MÜMİN – KÂFİR // Necip Fazıl Kısakürek
İnsan
Kâfir — İnsan nedir?
Mümin — Allah’ın aynası…
Kâfir — Neye memurdur?
Mümin — Mukaddes emanete…
Kâfir — Mukaddes emanet ne demektir?
Mümin —Allah’a ermek sırrı…
Kâfir — Nasıl erilir?
Mümin — Kullukla…
Kâfir — Kulluk nasıl olur?
Mümin —Allah’ın emir ve yasaklarına baş keserek..
Kâfir — Bu kadarı erdirir mi?
Mümin — Ermenin ilk basamağına çıkarır…
Kâfir — Sonraki basamaklar?
Mümin — Ruhta ve ruhun hayatında…
Kâfir — Bu dünyadan gaye?
Mümin — “Hiç”ten “hep”e ve ölümden ölümsüze geçmek ve dâvanın kadro ve rejimini kurmak…
Kâfir — Bu yolu kim gösterir?
Mümin — Peygamber…
Kâfir — Bu işin ismi?
Mümin — Din…
Kâfir — Bu işin kitabı?
Mümin —Allah kelâmı…
Kâfir — Ya öbür peygamberler?
Mümin — Hepsi kendi zaman ve mekânında hak…
Kâfir — İslâmınki?
Mümin — Her zaman ve mekânın Mutlak Resulü…
Kâfir — O’ndan sonra peygamberler gelemez mi?
Mümin — Ne de mutlak mânasiyle O’ndan evvel gelebilirdi.
Kâfir — O’ndan sonra herhangi bir içtimaî sisteme yer yok mudur?
Mümin — O’na bağlanmak ve O’ndan olmak şartiyle her sisteme yer, hattâ emir vardır…
Kâfir — O, beşerin bütün verim hakkını inhisar altında mı tutuyor?..
Mümin — O, beşerin bütün verim hakkını Allah’ın kendisine lütfettiği sonsuzluk buutları içinde, uzayabildiği kadar uzamaya davet ediyor ve bu davetin inhisarını elinde tutuyor.
Kâfir — Siz, bakılınca görülemeyecek kadar geri bir mazisiniz!
Mümin — Biz, gerçekten, bakılınca görülemeyecek kadar ileri bir istikbâliz!
MÜMİN – KÂFİR
Necip Fazıl Kısakürek
Büyük Doğu Yayınları
Eylül 2004, 8. Baskı, Sf. 9-10
Necip Fazıl Kısakürek
Büyük Doğu Yayınları
Eylül 2004, 8. Baskı, Sf. 9-10
İspat
Kâfir — Bana herşeyden evvel Allah’ı ispat etmeye çalışır mısınız?
Mümin — Size Allah’ı değil, sizi ispat etmeye çalışmak daha yerinde bir cehd olur. Sizi, yani ruhunuzdaki idrak mekanizmasının sefaletini ispat…
Kâfir — İşe hakaretle mi başlayacağız?
Mümin — Asla! Bazı dik kelimelerime karşı sabretmeye alışacaksınız. Nitekim benim sabrım sizinkinden büyük… Bir müminin küfür karşısında sabrı ne demek? Eğer gayemiz hakikate ulaşmaksa, en sert ve haşin tahlil raporlarına göğüs germek lâzım… Fikir ve hakikat, hatır ve gönül dinler mi?
Kâfir — Buyurun efendim, dinliyorum!..
Mümin — Büyük bir velîye, büyük bir zahir ehli demiş ki: “Ben Allah’ı binbir delille ispat eden adamım!” Velî de şu cevabı vermiş: “Demek senin Allah’tan binbir şüphen var!” Genç balıklar, ihtiyar balığa sormuşlar: “Kuzum, su diye bir şeyden bahsediliyor. Göstersene şunu bize!..” İhtiyar balık cevap vermiş: “Siz ondan başka bir şey gösterin ki, ben de size onu gösterebileyim.” İşte Allah’ın hakikati böyledir. Hem herşeyde O, hem de gösterilemez. O’nu bedahet duygusu görür. İman tam olduğu zaman ispatı kovar ve kendi başına kalır.
Kâfir — Güzel şiir…
Mümin — Ah, siz şiirin de ne demek olduğunu bir bilseniz! Şiir de hakikatin, yıldırım gibi çevik bir metodla aranmasından başka bir şey değildir.
Kâfir — Bu da güzel bir şiir…
Mümin — Fakat sizin inat ve istihzanızda hiçbir şiir yok… Dinleyin! Allah, insan için namütenahi sâf ve o nispette karışık bir bedahettir… Bu işin kuru akıl metodlariyle ispat edilecek hiçbir tarafı mevcut değil… Tıpkı mimarlıktaki (Akustik) buluşu… Hesap ve hendeseyle çalışılır, fakat sanatla bulunur. Her hesap yerine gelir, fakat yankı doğmaz. Derken hiçbir şey yapılmaz da kubbenin altı çınlamalarla dolar. Büyük bir mimar bunun için diyor ki: “Akustik işi mayoneze benzer; ya tutar, ya tutmaz ve nasıl tuttuğu, niçin tutmadığı bilinmez.” Allah’a derin bir ruh feyziyle inananlar, kulunu kendisine inandıranın da bizzat Allah olduğunu bildikleri için, ispata fazla iltifat etmezler. Bu bir bedahet meselesidir; ruhunda bir his anteni olana ne mutlu, olmayana da ne yazık!..
Kâfir — Sanki ispat mı etmiş oldunuz?
Mümin — Belki ispatın bir zaaf olduğunu ispat ettim. Belki ispat gayretinin bir o kadar şüphe davet ettiğini ispat ettim. Allah’ın akıl üstü bir melekeyle bulunduğuna ve bu melekenin akıldan senet istemeye tenezzül etmediğini ispat…
Yorumlar