Ana içeriğe atla

Hilafet kaldırıldı ve Batı sevindi

Diktatörlük çarkı dönmeye başladı


Fethi Okyar hükümeti düşürülmüş, yerine sertlik yanlısı İsmet Paşa hükümeti kurulmuştu. Hükümete olağanüstü yetkiler tanınmış, Takrir-i Sükûn Kanunu ile muhalifler sindirilmiş, basın susturulmuş ve nihayetinde milli mücadeleye katılanlar da dahil birçok kişi İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanarak bedenen ortadan kaldırılmıştı.

OSMANLI hanedanına ait kişiler, kendilerine ait arazileri de artık kulanamayacak, hiç bir hak talep edemeyeceklerdi. Nitekim hilafetin kaldırılmasına dair kanun bunu açıkça belirtiyordu. “Hilafetin kaldırılması ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti dışına çıkarılmasına dair teklif-i kanun” 54 milletvekilinin imzasıyla Meclis’e sunulmuştu.

Teklifin ilk maddesi şöyleydi;
“Halife hal edilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğudan, hilafet makamı mülgadır...”


İkinci maddesi ise şöyledir; “Mahl-ü halife ve Osmanlı Saltanatı müderrisesi hanedan erkek, kadın bilcümle azası ve damatlar Türkiye Cumhuriyeti memaliki dahilinde ikamet etmek hakkından ebediyyen memnudurlar. Bu hanedana, kadınlardan mütevellit kimseler de bu madde hükmüne tabidirler..”

VE HİLAFET KALDIRILIYOR

Artık saltanatın kaldırılmasından sonra hilafetin kaldırılması da iyice gündeme gelmişti. Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesi, “60 milletvekili hilafetin kaldırılmasına ve hanedanın memleketten çıkarılmasına taraftar” haberini vermişti. Vatan bir anlamda, Türkiye’de 28 Şubat 1997 tarihinde yaşanan psikolojik savaş benzeri bir girişimi başlatan gazete olmuştu. Sonuçta hilafetin kaldırılmasına ilişkin kanun teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sevk edilmiş ve Meclis’in 3 Mart 1924 tarihli toplantısında görüşülmüştü.
Meclis’in 1 Mart 1924 tarihli açılış toplantısında konuşan Mustafa Kemal, “Millet, Cumhuriyetin şimdi ve gelecekte bütün saldırılardan kesin ve ebedi olarak masun (dokunulmaz) bulundurulmasını istemektedir. Türk milleti üzerinde kabus bulundurulamaz” demiş ve bu ifadeyle hilafetin kaldırılacağının işaretlerini zaten vermişti.

BATI SEVİNDİ

Müslüman toplumlarda bu gelişmeler olurken Batı hilafetin kaldırılışını takdirle karşılıyordu. İngiliz basını Tac’ın sömürgelerindeki Müslüman direnişçilere ciddi bir darbe indirildiğini savunurlar. Ancak bazı İngiliz gazetelerine göre; İngiliz sömürgelerindeki cahil halkın Şerif Hüseyin’in isyanında olduğu gibi bu işte İngiliz parmağından şüphelenecek ve Hıristiyan devletin hilafete müdahale etmesinden infial gösterecekler; hatta yeni hilafetin ortaya çıkması için İslam alemi rakipler kavgasına düşecek, bu da sömürgelerde istikrarsızlık getirecektir. Batı basınının hilâfetin kaldırılışını genel destekler tutumunun yanı sıra ABD’den gelen tanınmış gazeteci Howard da ABD’nin desteğini gösterir nitelikte açıklamalar yapmıştır.
Hilafetin kaldırılışını dini kurumların ortadan kaldırılması ve bu kurumların devletle olan ilgisinin koparılması takip etmiştir.

TÜRK DEMOKRASİ TARİHİ

Türk demokrasisi, Türk siyaset geleneğinden bağımsız düşünülemezdi. Türk siyaset geleneğinin en belirgin özelliği ise militarist, seçkinci bir karakter taşıması ve sivilleşememiş olmasıydı.
Tek Parti’nin hilafeti kaldırması (3 Mart 1924), ümmet anlayışının terk edilerek yerine ulusçu milliyetçi bir anlayışın getirilmeye çalışılması, buna alışık olmayan halk üzerinde ters etki yapmıştı. Şeyh Said İsyanı başta olmak üzere ülkenin pek çok bölgesinde protesto gösterileri her geçen gün artacaktı.
Bunun üzerine 3 Mart’ta Fethi Okyar hükümeti düşürülerek sertlik yanlısı İsmet Paşa hükümeti kurulacak, bununla farklı sesler susturulacaktı. Hiyaneti Vataniye Kanunu’na “dini görüntü altında ayaklanma, dinin siyasete alet edilmesi” hükmü de eklenecek, hükümete olağanüstü yetkiler tanıyan Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlüğe konacaktı. Ankara ve Doğu’da İstiklal Mahkemeleri kurulacak, Takriri Sükun Kanunu’na dayanan iktidar, bütün muhalefeti sindirecekti. Yapılan baskılarla muhalif basın susturulmuş, yayıncıları İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanarak mahkum edilmişti.
“Dini inançlara saygılı” ilkesinden dolayı, Şeyh Sait isyanını teşvik ettiği iddiasıyla, 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılacaktı. İzmir’de suikast girişimi iddiasıyla son muhalifler de (eski İttihatçılar, Milli Mücadele kahramanları) İstiklal mahkemelerinde yargılanarak çoğu bedenen ortadan kaldırılacaktı.

Tek parti diktasının yoğunluğu gittikçe artacak, 1927 seçimlerine CHP tek başına girecekti. Üstelik seçim öncesinde CHP, daha önce milletvekili adaylarının tespitini bıraktığı parti organlarından bu yetkiyi alarak, parti genel başkanı M. Kemal’e verecekti. Seçimler göstermelikti. Aday tayini parti organlarına dahi bırakılmıyor, tek kişiye yani M. Kemal’e veriliyordu. Nitekim M. Kemal, tayin ettiği adaylarını şöyle takdim ediyordu:
“Aziz vatandaşlarım, Cumhuriyet Halk Fırkası namına bütün memlekete TBMM azalığı için tespit ettiğim zevatın heyeti umumiyesini ittilanıza (bilginize) arzediyorum. Her vatandaş için yeni devrede beraber çalışmayı münasip gördüğüm arkadaşlarım heyeti umumiyesinin birlikte görülmesini faideli addettim. Bunlardan her dairei intihabiyyeye (seçim bölgesine) tefrik edeceğim mebus namzetlerimi ayrıca imzam tahtında arzedeceğim.” (Başkaya, s.172)
Kimileri kabul etmek istemese de, artık “tek adam” yönetimi içten içe kendini iyice gösteriyordu.

HİLAFETİN KALDIRILIŞININ YANKILARI

İngiliz Büyükelçisi Ronald Lindsay:
“Laik Türkiye’nin müsülümanları artık İngiliz İmparatorluğu için bir tehlike olmaktan çıkmıştır.”
Boston Gazetesi (Amarika):
Türkiye Halifeyi tekmelemekle kurtuldu.. Batılı temeller üzerine cumhuriyet ilan ediliyor. Bugüne kadar kurulmuş bütün İslami devletlere temel teşkil eden dini kanun ve gelenekler dağıtılıverdi... Bunun yanında 500 milyon dolar değerindeki tüm dini kurum ve kuruluşlar da devletleştiriliyor...”
J.Toynbee (İngiliz Tarihçi):
“Halifeliğin kaldırılmasıyla Türkiye, İslam dünyasının merkezi olmaktan çıkmıştır. Türkiye İslam’ın manevi önderliğini bırakıp, köşe başını dönüp, dünyevi bir hükümet kurup halifeyi sınırdışı edince, batılılaşmanın nimetlerine karşılık, İslam Birliği ve İslam’ın desteğinden vazgeçer olmuştur.. Ne olursa olsun halifelik İslam toplumunun en birleştirici ve İslamın geçmişi ile en güçlü bağı sayılmıştı..” (Türkiye Türkçesi İst. 1971)

KAYNAK: Muharrem COŞKUN

Resulullah SAV
http://gercektarihdeposu.blogspot.com




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh