Ana içeriğe atla

Abdülhamid devrinin her 24 saati bin muammayla doludur.

II. Abdülhamid, Atatürk'ü hapse attırmış!

“Abdülhamid devrinin her 24 saati bin muammayla doludur.” 1930’larda sıkı bir Abdülhamid düşmanı iken 1960’larda tam tersine koyu bir Abdülhamid hayranı olarak karşımıza çıkan yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun bu cümlesi beni çok düşündürmüştür.
Her 24 saatine binbir muammayı doldurmuş bu karmaşık iktidar döneminin kıvrımları arasında saklanmış nice olay ve çehrenin gerçek yüzü, ağır ağır aydınlanmakta.
Anlatacağım olay da, bizzat Mustafa Kemal tarafından en az iki defa dillendirildiği halde, Atatürk’ün resmi biyografilerinde ya geçiştirilmiş yahut da yazıldığı halde dikiz aynamıza bir türlü girememiştir. Bugün vefatının 90. yılında Sultan II. Abdülhamid’i rahmetle anarken, onun “muamma”larından birini daha büyüteç altına alıyoruz.
21 Ekim 1904’te, 24 yaşında Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı olarak mezun olan Mustafa Kemal, birkaç ay kadar tayinini bekleyecekti. Bir süre sınıf arkadaşı Ali Cebesoyların Kuzguncuk’taki yalısında misafir kalmış,

daha sonra yine tayin bekleyen birkaç arkadaşıyla birlikte Beyazıt-Gedikpaşa civarında bir Ermeni’nin apartman dairesini kiralamışlardı. Burada toplanıp memleket sorunlarını görüşürken, kurtuluş için Meşrutiyet yönetiminin geri getirilmesinin şart olduğu, bunun için de ordunun Saray’ı sıkıştırması gerektiği üzerinde görüş birliğine varmışlardı. Bu amaçla her biri atanacakları yerlerde birer örgüt kuracak, sonra da şubeleri birleştirip hükümet üzerinde baskı kuracaklardı.

Ne var ki, Abdülhamid’in meşhur hafiye örgütünün içlerine sızacağını hesaplayamayacak kadar toydular o sırada.

Toplantılar olanca hızıyla sürerken günün birinde subayken ordudan atılmış Fethi Bey adlı birisini aralarına almak gafletinde bulunurlar. Başlangıçta “örgüt” adına epeyce yararlılıkları görülen Fethi Bey, günün birinde kendilerine yeni bir arkadaşın daha katılmak istediğini bildirir. Önce sözü edilen arkadaşı görmeleri gerektiğini söylerler ve Galata Köprüsü civarında bir kahvede buluşmaya karar verirler. Ancak gelmesi beklenen yeni ‘arkadaş’, Abdülhamid’in has adamlarından Zülüflü İsmail Paşa’nın yaverinden başkası değildir ve yanında bir sürü jandarma da getirmiştir! Meğer acıyarak yanlarına aldıkları Fethi Bey, bir hafiye ve konuştukları her şeyi günü gününe Abdülhamid’e bildirmekte değil miymiş!

İşte bu baskınla Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Fethi Okyar da aralarında olmak üzere “gizli örgüt”ün bütün elemanları jandarmalar tarafından yakalanarak hapse atılır.

Bundan sonrası daha da ilginçtir. Çünkü Yüzbaşı Mustafa Kemal, Abdülhamid’in yaşadığı Yıldız Sarayı’nın mabeyn dairesine götürülüp gizli örgüt kurmak, bu amaçla para toplamak, gazete çıkarmak ve toplantılar yapmaktan sorguya çekilmiştir. Kendisi hatıralarında ‘aylarca’ hapiste kaldığını söylese de, tutukluluğunun en fazla iki ay sürdüğünü biliyoruz. (Mezuniyeti 21 Ekim’de, Şam’a tayini ise 11 Ocak’tadır.)

Asıl şüpheyi davet eden nokta, bir Ermeni’nin evinde kalmaları ve Jön Türklerin yasak yayınlarını takip etmeleriydi. O günlerde Ermenilerin Sultan’a bir suikast düzenleyeceklerine dair haberler alınıyordu; Saray’a, Ramazan’ın 15’inde Hırka-i Şerif’i ziyaret edecek olan Abdülhamid’e bombalı bir saldırı düzenleneceği ihbarı yapılmıştı. Padişah, Beyazıt civarından arabayla geçecekti ve onların bu güzergâhta bir ev tutmuş olmaları şüpheyi daha da artırmaktaydı. Nitekim bu ihbar, 6 ay kadar sonra, Mustafa Kemal ve arkadaşları aklanıp Şam’a gönderildikten sonra Ermeni teröristlerin elinde gerçek adresini bulacaktı (21 Temmuz 1905, Bomba Olayı).

Yıldız Sarayı Mabeyn Dairesi’ndeki sorgulama sırasında bizzat Abdülhamid’in sorgu odasına kadar geldiği ve görünmeyen bir yerde Mustafa Kemal’in cevaplarını dinlediği rivayeti, ta 1931 yılında liseler için hazırlanan “Tarih” kitabından beri dillerdedir ama Atatürk’ün kendisi bize bundan hiç bahsetmemiştir. Annesi Zübeyde Hanım’ın mezarı başında Ocak 1923’te yaptığı konuşmada, şunları söylediğini biliyoruz:

“Hayata ilk hatveyi adımı atıyordum. Fakat bu hatve hayata değil, zindana tesadüf etti. Hakikaten bir gün beni aldılar ve idare-i müstebidenin istibdat yönetiminin zindanına koydular. Orada aylarca kaldım. Validem bundan ancak mahpesten çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni görmeye şitap etti koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar idare-i müstebidenin hafiyeleri, casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkadan beni takip ediyordu. Beni menfama götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmekten men edilen validem gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında elemler ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu.”

Annesinin ağlamaktan gözlerinin zayıfladığını söyleyen genç Mustafa Kemal, yine de ucuz kurtulmuş sayılırdı. Eğer Serasker Rıza Paşa araya girip de Sultan’ı, onların gençliklerine uyup bir hata işlediklerine ikna etmemiş olsaydı, rejimi değiştirmek için gizli örgüt kurmaktan tutuklanmaları ve askerlikten atılmaları işten bile değildi.

Velhasıl, “yıldızın parladığı anlar”dan birindeydi. Günün birinde bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasında İsmail Hakkı Paşa, Padişah’ın kararını kendisine şöyle bildirecekti: “Şimdiye kadar büyük yeteneklere sahip olduğunu gösterdin… Ama öte yandan, kendinin ve üniformanın şerefini lekelemiş durumdasın… Siyasete ve Padişah’ınıza karşı vatan hainlerinin yıkıcı propagandasına karıştın. Arkadaşlarını da aynı şeyi yapmaları için teşvik ettin. Buna rağmen Efendimiz merhamet göstermeye karar verdi. Ve seni affetti. Yalnız tayin beklediğin Edirne ve Makedonya’ya değil, Şam’a gönderileceksin.”

Mustafa Kemal’in çok yıllar sonra, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” adlı kitabıma da aldığım “Abdülhamid yönetiminin her şeye rağmen hoşgörülü olduğu” yolundaki sözlerinin kaynağı bu af olayı olsa gerek.

Atatürk bu sözü söylediği sırada, İzmir suikastı teşebbüsünden sonra en yakın silah arkadaşlarının idamla yargılandığını mı hatırlamıştı dersiniz? 


KAYNAK: MUSTAFA ARMAĞAN 

Benim ATAM Abdülhamid Han
http://gercektarihdeposu.blogspot.com


Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh