Ana içeriğe atla

Bu hükümet yaşam tarzına müdahale ediyor

Siz nasıl bir memleket istiyorsunuz

Bu yazimiz  laiklik uğruna yıllar boyu inançlı kesime baskı yapılırken (komünistler de bu baskıdan nasibini çokça almıştır), bugün mangalda kül bırakmayan gazeteler, yazarlar, üniversite kodamanları ve memleketin entelektüel kesimine.

“Hükümet yaşam tarzına müdahale ediyor” 

diye celâllenmeden önce, ideolojik devlet yapısının 90 senedir müdahale etmediği “yaşam tarzı” bırakmaması karşısında neden sus-pus oturduğumuzun hesabını hepimizin vermesi lâzım.
Mesela, laiklik uğruna yıllar boyu inançlı kesime baskı yapılırken (komünistler de bu baskıdan nasibini çokça almıştır), bugün mangalda kül bırakmayan gazeteler, yazarlar, üniversite kodamanları ve memleketin entelektüel kesimi neden “özgürlük” demedi, “hak” demedi, “hukuk” demedi, “Yaşam tarzına müdahale ediliyor” demedi?
Benim köy evim, “Gizli âyin yapılıyor” ihbarı üzerine 1960’da jandarma tarafından basıldı. İlk kez kelepçe bileklerime geçtiğinde 14 yaşın sonlarındaydım henüz.
Kapıyı ve pencere panjurlarını tüfek dipçikleriyle kırarak içeri girdiler. Her tarafı köşe-bucak aradılar. Kur’an dâhil, Osmanlı alfabesiyle yazılı ne buldularsa çuvallara doldurup götürdüler. Gazetelere haber olduk. Zamanın gazeteleri (bazıları hâlâ yayında) “Bir irtica evi basıldı, çok sayıda yasak yayın ele geçti” diye verdiler bu haberi.

“Suç”umuzu da onlardan öğrendik. 

Meğer biz, yani evdeki beş kızla üç kadın, bir de çocuk, yani ben, “Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek” propaganda yapmışız, telkinde bulunmuşuz…
Öngörülen cezayı yine gazetelerde okuduk: “Beş yıldan on yıla kadar hapis.”
Ne diyorsunuz siz? O günlerin darbe havası (27 Mayıs darbesi), bugünlerin demokrasi havası gibi değildi. “Hükümet-i cumhuriye”yi yıkmaya çalıştığımız söylentisi bile çıkmıştı bizim ilçede. Kaç ay “idamlık” gözüyle bakılmış, vebalı gibi bizden kaçılmıştı.
Bu ülkede bu türden envai çeşit baskılar yaşandı. Çok fazla gerilere gitmeye de gerek yok; 28 Şubat sürecinde atılan manşetler, yazılan yazılar, oynanan medyatik oyunlar, yapılan uygulamalar ortada…
Sonuç olarak şunları söylemek mümkün ki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının dinsiz olmaya hakkı vardı, ama lâik olmama hakkı yoktu (Yaşam tarzının sı­nırlarını devlet belirlemişti)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının Allah’a ve Peygamberlere inanmama­ hakkı vardı, ama Kemalist olmama hakkı yoktu (İnancın sınırlarını devlet çizmişti)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının dinsiz olma hakkı vardı, fakat “tarikatçı” olma hakkı yoktu (Vicdanî kanaatin sınırlarını devlet oluşturmuştu)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bir yere kadar “dindar” olmaya hak­kı vardı, ama dinini istediği yerde, istediği gibi öğrenmeye, öğretmeye ve yaşamaya hakkı yoktu (İmam hatiplerle ilâhiyat kapalı, özel din eğitimi ise yasaktı)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının başını açmaya, mi­ni etekle yahut şortla dolaşmaya hakkı vardı, ama başını örtmeye ve çarşaf giymeye hakkı yoktu (Modayı bile devlet belirlerdi)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının şapka giymeye hak­kı vardı, ama fes, kalpak, takke giymeye hakkı yoktu (Kılık-kıyafet devlet tarafından tanzim edilmişti)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının Fransızca, İngilizce, Flamanca, Hintçe, Sanskritçe v.s. okuyup yazmaya, bu dillerde şarkı söylemeye hakkı vardı, ama Kürtçe/ Lazca okuyup yazmaya ve şarkı mırıldanmaya, hatta Kürt, Laz, Arnavut, Romen olmaya hakkı yoktu (Hangi ırkın ahfadı olduğumuzu devlet belirlerdi: “Ne mutlu Türk’üm diyene!”)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı her lise mezununun askeri okullara girmeye hakkı vardı, ama imam-hatip lisesi mezunlarının hakkı yoktu (Meslek tercihini bile devlet yapıyordu)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının öz babasını, öz annesini sevme­meye, beğenmemeye ve bunu özgürce açıklamaya hakkı vardı; ama Atatürk’ü sevmeme, beğenmeme hakkı yoktu (Kimi seveceğimizi devlet söylerdi)…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının “devrim nikâhı” da denilen nikâhsız beraberliğe hakkı vardı, ama dini nikâh kıydırmaya hakkı yoktu (Devlet nikâhımıza karışırdı)…
Daha kimin evini soruyorsunuz? 
 Y Bahadiroglu
http://gercektarihdeposu.blogspot.com



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh