Ana içeriğe atla

Risaleme dokunma


Abdullah Faruk
Müsbet hareket ediniz emri, meyyit gibi hareketsiz olun demek değildir.
Esselamu aleykum muhterem kardeşlerim;
Risale-i Nur’un, nur dairesi içinde hizmet ettiklerini ifade eden malum bir taife tarafından sadeleştirilme adı altında baştan başa tahrif edilmesi faaliyeti başladığı ilk andan itibaren, bu cinayete karşı çıkan hakiki sadık nur talebelerini susturabilmek için sık sık kullanılan “müsbet hareket ediniz” sözünü inceleyelim ve bu ifadenin yerinde bir tavsiye olup olmadığına birlikte karar verelim.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bilindiği gibi, Risale-i Nur’un bir çok yerinde nur talebelerine müsbet hareket etmelerini ve menfi hareketten uzak durmalarını ısrarla tavsiye etmektedir. İyi güzel ama, ne anlama gelmektedir Bediüzzaman Hazretlerinin müsbet hareket dediği şey? Abdullah Yeğin Ağabey’imizin hazırlamış olduğu lügata hep birlikte bakalım.
“#Müsbet hareket%: Doğruluğu aşikar ve belli ve isbat edilebilen; doğru düşünenlerin kabul edebileceği kanun ve nizama uygun hareket. Allah'ın (C.C:) emrine uygun, tahribkar ve tecavüzkar olmayan, yapıcı ve tamir edici tarzda olan, mizan, adalet ve insafa uyan hareket.”
Evet müsbet hareketin ne anlama geldiğini hep birlikte gördük. Şimdi gelelim sadeleştirmeci taifenin dillerinden düşürmedikleri “müsbet hareket edin” şeklindeki taleblerinin iç yüzüne.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, hem kendi hayatındaki müteaddit tatbikatıyla hem de Risale-i Nur’daki mükerrer ve sarih ifadeleriyle, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi faaliyetlerine kesinlikle izin vermediği kat’i olarak bilindiği halde, müsbet hareketi bırakarak tahrifkar ve tecavüzkar olan menfi hareket yoluna giderek bu azim tahribat ve cinayeti irtikab eden malum taife, akıl almaz bir aymazlıkla, kendi menfi hareketleri gündüz ortasındaki güneş derecesinde gözler önünde dururken, Risale-i Nur’a karşı giriştikleri bu ihanet hareketine karşı, cerhedilemez derecede kuvvetli deliller göstererek nurun müdafaası istikametinde neşriyat yapan nur talebelerini ısrarla müsbet hareket etmeye yani nurun düstur ve hakikatlerini neşretmekten vazgeçerek susmaya davet ediyorlar.
Ey malum sahteleştirmeci taife! Örümcek ağı kadar dahi kuvveti olmayan bu çürük desisenizle ancak cahi ve ahmakları kandırabilirsiniz. Hakiki sadık nur talebelerini hiçbir şekilde, Risale-i Nur’un ve Bediüzzaman Hazretlerinin hukuklarını müdafaa etmekten vazgeçiremezsiniz. Müsbet hareket etmek demek, sizlerin iddia ettiği gibi, Risale-i Nur’a karşı girişilen tecavüzlere karşı ölü gibi cansız ve hareketsiz olun ve zulme karşı dilsiz şeytan gibi sessiz kalın anlamına gelmemektedir. Nur’un hukukunu ve hakikatlerini müsbet bir tarzda, yani tahribkar ve tecavüzkar olmadan beyan edin demektir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu konuda nur talebelerine bakınız ne emrediyor.
“Elimizde nur var; topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nurani müdafaadır.” (Emirdağ Lahikası-1, sh: 44)
Yani sizlerin iddia ettiği gibi, Risale-i Nur’a karşı hangi nevi tecavüz yapılsa, yine de meyyit gibi hareketsiz kalmak değildir müsbet hareket etmek.
Bediüzzaman Hazretleri aynı zamanda nur talebelerine, Risale-i Nur’a girişilebilecek muhtelif hücum ve tecavüzlere karşı, muhafız ve bekçi olmalarını emretmektedir. Bu konuda birkaç misal verelim.
“Risale-i Nur'a sizin gibi pek ciddi sahib ve muhafız ve varis ve hakikatbin ve kıymetşinas zatların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlaslı olarak vazife-i Kur'aniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-ı kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum.” (Kastamonu Lahikası, sh: 5)
“Rabb-i Rahimime hadsiz şükür olsun ki; sizin gibileri Risalet-in Nur'a sahib ve naşir ve muhafız halketmiş, benim gibi aciz bir biçarenin zaif omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.” (Kastamonu Lahikası, sh: 14)
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bayram tebrikiyle beraber herbirinizi derecesine göre birer Said ve birer varisim ve benim yerimde Nurların birer bekçi muhafızı olarak, manevi bir hatıraya binaen kabul ettiğimi haber verdiğim gibi şimdi de size beyan ediyorum. Madem haddimden çok ziyade hüsn-ü zannınızla bana ulum-u imaniye ve hizmet-i Kur'aniyede bir üstadlık vermişsiniz. Ben de herbirinize derecesine nisbeten eski zaman üstadlarının icazet almaya layık olan talebelerine icazet-i ilmiyeyi verdikleri misillü icazet veriyorum. Ve bütün kanaatımla ve ruh u canımla sizi tebrik ediyorum. İnşaallah şimdiye kadar sadakat ve ihlas dairesinde fevkalade neşr-i envar ettiğiniz gibi daha parlak devam edip bu aciz, zaif, mütekaid Said bedeline binler muktedir, kuvvetli vazifeperver Said'ler olursunuz.
Said Nursi” (Emirdağ Lahikası-2, sh: 6)
Nakletmiş olduğumuz bu misallerde de açıkça görülüyor ki, Risale-i Nur’a tecavüz ve hücumların yapıldığı zamanlarda, hakiki sadık nur talebeleri sessiz kalmayacaklar ve nurun hukukunu müdafaa edecekler. Nasılki dünyevi hazineler başı boş bırakılmayıp, çok sayıda bekçi ve muhafızlar tarafından gece gündüz mütemadiyen korunmaktadır. Aynen öyle de, bütün dünya saltanatı ve içindeki tüm hazinelerle kıyaslanamayacak derecede üstün kıymette olan Risale-i Nur’daki manevi hazineler de, elbette her önüne gelenin canının istediği gibi kolayca yağmalayabileceği başı boş bir mal değildir ve binler beklide yüzbinler fedakar bekçileri ve muhafızları bulunmaktadır. Bu bekçi ve muhafızlara, korumakta oldukları hazine eşkiyaların hücumuna uğrayıp yağmalanırken, bir köşede sessizce oturarak bu yağmayı seyretmelerini taleb etmek nafile ve beyhude bir çabadan ileri gidemez.
Risale-i Nur’a şimdiye kadar hep hariçten hücumlar yapıldığı için, nur talebelerinin mukavemet göstermesinde her hangi bir sıkıntı yaşanmıyordu. Fakat bu sadeleştirme tahrifatı hiç beklenmeyen bir cihetten yani dahilden gelen bir hücum olduğu için, cemaat içinde çok büyük tahribata vesile oldu. Adeta kıymettar hazineyi korudukları zannedilen ve muhafız kisvesine girmiş bir kısım kişilerin, aniden kendi korudukları hazineyi yağmalamaya başlamaları gibi bir durum vukua geldi. Bu yüzden ortalık bir anda toz duman oldu ve bazı şahıslarca kimlerin ne yaptığı net olarak görülemedi. Bu tehlikeli duruma Üstad Bediüzzaman Hazretleri bakınız nasıl dikkat çekiyor ve duyduğu büyük endişeyi beyan ediyor.
“Bana ıztırab veren yalnız İslamın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz.. çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ıztırabım, yegane ıztırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selamette olsa!” (Tarihçe-i Hayat, sh: 628)
Evet Üstadım, altmış sene önceden adeta bu günü haber vermiş olduğun büyük tehlike günümüzde vukua geldi ve o ehemmiyetli endişen aynen gerçekleşti. Fakat şu anda her ne kadar sayımız az da olsa, bizler senin istemiş olduğun bekçilik ve muhafızlık vazifesini yerine getiriyoruz ve yine senin istemiş olduğun tarzda, yapılan tecavüzlere karşı nur gösterip müsbet hareket ederek Risale-i Nur’un hukukunu tüm kuvvetimizle müdafaa ediyoruz ve müdafaa etmeye bundan sonra da sonuna kadar devam edeceğiz.
Abdullah Faruk – 18.05.2013


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal...

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye d...