Ana içeriğe atla

Srebrenitsa Katliamı ve Ratko Mladic'in Türklere olan öfkesi !.



[Yalan Yazan Tarih utansın]

II. Dünya savaşında Almanlar'ın yahudilere uyguladığı soykırımdan sonra Avrupa'da en yaşanan en büyük soykırım 11 Temmuz 1995'de Yugoslavya'nın Srebrenica kentinde gerçekleşmişti.

Resmi rakamlara göre 8372 kişinin katledildiği soykırımda ölenleri anmak ve yaşanan bu vahşeti kınamak için Genç Boşnaklar Derneği bu yıl Türkiye'de eylem yapıyor. 8 bin 372 çift ayakkabı toplayan ve bu ayakkabıları Taksim'de BM'nin İngilizce kısaltması olan 'UN' (United Nations) şeklinde sergileyecek olan dernek üyeleri bu yolla dünyanın bu katliama kayıtsız kalışını bir kez daha bütün dünyaya hatırlatacak.

Serginin ardından, kullanılır durumda olan bütün bu ayakkabılar, Suriye'den kaçıp Türkiye'ye sığınan muhtaçlara dağıtılacak.

Tarihe dönersek; Osmanlı Padişahı I. Murat, Prens Lazar komutasındaki Sırp kuvvetlerini 1389'da Kosova Meydan Muharebesinde yenmişti. Fethedilen yeni topraklara Anadolu'dan getirilen Türkler ve Müslümanlar yerleştirilmişti. 500 yıllık Osmanlı Yönetiminde çeşitli ırk ve dinlere mensup bu insanlar barış içinde kardeş gibi yaşamışlardı.

Ta ki Kosova savaşının 600. yıldönümü olan 1989'da onbinlerce Sırp faşistini bir açık hava mitinginde bir araya getiren Miloseviç'in onlara şu ibretlik çağrıyı yapmasına kadar.

"İslâm vebası ülkemize tam buradan yayıldı. Ve biz Sırp vatanseverleri onu yine aynı yerden başlayarak yurdumuzdan kazıyacağız."

Bosna İç Savaşı işte bu sözler başlamıştı. [sre]

Bosnalı müslümanlar bütün uluslar tarafından bu savaşın ortasında yapayalnız bırakılmışlardı. 1991 yılında Küveyt halkına sahip çıkarak Körfez Savaşı'nı başlatan devletler Bosna'da yaşananları görmüyorlardı bile. Çünkü onların 'petrol'leri yoktu. Çünkü onlar her türlü hakarete ve aşağılamaya layık bir ırka ve bir dine mensuplardı.

Oysa ki Bosnalı müslümanlar şehirlerde yaşayan, sanat ve kültür ile uğraşan kendi halinde insanlardı.

Nisan 1992'de Srebrenica'nın hemen dışında bulunan Bratunac köyünde yaklaşık 350 Bosnalı Müslüman, Sırp paramiliterleri ve özel polis güçleri tarafından ölümcül işkenceye tabi tutulmuş ve katledilmişti. Sırplar hafta içi rutin işlerinde çalışırlarken hafta sonları pikniğe (müslümanları işkence ile öldürmenin adı piknik idi) gidiyorlardı..

Ülkede Fransız İstihbaratçıları tarafından tecavüz kampları kurulmuştu. Bosnalı kadınlara en iğrenç işkencelerin yapıldığı bu kamplarda tecavüze uğrayarak hamile kalan kadınlar, kürtaj yaptırabilme zamanları geçinceye kadar serbest bırakılmıyorlardı. Böylece Müslüman Boşnak soyunun Sırplaştırılması hedefleniyordu.

Savaşta her yol mübahtır psikolojisiyle zıvanadan çıkmışcasına vahşileşen insanlar, yıllarca yanyana yaşadığı, komşuluk ettiği masum insanların can düşmanı oluvermişlerdi.

Engeller, yasaklar, cezalar, kanunlar olmadığı zaman demek ki insanların içinde uykuda olan o alt benlik kana doymaz bir yaratığa dönüşebiliyordu.

[sreb] İşkenceye maruz kalmak başka birşey, onu uygulayan olmaksa çok daha başka birşey.

Bir canın can çekişmesine seyirci kalabilmek, onun acılar içindeki haykırışlarını duymazdan gelebilmek, parçalanmış cesetlerle yaşayabilmek, onları birer çöpmüşcesine kepçelere doldurarak çukurlara atabilmek, ölüp ölmediğine bakmadan canlı canlı dozerlerle üzerlerinden geçebilmek, kırılan kemiklerin sesleriyle, kan kokusuyla yaşayabilmek ve üstüne üstlük bütün bunlardan haz alabilmek...

Kısacası; insan olma vasfını kaybetmek...

İnsanı bu kadar zalim yapan nedir?

Bu kadar zalim olabilenler aslında kendilerine yetersiz ve basiretsiz insanlar mıdırlar?

Bu katliamlarım emrini verenler belki de çocukken hayvanlara işkence edenlerdiler. Karga yavrularını yalaklara batırıp çıkartarak boğanlar, kedi köpek yavrularına eziyet edenler, oyun arkadaşlarına saldıranlardılar. Emri uygulayanlar da kendi başlarına olunca 'hiçbir şey' olup, toplulukla birlikte hareket edince 'herşey' olabilenlerdendiler.

İçlerindeki bu ezilmişlikle kendilerinden güçsüz gördükleri her canlıya zulmedebilen bu insanlar için savaş halinin oluşması bulunmaz bir nimet oluyor demek ki. İçlerinde taşıdıkları bütün o irini rahatlıkla boşaltabiliyorlar. Ne bir korku, ne de bir suçluluk duygusu taşıyorlar.

Genelde bu tip insanların savaş haline gerek duymadan yaptıkları işkenceler de o kadar çok ki. Onlar için karşılarındakinin düşman olup olmaması hiç önemli değil.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh