Ana içeriğe atla

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor. 

Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı. 

Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh kıymış mıydı? Bugün mezar yeri dahi bilinmeyen bu alımlı kadın üzerine bu zamana kadar çok şey söylendi. Ancak Fikriye’nin hayatının önemli bir kısmı sır olarak kalmaya devam etti. Bu alanda yeni bir çalışma ile Fikriye’nin hayatındaki sır perdesi kısmen aralanıyor. Yazar Fatih Bayhan’ın “Fikriye Hanım” adını verdiği çalışma bu manada bir ilke imza atacak nitelikte. Pegasus Yayınları’ndan çıkacak kitapta, “Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü” kanaatini güçlendiriyor. Ayrıca Fikriye Hanım ile Atatürk’ün gizlice imam nikâhı kıydığı ilk kez ortaya çıkarılıyor. Diğer bir nokta ise Atatürk’ten hamile kalan Fikriye’nin çocuk aldırdığı iddiası…

Fatih Bayhan, Fikriye’nin sandukasını ilk kez açarak tabir yerindeyse bu gizemli kadının mahremiyetine girdi. Yazar, Fikriye ile ilgili çeşitli kaynakların yanı sıra o günlerde Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş kişilerin anlatımlarını ve dönemin yazışmalarını inceleyerek çalışmasını pekiştirmiş.

FİKRİYE ATATÜRK’ÜN NİKÂHLI EŞİYDİ

Atatürk’ün Ankara’ya davetiyle, Fikriye’nin heyecan dolu yolcuğu başlar. 13 Kasım 1920 gecesi Karadeniz Ereğlisi’nden vapurla İnebolu’ya, oradan da karayoluyla Kastamonu’ya ulaşır. Burada Posta ve Telgraf Başmüdürünün evinde misafir edilir. Bir süre sonra Kastamonu’ya gidecek olan Mustafa Mecdi Boysan, Fikriye’nin ailesinin bu evliliği onaylamadığını öğrenecektir başmüdürden.

Yolcu daha Kastamonu’dayken Ankara’da telaşlı bir hazırlık başlar. Ancak Fikriye’nin Ankara’ya gelişini Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım asla istemeyecektir. İstemeyen sadece ol değildir elbet. Yaver Salih Bozok o günleri, “Bu gelişi Mustafa Kemal Paşa’dan başka herkes yadırgadı. Bunca erkeğin arasında tek bir İstanbullu kadının barınabileceğine, hiçbir Allah’ın kulu inanmıyordu.”diye not düşer. Fikriye Ankara’ya gelişinin üzerinden üç hafta geçince artık Atatürk’ün yanında ayrılmayan bir isim olur. Ona ud çalıp şarkılar söyleyecektir hep.

ÇANKAYA’NIN İLK FİRST LADY’Sİ

Fikriye Hanım’ın varlığı herkesçe bundan sonra olumlu karşılanıyordu, ancak yadırganan tek şey Fikriye Hanım ile Mustafa Kemal’in evlilik gibi bir ilişkisi olmadığı hâlde aynı çatı altında kalmalarıdır. İşte bu ortamda bir akşam Mustafa Kemal Fikriye Hanım’ı yanına çağırır, evlenme teklifinde bulunur:“Çocuğum, sana bu akşam hiç beklemediğin bir şeyler söyleyeceğim. Seninle evlenmeye karar verdim. Bunu ne zamandır düşünüyordum.” Bunun üzerine Atatürk ile Fikriye arasında bir dinî nikâh merasimi yaşanır. Hıfzı Topuz, nikâh olayını doğruluyor: “Mustafa Kemal, dedikodu olmaması için evleniyor. Nikâhlarını Şeriye Vekili ve eski Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi Efendi kıyıyor. Şahitleri ise, Muzaffer Kılıç ve Fuat Bulca’dır.” 

Nikâh ile ilgili bir başka kanıtı da Yazar Fatih Bayhan tespit ediyor. Bayhan’ın kaynağı ise Fikriye ile ağabeyi Ali Enver arasında geçen diyalogdur. Fikriye’nin Ankara’ya gelişinin üzerinden iki ay geçmiş, bu zaman diliminde Fikriye bir gün ağabeyi ile bir araya gelmiştir. Ali Enver, Fikriye’ye Mustafa Kemal ile aynı yerde yaşamanın doğru olmadığını söyler. Fikriye’nin cevabı, nikâhı aşikar edecektir: “Biz evlendik ağabey. Nikâhımızı Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi Bey kıydı.”

Nikâhın gizli tutulması konusunda Fatih Bayhan, meseleyi o günün şartlarına göre değerlendirmek gerektiğini söylüyor: “Savaş hâli vardır. Böyle bir izdivacın duyulması doğru olmazdı. Bir de Atatürk’ün annesi, Fikriye ile oğlunun bir araya gelmesine dahi tahammül etmiyor. Ancak böyle bir nikâh gerçekleşiyor. Rahatlıkla Fikriye için Çankaya Köşkü’nün ilk ‘first lady’si diyebiliriz.”

FİKRİYE HAMİLE MİYDİ?

Fikriye Hanım’ın hayatında aydınlatılmaya muhtaç diğer mesele ise hastalığı için Avrupa’ya gitme konusudur. Verem olan Fikriye’nin aynı zamanda karnındaki çocuğu aldırmak için bu uzun yolculuğa çıktığı iddiası da Fatih Bayhan tarafından ortaya atılıyor. Verem olan Fikriye, 12 Ekim 1922’de Bursa üzerinden İstanbul’a geçer. Buradan da Paris’e, ardından da tedavi göreceği Münih’teki sanatoryuma ulaşır. Burada tedaviye başlar. Ancak bir de gebeliği konusu vardır. ABD’de yaşayan Fikriye Hanım’ın yeğeni Abbas Hayri Özdinçer bu meseleyi onaylıyor: “Küçük halam Jülide veremden öldü. Büyük halam Fikriye’de verem yoktu. Almanya’ya çocuk aldırmak için gittiği anlatılır. Dördüncü derecede veremli birinin Münih’ten Ankara’ya o günün koşullarında gelmesi mümkün değil.”

Bayhan, bir kayda ulaştığını da aktarıyor. Söz konusu belgede şöyle deniliyor: “1922 Ekim ayıdır, Mustafa Kemal İzmir’den Ankara’ya köşke dönmüştür ve hasretlik bitmiş, bütün sıcaklığıyla yeniden kavuşulmuştur. Ama Mustafa Kemal’in beklemediği bir gelişme olmuştur. Fikriye hamiledir. Binbir zorlukla Fikriye bebeğin alınmasına ikna edilir. Fakat duyulmaması açısından işlem için Münih’e gitmesi gerekmektedir. 16 Ekim 1922’de önce Mustafa Kemal ile Bursa’ya, oradan da Almanya’ya gider. Aynı zamanda bu Fikriye için bir hava değişimi de olacaktır.” Atatürk, Fikriye’nin Avrupa seyahati ve tedavisi için gereken her şeyi yapmış, yanına güvendiği bir adam ile ihtiyacı olan paranın fazlasını vermiştir.

İNÖNÜ DE FİKRİYE’Yİ REDDEDER

Ancak o tarihlerde Ankara’dan gelen bir haber Fikriye’yi deliye çevirir. Atatürk annesi Zübeyde Hanım’ın vasiyeti üzerine 29 Ocak 1923’te Latife Hanım ile İzmir’de evlenir. Fikriye 18 gün süren uzun yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşır. Buradan Ankara’ya gitmek ister; ancak bu mümkün olamayacaktır. Çünkü Atatürk Fikriye’nin Ankara’ya gelişinin engellenmesini ister. 14 ay boyunca Fikriye İstanbul’da kendisine yeni bir hayat kurar; ancak bu yeterli gelmeyecektir. Fikriye, Atatürk’e en yakın isimlerden olan İsmet Paşa’ya ulaşır ve ondan şunu ister: “Ankara’da Gazi’nin yakınında bir görevli gibi istihdam edilmek istiyorum.” Fakat bu istek asla kabul edilmez. 

Fikriye Hanım, Ankara’ya gitmek için yeni bir kimliğe ihtiyaç duyar. Çünkü Atatürk’ün emriyle herkesin kimliği kontrol edilmektedir. Fikriye kaldığı Macit Bey’lerin evine temizliğe gelen Emine adında bir temizlikçi kadının kimliğini gizlice alıp gara gider. Ankara bileti alır. Üstünde fotoğraf olmayan bu kimlikle Ankara’ya doğru yola koyulur. Köşk’e ulaşan Fikriye, üç gün boyunca burada kalır; ancak Latife Hanım bundan rahatsız olur ve Fikriye’nin gönderilmesi için ısrar eder. İstanbul’a geri dönmek üzere Fikriye Köşk’ten ayrılır. 

Fikriye Hanım kısa bir süre Karaoğlu’ndaki Otel’de kalır. Burada ağabeyi ve Fuat Bulca ile de görüşüp İstanbul’a gidecektir. Bir sabah bir faytona binip vedalaşmak üzere Köşk’ün kapısına gelir. İşte ne olduysa bundan sonra olur. Köşk’e geldiğinde kapıda her zamanki nöbetçiler ve paşanın yaveri yoktur. Kapıdaki görevliye “Mustafa Kemal Paşa’nın yakınıyım” diyerek kapıdan girecektir. Fikriye Hanım Köşk’ün bahçesine girip Gazi’nin kaldığı odaya doğru ilerlerken Muzaffer Kılıç randevusuz olduğunu bildiği için durduracaktır. Fikriye Hanım için tam bir hayal kırıklığıdır bu an. Muzaffer Kılıç, Gazi’ye Fikriye Hanım’ın geldiğini söyleyince Latife Hanım daha Mustafa Kemal Paşa bir şey demeden bağırmaya başlayacaktır. 

FİKRİYE SIRTINDAN VURULUR

Mustafa Kemal, tüm bu olanları da düşünerek Fikriye konusunu sağ salim halletmek ister. Ancak daha o ağzını açmadan Latife Hanım Muzaffer Kılıç’a hiç beklenmedik bir cevap verecektir. Muzaffer Kılıç sonrasını bir hatırat olarak şöyle anlatacaktır:

“Latife Hanım birdenbire, ‘Niye gelmiş, ne işi var? Dışarı atınız!’ diye söylenmeye başladı. Paşa da buna karşı bir şey diyemedi, aynı görüşü benimsedi. Aşağı indim, Fikriye Hanım’a Paşa’nın şimdi kabul edemeyeceğini, uygun zamanını daha sonra kendisine bildireceğimi söyledim. Kadın büsbütün öfkelendi. ‘Ne demek efendim, paşa beni muhakkak kabul eder. Siz yalan söylüyorsunuz. Burası benim evim demektir’ gibi sözlerle direnince bu işin içinden yalnız çıkamayacağımı anlayarak, Kurmay Albay Tevfik Bıyıkoğlu ile Yüzbaşı Rusuhi Bey’i telefon edip yanıma çağırdım. Tevfik Bey kadını soğukkanlılıkla yatıştırmaya çalışırken, Rusuhi Bey öfkelenip tehdit etmeye başladı. Hatta girdiği tuvaletin kapısını çalarak, ‘Çık dışarı’ diye bağırdı.” Olayın bir benzerini de Salih Bozok anlatacaktır. 

Fatih Bayhan, ulaştığı değişik kaynaklar ışığında şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Fikriye Hanım bu itiş kakıştan sonra kapıda beklettiği faytona binecek ve Köşk’ten ayrılacaktır ama daha araba uzaklaşmadan bir el silah sesi duyulacaktır.” Rivayete göre Fikriye, İsmet İnönü’nün Kütahya saldırısından sonra kendisini korusun diye hediye ettiği tabanca ile göğsüne bir el ateş etmiş, canına kıymak istemiştir. Köşk’ten nöbetçiler, Yaver Muzaffer Bey koşarak Fikriye Hanım’ın yanına giderler. Daha sonra Mustafa Kemal’in emri ile Memleket Hastanesi’ne kaldırılır. Mustafa Kemal koşup bakmak ister; ama aşağıya inmesine izin verilmez. Gerekçe olarak ise “Bu olayla Fikriye bizi vurmak istemiştir. Bize bir şey yapamadı, şimdi sen gidersen olay üzerine kalır.”denilecektir. Fatih Bayhan, Fikriye’nin Rusuhi Bey tarafından vurulduğunu söylüyor: “Kanıtlar bu yöndedir. Bu, tarihe geçen hazin bir cinayettir. Zaten daha sonraki gelişmelerde de Fikriye’nin intihar etmediğini, öldürüldüğünü öğreniyoruz.”

9 GÜN SONRA ÖLDÜ

Numune hastanesine kaldırılan Fikriye hemen ameliyata alınır. Akşam saatlerine kadar koyulacağı oda ayarlanmaya çalışılır. Fikriye’nin tanınması, bilinmesi ihtimaline karşılık, kalacağı kattaki hastalar başka katlara taşınır. Ayarlamalar yapılırken sadece öleceğinden emin oldukları bir hastayı çıkarmazlar. Mustafa Kemal, sağlık bakanına ve Memleket Hastanesi başhekimine talimat verecektir. Fikriye’nin kurtarılması için elinizden ne geliyorsa yapın, denilecektir. Ancak 9 gün sonra Fikriye ölecektir.

Fikriye’nin ölümü burada kapanmayacaktır. Fikriye hastanede can çekişirken mahkeme kurulur ve İstanbul’dan ağabeyi Ali Enver, polis marifetiyle Ankara’ya getirilip mahkemeye çıkartılır. Sonrasını Ali Enver Bey’in oğlu Abbas Hayri Özdinçer şöyle aktarıyor: “Olaydan sonra Fikriye Hanım bir süre Numune Hastanesi’nde yattıktan sonra vefat etmiş, İstanbul’daki ağabeyi Ali Enver Bey de iki sivil polis eşliğinde Ankara’ya getirilmişti. Enver Bey, cesedi görmek istediğinde, defnedildiği söylenmişti.”

Fikriye’nin ağabeyi Ali Enver, kardeşinin sır ölümünün peşini bırakmaz; hatta hâkimden bir de uyarı alır. Ama Enver Bey ısrarcıdır ve sonunda kardeşinin ameliyata alındığı o günün hastane kayıtlarından birine ulaşır. 

KATİLLER BENİ VURDULAR!

 Özdinçer halasının ölümüne dair bir başka ayrıntıyı da şöyle aktarıyor: “Babam o sırada Kadıköy’deymiş. İki kişinin evi gözetlediğini görüyor. Kadıköy’e inerken gelip koluna giriyorlar: ‘Sizi Ankara’ya götüreceğiz. Gazi Paşa’nın emri.’ diyorlar. 1-2 Haziran 1924 olmalı. Ölümü 30 Mayıs’ta gazetede çıkmış. Babamı Ankara’ya getirip mahkemeye çıkartıyorlar. Halamın giydiği iç çamaşırları ve bir tabanca var. Ama babamın mahkemede gördüğü o tabanca değil. O küçük bir tabanca; iki kurşunluk. Babamın gördüğü ise 9 milimetrelik büyük bir tabanca. İç fanilasına baktığında kurşun deliğinin sol arka tarafta olduğunu görüyor. Kan izi de yok. Hâkime, ‘Cesedini görmek isterim. Kabri nerede?’ deyince hâkim de, ‘O hususlar sizce araştırılmamalı. İlerde adınıza hayırlı neticeler doğurmayabilir, başınız sağ olsun’ diyor ve mahkemeyi kapatıyor. Babam Memleket Hastanesi’ne gidiyor ama içeri alınmıyor. Eski ortağı üç ay sonra hastanede çalışan birinden hastaların isimlerini alıyor. Bu hastalardan Polatlı’da sürülerini otlatırken tren kazası geçiren Çoban Hüseyin’i buluyor. Ölecek gözüyle bakıyorlarmış, yaşamış. Babama ‘O akşam bir avrat getirdiler. Sabaha kadar avaz avaz bağırdı; ‘Katiller, beni vurdular’demiş.”

Fatih Bayhan, Fikriye’nin öldürüldüğünü güçlendiren delillerden bir başkasını, Atatürk’e ait bir notu gösteriyor: “Gazi Mustafa Kemal Paşa aylar sonra Ali Enver Bey’e bir notla, ‘Suçlular cezasını çekti, için rahat olsun’ mesajını gönderir.” 

FİKRİYE’NİN KAYIP MEZARI ULUS’TA
  
Fikriye Hanım’ın ölümüyle ilgili gazetelere yansıyan haberlerde de birtakım şüpheler var. Hâkimiyet-i Milliye (Ankara Merkezli bir gazeteydi) ve Vatan Gazetesi’nde çıkan ölüm haberinden başka kayıt yok. 1 Haziran 1924 tarihinde Vatan Gazetesi’nde 3’üncü sayfanın 1’inci sütununda yayımlanan haberde Fikriye Hanım’ın intihar ettiği anlatılıyordu. Ancak gariplik ve yalnızlık bu habere o kadar yansımıştı ki, adı, “Zeynep Fikriye Hanım namında bir kadın…” diye geçer haberde. 

Haberin içinde Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan da bahsediliyordu; ama sadece, “Fikriye Hanım’ın Reisi Cumhur Hazretlerine uzak bir akrabalığı olup kimsesizliği ve hastalığı dolayısıyla yaklaşık iki buçuk sene evvel Gazi Paşa’nın mazharı himaye ve muavenetine nail olmuş.” diye yazılıyor.

Fatih Bayhan, gazetelerdeki haberlerin de olayın bir cinayet olduğunu anlamaya yardımcı olduğunu söylüyor: “Vatan gazetesi 1 Haziran 1924 tarihli nüshasında girmiş haberi. Oysa intihar olayının olduğu gün 21 Mayıs’tır. Yani gazete, aslında intihar haberini değil, ölüm haberini girmiştir. Fakat ne gariptir ki haberin başlığı, ‘Ankara’da Bir İntihar’dır. Hadise 3’üncü sayfadan sol üst köşede basit ve sıradan bir habermiş gibi verilmiştir. Haberlerin gazeteci tarafından bilinmesi istenilen şekilde yazıldığını da anlamak mümkün.”

Fikriye Hanım’la ilgili en büyük tartışmalardan biri de mezar yeriyle ilgilidir. Eriş Ülger, Fikriye Hanım’ın nereye gömüleceği konusunda yer seçiminin bizzat Atatürk tarafından belirlendiğini öne sürüp Ankara’da Kuğulu Park civarını tarif ediyor. Fikriye Hanım’ın yeğeni Hayri Özdinçer ise “Muzaffer Bey’den öğrendiğime göre Etnografya Müzesi’nin önündeki Atatürk heykelinin civarında bir yerde gömülü.” diyor. Fakat Fatih Bayhan bu iddianın doğru olmayacağını aktarıyor: “Öncelikle şunu hesap etmemiz gerekiyor ki, Fikriye Hanım’ın öldüğü yıllarda ne Etnografya Müzesi vardır, ne de Atatürk heykeli. Dolayısıyla bu iddia daha başından çürümeye mahkûmdur. Ayrıca gerek Ankara’nın yakın tarihi ve gerekse sit alanı sayılan alanlarla ilgili yaptığım araştırmaya dayanarak söylüyorum ki Kuğulu Park civarında geçmişte ve bugün herhangi bir mezarlıktan söz etmek söz konusu değildir.”

Fatih Bayhan söylenen yerlerin aksine Fikriye Hanım’ın mezar yerinin çok farklı bir yerde olduğuna dair bir bilgiye ulaştığını da aktarıyor. Bayhan’a göre Fikriye’nin mezarı Ulus’ta“Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Üyesi Mehmet Akif Işık ile konuya dair yaptığım görüşmede Etnografya Müzesi ve Kuğulu Park civarıyla ilgili herhangi bir mezarlık kaydının bulunmadığını söyledi. Ankara’nın o yıllardaki mezar yeri Ulus olduğu bilgisini bana verdi. Yani bugünkü İş Bankası’nın bulunduğu yer ve civarı. Bu konuyla ilgili fotoğraflara da ulaştım. Muhtemelen Fikriye Hanım’ın mezarı da bugün üzerinde bazı bankaların bulunduğu Ulus’taki eski mezarlıktadır.”

ATATÜRK’ÜN ‘LATİFE-FİKRİYE’ RAHATSIZLIĞI
Kitaba göre Fikriye Hanım’ın vefatından sonra Gazi Paşa uzun süre kendisine gelemiyor. Latife Hanım’ın ona karşı gösterdiği aşırı tepkiden de rahatsız olmuştur. Çok geçmeden Latife Hanım ve Mustafa Kemal Paşa birlikte Karadeniz seyahatine çıkacaklardır. Bu seyahatin Kars ve Sarıkamış durağında Latife Hanım’ın akşam geç saatlere kadar süren yemekte gösterdiği kıskançlık Gazi’nin hayli canını sıkacaktır. Aynı tavrı Tokat’ta da gösterince Paşa, ertesi sabah Latife Hanım’ı arabaya bindirerek Ankara’ya gönderecektir. Zaten bundan sonra da ikili arasında ayrılma süreci başlayacaktır.

ATATÜRK İLE AKRABA
Genç yaşında hayata veda eden Fikriye Hanım’ın asıl adı Zeynep Fikriye’dir. 1897’de bugünkü Yunanistan sınırları içindeki Yenişehir’de dünya gelir. Çocukluğu savaşlarla geçer. Babası Hayrullah Bey Konya Karamanoğulları soyundan gelen Lalotlar olarak bilenen ailedendir. Annesi Vasfiye Hanım Kafkas kökenlidir. Çiftlikle uğraşan aile varlıklıdır. Fikriye Hanım’ın annesi Vasfiye Hanım, Mustafa Kemal’in üvey babası olan Ragıp Bey’in kız kardeşidir. Atatürk ile olan akrabalığı da buradan gelmektedir. Bugün Fikriye Hanım’ın Ankara’ya geldiğinde ilk olarak kaldığı Direksiyon Binası’ndaki (Devlet Demir Yolları’nda) odası müzeye dönüştürülmüş durumda. Fikriye’ye ait eşyalar, çaldığı ud gibi birçok tarihî parça burada sergileniyor.

(Aksiyon Dergisi, 3-2008)


Yorumlar

Muhammed İsa Er dedi ki…
Admin teşekkür ederim. Ankarada yenmiş yutulmuş yaveleri bilirim sanırdım ancak bunu sayenizde ilk defa öğrenmiş bulunuyorum. Linkinizi orada burada paylaştım. Allah size güç imkan ve fikirde isabet versin. Daim Allah yardımcınız olsun Allah razı olsun
RqZn dedi ki…
öldürülmek istense hastaneye kaldırılmazdı boş işler peşindesiniz
Adsız dedi ki…
araştıran kişinin emek ederek ulaştığı bilgiler bu ister inanın ister inanmayın. aksi bir bilgi var mı sende? hastaneye kaldırılması da şüpheleri bertaraf etmek için oluyor çok akıllı bir olay bu düşünene. niçin rahatsız ediyor sizin gibileri. gerçeklerin ergeç açığa çıkma huyu vardır.
Adsız dedi ki…
İntihar eden, o konumdaki bir kadının mezarını kardeşi bile bilmiyorsa bu: O kadının eceliyle ve gayet olağan bir şekilde öldüğüne delalettir. Dolayısıyla "öldürülmek istense hastaneye kaldırılmazdı boş işler peşindesiniz," diyen yorumcuya Nobel mantık ödlü verilmelidir.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal...

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını