâline getirmesi belki bunun işaretidir. Öte yandan, saray mutfak kayıtlarından da anladığımıza göre, zayıflık ve takatsizliğin önüne geçmek için çeşitli ve gıdalı yemeklere itibar etmektedir. Vefat sebebi ise, muhtemelen nikris krizi de denilen asidoza, yani böbrek ifrazatının atılamaması neticesi girilen komadır. Nikris, tek başına değilse bile, böbrek tahribatı yoluyla öldürücü olabilmektedir.

Fatih’in etraflı bir biyografisini kaleme almış Alman tarihçi Franz Babinger der ki: “Padişahın İtalya’yı fethinden korkan Venedik, 15 suikast tertipledi. Sonuncusu muvaffak oldu. Venedik Yahudisi Iacobo, Müslüman görünüp Yakub adını aldı. Yüksek meblağda para, Venedik vatandaşlığı ve vergi muafiyeti karşılığında bu cinayeti işledi. Üsküdar’a geçtiği 25 Nisanda zehirlemeye başladı. Tedavi iddiasıyla doz arttırıldı. 3 Mayıs Perşembe gün vefat vuku buldu. Padişah ölünce, asker suçluyu, yani Yakub Paşa’yı linç etti”. Son devir tarihçileri, onlarca klasik Osmanlı kaynağını bırakıp, bu söze iştiyakla sarılmıştır.

Babinger’e göre zehirlenme kat’îdir; esas fail meçhuldür. Babinger, en az Venedik kadar, Şehzade Bayezid’e işaret eder. Sefer Mısır’a olduğuna göre, Memlûk Sultanı Kayıtbay da zanlılar arasındadır. Hatta Kayıtbay’ın adamı da Lârî Çelebi olarak verilir. Hâdiseden on sene evveline ait 1471 tarihli bir Venedik vesikasında, Yakub Paşa’ya bu yolda yapılacak bir tekliften bahis vardır. Osmanlı tarihçilerinde buna dair en ufak bir ima dahi yoktur. Âşıkpaşazâde’nin yazdığı ve zamanenin delil gösterdiği şiirde, tabibin şüpheli ilacına bir ima sezilirse de, padişahın çektiği ölüm acısının kastedilmesi daha mantıklıdır. Hatırlı bir hasta iyileşmez de ölürse, bugün bile tabibleri suçlamak âdettir. Üstelik Yakub Paşa, padişahı öldürdüğü için değil, Sadrazam Karamani Mehmed Paşa ile beraber ölümü gizlediği gerekçesiyle ayaklanan asker tarafından katledilmiştir.

Her işin arkasında bir suikast aramak yersizdir. Padişahın vefat ettiği 49 (veya bazı rivayetlerde 51) yaş, bugün için genç; ama o zaman için normal sayılabilecek bir yaştır. Padişahın babası Sultan II. Murad, 47; dedesi Çelebi Sultan Mehmed, 39; büyük dedesi Yıldırım Sultan Bayezid, 43 yaşında vefat etmiştir. Genetik mirası kötü, üstelik seferlerde yıpranmış ve hastalıkla tükenmiş bir vücuda, o zamanın mahdud fennî imkânlarıyla tabibler ne yapsın? Ta Sultan II. Murad’dan beri Osmanlı hizmetindeki Yakub Paşa’ya padişahın itimadı çoktu. Hatta bir ara defterdarlık bile yapmıştır. Padişahın hususî tabibliğine kadar yükselmiş bir zâtın, basit bir menfaat için böyle cinayet işlemesi pek akıl kârı değildir. Bu niyette birinin saraya kadar sokulması büyük bir emniyet zaafına işaret eder ki, bu, Fatih ve sarayı için pek muhtemel görünmüyor. Her ne kadar o devir, “zehrin altın çağı”; İtalya da bunun kompetanı olsa da, Sultan Fatih’i Venedik’in zehirlediğini iddia etmek, komplo teorisinden öte bir kıymeti yoktur. Cinayet faraziyesinin kabul görmesinin sebebi, son asırda milletin sürüklendiği eziklik ve herkesi düşman görme sendromudur. Babinger’i anlamak daha da kolaydır: Yakub Paşa bir Yahudidir. Bir Alman için, Yahudiler, dünyadaki bütün kötülüklerin sebebidir.


26 Haziran 2013 Çarşamba.Ekrem Buğra Ekinci


Dünya tarihinin en büyük hükümdarlarından Fatih Sultan Mehmed Han





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh