Ana içeriğe atla

Din kardeşliği kıymet bilip değer verelim

Dostluk

Bir zamanlar Türkiye dahil pek çok ülke (ahalisi) İsveç’e hayrandı. Orada ‘âdil’ bir düzen vardı. Fert başına düşen milli gelir fevkalade idi. Medeni insanlardı, pek gürültü patırtı olmazdı orda.

Şimdi basından öğrendiğimize göre İsveç’te her yedi kişiden biri hayatta hiç dostu olmaksızın ölüyormuş. Nüfusun %63’ü evinde yalnız yaşayan ihtiyarlardan oluşuyormuş.

Zavallılar.

Almanya’da yirmi beş yıldır bir fabrikada yönetici olarak çalışan bir mühendis arkadaş ile izne geldiğinde konuşuyoruz.


Ona şu soruyu sordum:

– Ortalama bir Alman’ın (işçi, memur vb.) hayatında en önemli unsur nedir? Yani günlük hayatında vazgeçilmez olan nedir?

Hiç duraksamadan şu cevabı verdi:

– İş çıkışı bir bara uğrayıp birasını içebilmek. Arada atıştırmak. Özel günler hariç Avrupa’da evde yemek pişmez, ailece sofraya oturulup yenmez. Herkes bir yerlerde ayaküstü karnını doyurur.

Soruyu bu defa tersten sordum:

– Peki. Aynı Alman’ın günlük hayatta başına gelebilecek en kötü şey nedir?

Yine duraksamadan cevap verdi:



– İş çıkışı birasını içememek.

– Peki bu Alman eve gidince ne yapıyor?

– Soyunup dökünüp televizyon karşısına geçiyor. Az sonra yorgunluktan uyuklamaya başlıyor. Gidip yatıyor. Çünkü sabah erken kalkıp mesaiye yetişecek.

Budur.

Bir kaç yıl önce hatırlarsınız Avrupa’da feci yaz sıcakları oldu. O mevsim sadece Fransa’da on beş bin yalnız yaşayan ihtiyar öldü. Ve bu medyaya pek yansımadı.

İlgililer o sıra tatilde olan yakınlarını, çocuklarını arayarak ‘Babanız, dedeniz, ananız öldü, ne yapalım’ diye sordular.

Çocuklar kutsal tatillerini yarıda kesmeye yanaşmadı. ‘Siz morga kaldırın, biz dönüşte ilgileniriz’ diyerek güneşin, denizin ve aşkın tadını çıkarmaya devam ettiler.

Çok şükür insanımız böyle bir ahlak tanımıyor. Bizde hâlâ tarım toplumunda oluşan gelenekle, kitabımızda yer alan ahlak ilkeleri geçerlidir.

Dost nedir?

Omzuna başını yaslayıp ağlayabileceğin, sırtını dayayıp kavgaya girebileceğin adamdır. O seni arkadan vurmaz.

Dostluk sevgi, saygı, fedakârlık ve feragata dayanır. Hizmet, hürmet, merhamet, şefkat ister. Eşler arasında dahi geçerli olan budur.

Dost seni düştüğün yerden kaldırandır.

'Düşene bir tekme de sen vuracaksın' sözü bizim kitabımızda yer almaz.

Dostluk, komşulukla beraber mahallede başlar. Ne yazık ki bazı küçük taşra şehirleri ile kasabalar hariç mahalle kayboldu.

'Mahalle baskısı' bu sebeple boş bir laftır.

Mahalle arkadaşlığından sonra okul arkadaşlığı, sonra asker arkadaşlığı, sonra iş arkadaşlığı, hısımlık-akrabalık-hemşehrilik gelir.

Dost kucağı güvenlik alanıdır.

Bu sebeple yukarıda söylediğimiz gibi köyden kente göç sırasında, köylüler-hemşehriler birbirinin elinden tutar, aynı semte yerleşir, aynı işte çalışırlar.

İstanbul’da binlerce ‘köy derneği’ olması bu dayanışmanın mahsulü olup, bu da yine tarım toplumuna ait bir gelenektir.

Sanayi toplumu bütün bu insanî ilişkileri yıktı, insanı makinaya esir etti. Zaman ve mekan değişti. Bu sebeple Ahmet Haşim’in ‘Müslüman Saati’ başlıklı yazısı önemlidir.

Biz şimdi ne yardan geçiyoruz ne serden. Ne işimizi terkedebiliyoruz ne dostumuzu.

Ama modern-teknolojik medeniyet kendi acımasız kanunlarını dayatıyor.

Gün geçtikçe dostluklar menfaat ilişkisine dönüşüyor, büyük aile dağıldığı için dayanışma ve bölüşme duyguları törpüleniyor.

Ancak bir husus var ki o bizi ayakta tutuyor.




O da din kardeşliği.

Müslüman Müslümanın kardeşidir. Birbirinizi sevmez iseniz iman etmiş sayılmazsınız. Bunlar ilkelerimiz.

Peki bu ilkelere ne kadar uyabiliyoruz. Dostlarımızın yardımına ne kadar koşabiliyoruz. Kendimiz tok iken komşumuzun aç olduğunu biliyor muyuz?

Sorular çoğalabilir.

Bu soruları çoğaltan modern-teknolojik medeniyetin (kapitalizmin) iş ahlakıdır. İnsan ilişkileridir. Ya yakayı kaptıracağız, ya karşı çıkacağız.

Soruyu yıllar önce İsmet Özel sormuştu:

– Müslüman olarak mı gelişip-zenginleşeceğiz?

– Yoksa gelişip-zenginleşerek Müslüman mı kalacağız?

Benim cevabım: Dün olduğu gibi bu gün de fakir kalsak da imanlı ve onurlu olmaktır.


Mustafa Kutlu


                                 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh