Ana içeriğe atla

Kurtuluşun faturasını ödeyen adam

Ahmet Anapalı
Kurtuluşun faturasını ödeyen adam

Sultan Mehmed Vahideddin Han’ı, Sevr Antlaşmasını imzalamasından ötürü “Vatan Haini” olarak lanse edenler, lütfen bir zahmet Sevr Antlaşmasının üstüne baksınlar ve padişahın imzasını bulup bana da göstersinler. Gösteremezler çünkü yoktur. Çünkü; Sultan Vahideddin Han, Sevr paçavrasını imzalamamıştır.

Bizim tarihimizde hain yoktur.
Bir gün, Yıldız Sarayında Sultanın çalışma odasından başlayıp bütün sarayı saran meşhur yangın esnasında nöbetçilerden biri saraya bakar ve ağlar. Bu durumu gören Sultan Vahideddin Han nöbetçiye hitaben; “…Ne ağlıyorsun be adam benim memleketim yanıyor. Sarayım yanmış, evim yanmış ne ehemmiyeti var.” der.
6 Asır yaşayan Osmanlı İmparatorluğunun 36. ve son padişahı Sultan Mehmed Vahideddin Han, 4 Ocak 1861’de İstanbul’da doğdu. 16 Mayıs 1926’da San Remo’da Allah’ına kavuştu. 4 aylıkken, Babası Sultan Abdülmecid Han vefat etti, yetim kaldı, 5 yaşında annesi vefat etti, öksüz kaldı. Bakımını üvey annesi ve ağabeyi Sultan Abdülhamid Han üstlendi. Annesiz ve babasız büyüyen Sultan Vahideddin Han, her daim saray nimetlerinden hep en az istifade edendi.
4 yaşında “Âmin Alayları”yla beraber okula başladı. 5 yaşında okuma yazmayı öğrenen her şehzade gibi dinî ve müsbet ilimler ile hemhâl oldu. 10 yaşında başladığı Şehzadeler mektebinden Piyano, musiki, Fransızca gibi derslerden kaçarak gizli gizli halkın kullandığı tramvaylarla İstanbul’un “Fatih” semtindeki medreselere kaçar, burada Farsça, Arapça, Hadis, Kelam, Fıkıh gibi derslere girerdi. Bu sayede döneminin en mühim Fıkıh âlimlerinden biri oldu. Padişahlığı esnasında kendisine sunulan fetvaları usûlden ve esastan bozacak, geri gönderecek ve şeyhülislamlara Fıkıh dersleri verecektir.
Genç denilecek bir yaşta evlendi. Dinî ilimlerde zirveyi yakalamış olan Sultan Vahideddin Han, Edebiyat, Güzel Sanatlar ve Musiki alanında da ciddî çalışmalarda bulundu. Usta denilecek düzeyde piyano ve tambur çalabiliyordu. Bugün T.R.T. repertuarlarında 41 tane piyano ve tambur ile çalınabilen bestesi mevcuttur. Ömrü boyunca hiçbir zaman çok parası olmadı. Hayalini bile kurmadı. Ağabeyi Sultan Abdülhamid Han Hazretlerinin düğün hediyesi olarak verdiği Çengelköy’deki evi dışında hiç gayrimenkulu olmadı. Kendisini tamamen Tasavvuf ve ilim dolu bir hayata gark eden Sultan Vahideddin, 57 yaşında 3 Temmuz 1918’de Ağabeyi Sultan Mehmet Reşad Han’ın vefatı üzerine 4 Temmuz 1918 Perşembe günü sabah 11,30 da taht’a oturdu. Oturduğu an etrafında bulunan herkese;
“— Ben kendimi bu vazife için hazırlamadım. Şaşmış ve korkmuş bir haldeyim. Bana dua ediniz” demiştir.

Sultan Vahdettin Ve Hüzünlü Yıllar
Taht’ta çıkışından 2 ay 26 gün sonra, bir grup cahil maceraperestin hatasından dolayı girdiğimiz 1. Dünya Savaşı’nın faturasını bize kesmek üzere emperyalist güçlerce tezgahlanan “Mondros Ateşkes Antlaşması” imzalandı. 1. dünya savaşının faturasını bize kesmek üzere emperyalist güçlerce tezgahlanan bu antlaşmayı, Sadrazam Tevfik Paşa’ya, meşhur “Bahçe Telgrafı” olarak bilinen telgrafla Mustafa Kemal Paşa tarafından;
“— Muhakkak bu insanı Bahriye Nazırı yapın” diye tavsiye ettiği “Rauf Orbay” imzalamıştır.
Padişah Mehmed Vahideddin Han’ın;
“…Sert ve ülkenin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye sokacak maddelerle karşılaşırsan asla imzalama ve derhal geri dön” diye telkin ve ihtarda bulunmasına ve imzalanmasını asla istememesine rağmen, şimdi bazı çehreler ve çevreler bu antlaşmadan dolayı memleketin parçalanmasının faturasını bu zavallı padişahın omuzlarına yüklüyorlar. Halbuki ülkenin parçalanmasına sebep olan bu antlaşmayı imzalayan Rauf Orbay, ilerleyen zamanlarda Meclis Başkanı ve hatta Başbakan bile olacaktır… Tarihin cilvesi denen şey bu olsa gerek.
Bir gün, Yıldız Sarayında Sultanın çalışma odasından başlayıp bütün sarayı saran meşhur yangın esnasında nöbetçilerden biri saraya bakar ve ağlar. Bu durumu gören Sultan Vahideddin Han nöbetçiye hitaben;
“…Ne ağlıyorsun be adam benim memleketim yanıyor. Sarayım yanmış, evim yanmış ne ehemmiyeti var.” der.

İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
Sonradan Mustafa Kemal Paşa’nın yanına geçen ve İstanbul’da Ankara hükümetinin casusluğunu yapan Sultan Vahideddin Han’ın emir subayı Neşet Bey, Sakarya Meydan Muharebesinin zaferle neticelenmesi üzerine Sultanın yaşlı gözlerle gökyüzüne bakıp;
“…Allah’ım sana çok şükür” dediğini anlatacaktır. Bu hadiseyi bizlere nakleden Neşet Bey cumhuriyet sonrası Deniz Kuvvetleri Komutanlığına kadar yükselecektir.
İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
Saltanat Şurasında Sevr antlaşmasının görüşmeleri esnasında rahatsızlanan ve meclisi terk eden Sultan Mehmed Vahideddin Han, ilerleyen zamanlarda Mustafa Kemal Paşa’nın yanına Anadolu’ya geçen ve İstanbul’da Ankara hükümetinin casusluğunu yapan damadı İsmail Hakkı Okday, Başkâtibi Ali Fuat Bey ve Veliaht Abdülmecid Efendi’nin koluna girip sendeleye sendeleye salonu terk ederken merdivenlerde dengesini kaybeder, ve düşecek gibi olur. Hüngür hüngür ağlayarak;
“— Ya Rabbi bana yardım et, ülkem bölünüyor ve ben sadece ağlıyorum başka da bir şey yapamıyorum” diyecektir.
İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
Birgün, içinde Es Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin de bulunduğu, devrin en meşhur alimlerini saraya iftara davet edip onlara;
“…Ankara hükümetinin ve Kuva-i Milliye güçlerinin muzaffer olması için Allah’a dua ediniz demiştir.”
İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
Memleketten beş parasız kovulduğu gün Topkapı Sarayında bugün sergilenen imparatorluğun hazinesine elini sürmemiş ve hatta kendisine babasından kalan zümrüt taşlı yüzüğü de parmağından çıkartıp demirbaşa sokup memlekette bırakan Sultan Vahideddin Han, bu hareketi niçin yaptığını soranlara;
“— Bu yüzük de tıpkı diğer hazine parçaları gibi benim değil, bu memleketindir. Yani benim değildir.” demiştir.
İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
Sultan Mehmed Vahideddin Han’ı, Sevr Antlaşmasını imzalamasından ötürü “Vatan Haini” olarak lanse edenler, lütfen bir zahmet Sevr Antlaşmasının üstüne baksınlar ve padişahın imzasını bulup bana da göstersinler. Gösteremezler çünkü yoktur. ÇÜNKÜ;
Sultan Vahideddin Han, Sevr paçavrasını imzalamamıştır.
Mehmed Vahideddin Han, yıllar sonra kendisine bu antlaşma hakkında fikrini soran Mevlanzade Rıfat Bey’e;
“…Ben o lanetli Sevr’i elime aldığımda korkunç bir ürpeti ve rahatsızlık duydum. O metni asla imzalamadım İmzalayamazdım da… Çünkü o metin bu milletin İdam fermanı idi. Kafama silah dayasalardı da padişahlıktan istifa edecektim ama yine de imzalamayacaktım.” diyecektir.
16 Mayıs 1926 günü Allah’ın rahmetine kavuşan Sultan Mehmed Vahideddin Han’ın vefatını Adana’daki bir yurt gezisinde öğrenen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa;
“…Vah vah, Allah Rahmet eylesin. Bir tarih kapandı. Kim isterdi ki böyle olmasını. Çok namuslu bir insan ölmüştür. Eğer isteseydi hazineyi de beraberinde götürür, Avrupa’da o parayla öyle büyük bir ordu kurup üzerimize öyle bir gelirdi ki….” demiştir.
Bazı tanıklar ki bunlardan biri Hasan Rıza Soyak’tır, o gece Mustafa Kemal’in gözlerinden ince ince yaşlar süzüldüğünü anlatacaktır ileriki zamanlarda… Kolay değil bir imparatorluğun son padişahı ölmüştür. Hem de kendisini, memleketi kurtarması için vazifelendiren bir padişah. Derhal odasına çekilir ve kimseyle konuşmaz. Ama Sultan Vahideddin Han için ne düşündüğü, akıttığı göz yaşlarından belli olur. Üzüldüğünü herkes anlamıştır…
Çoğu geceler aç yatardı, ve yine çoğu geceler sadece soğan ekmek yerdi, ama asla Türkiye ve Mustafa Kemal Paşa hakkında en küçük bir hakaret etmedi. Hatta bir gün bahçede oyun oynayan torunu ve oğlu, şarkı babında bir şeyler söylemekte ve araya “Kahrol Mustafa Kemal Paşa” sözlerini serpiştirmektedirler. Bu sözleri duyan sultan, çocukları yanına çağırır ve der ki, “Bir daha böyle sözler söylediğinizi duyarsam kulaklarınızı keserim. Mustafa Kemal Paşa memleketi kurtardı ve ayrıca o benim paşamdır.” demiştir.
Vahideddin Han, 16 Mayıs 1926’da vefat eder, Fakat esnafa olan borç yüzünden evi hacizlidir ve, Vahideddin Han’ın tabutu da bu haczin içindedir. Borçlar ödenene kadar tabut kalkmaz, kalkamaz. En nihayet vefatından tam bir ay sonra kızı ve damadı sultanın borçlarını öder ve son Osmanlı Padişahı Mehmed Vahideddin Han’ın tabutu üzerindeki haciz kalkar.
Düşünün bir ceset, borçları yüzünden tam bir ay boyunca bir evin ortalık yerinde yatıyor. Bu ne hazin bir manzaradır… Üzerindeki haciz kararı kalkan tabut, 15 Haziran 1926’da, evden çıkarılır ve bir trenle Beyrut’a götürülür, 3 Temmuz 1926’da vefatından tam 47 gün sonra, evet yanlış okumadınız vefatından 47 gün sonra Suriye Şam’da Yavuz Selim Camii’nin bahçesine gömülür.
Sessiz sakin kimseye zahmet vermeden bu dünyadan göçüp giden sultanın geriye söylediği şu sözler kalır; “…Ben anlaşılmayı tarihçilere bıraktım. memleketin parçalanmasına engel olamadıysam da, tüm kötülükleri üzerime çekerek ve ankara’ya zaman kazandırarak bir nevi paratoner vazifesi gördüm. ben anlaşılmayı tarihçilere bıraktım.”
Mustafa Kemal Paşa bir gün yanında kendisine hizmet eden Cemal Granda’ya ve Yazı İşleri Müdürü Tevfik Bey’e der ki;
“…Beni, Milli Mücadeleyi açmak üzere bunca paşa arasından seçip Anadolu’ya gönderen Sultan Vahideddin’dir…
Uzun söze ne hacet. Tarih, bir gün her şeyin en doğrusunu herkese gösterecektir.

KAYNAKLAR:
1) Ali Fuat TÜRKGELDİ, Görüp İşittiklerim, T.T.Kurumu, 1984, 3. Baskı s.138-139
2) Lütfi SİMAVİ, Osmanlı Sarayının Son Günleri,s.28, Hürriyet Gaz. Yay, 2. Kitap
3) Hanri BENAZUS, Mustafa Kemal Ve Vahdettin, s.11, Mor Kalem Yay. 2005, 1. Baskı
4) Nevzat Vahdettin, Yıldız’dan San Remo’ya, s.45, Arma Yayınları, 1999, 1. Baskı
5) Mevlanzade Rıfat, Türkiye İnkılabının İç Yüzü, Pınar Yayınları, 2000, 2. Baskı
6) Necip Fazıl KISAKÜREK, Sultan Vahidüddin, Büyük Doğu Yayınları, 1975, 2. Baskı
7) Murat BARDAKÇI, Sultanî Besteler, Pan Yayınları, 1997, 1. Baskı
İlhan Bardakçı, Vahdettin’den Mustafa Kemal’e, 3.baskı, sayfa; 140–141
9) Muzaffer Erendil, Yakınlarından Hatıralar Anekdotlarla Atatürk, sayfa; 98–99
10) Murat Bardakçı, Şahbaba, 4. baskı, sayfa; 412–413



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal...

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye d...