Ana içeriğe atla

NEDEN DİKTATÖRLERLE DEĞİL DE ERDOĞAN'LA UĞRAŞIYORLAR?



UZUN AMA ÖNEMLİ BİR YAZI - MUTLAKA OKUYUN

Batılıların 21. yy'daki tek hayatî projeleri: Türkiye'nin gelişinin durdurulması - Yusuf Kaplan

Hollywood starlarının London Times'ta Türkiye ve Başbakan Erdoğan aleyhinde tam sayfa yayınladıkları ilan, aslında Batı uygarlığının ölüm femanıdır.

Adamlar, diktatörlüklerle, Suriye'deki, Mısır'daki, Filistin'deki, Irak'taki, Afganistan'daki katliamlarla uğraşmak, bu zorbalıkları, insanlık suçlarını kınamak yerine, halkın iradesinin meşrû temsilcisi Erdoğan'la sudan gerekçelerle uğraşmakla ve Erdoğan'ı 'diktatör' olarak yaftalamakla öylesine ayartıcı bir Hollywood ahmaklığı sergiliyorlar ki, 'kendi ayaklarına' kurşun sıktıklarının farkında bile değiller.

Oysa bu ikiyüzlülük, ellerinde patlayacak ve Batı hegemonyasının sonunu hazırlayacaktır. Hele de iş, Hollywood'un ayartıcı 'büyücülerine', illüzyoncularına, gözboyayıcılarına kalmışsa, o zaman Batı zaten bitmiş demektir.

SİYASÎ TEOLOJİ OLARAK HOLLYWOOD

Her şeyden önce şunu söylemeliyim: Hollywood'un yaptığı şey sinema değil, siyasî teolojidir.

Burada Hollywood'un siyasî teoloji'sinden kastettiğim şey, Hollywood'un, sinemanın sanat, dil ve ifade biçimi olarak imkânlarını değil, zaaflarını öne çıkarmasıdır.

Yani sinemayı Amerikan kültürünün ve hegemonyasının küre ölçeğinde yayılmasında bir silah gibi kullanması.

Hollywood, Amerikan kapitalizminin ve hegemonyasının öteki adıdır: Amerikan postmodern sömürgeciliğinin öncü keşif kolu.

AMERİKA, HEGEMONYASINI HOLLYWOOD'A BORÇLU

Amerika, dünya üzerindeki siyasî hegemonyasını, büyük ölçüde Hollywood üzerinden kurduğu küresel kültürel hegemonyaya borçlu: Hollywood olmasa, Amerika diye bir güç varolamaz; varolsa bile küresel hegemonyasını sürdüremez.

Hollywood, insanların zihinleri üzerinde, insanları aptallaştırarak egemenlik kuruyor!

İnsanlık tarihinde insanları aptallaştırarak insanların zihinleri üzerinde egemenlik kuran sinemadan önce büyücülük vardı.

Büyücü, gücünü, oluşturduğu illüzyonun etkisine borçludur.

HOLLYWOOD'UN GÜCÜ: APTALLAŞTIRICI BÜYÜCÜLÜĞÜ

Hollywood, film sanatı değil, sinema büyücülüğü yapılan bir ayartı ve narkoz makinasıdır.

Bu nedenle Hollywood da, tıpkı büyücülük gibi, gücünü ürettiği illüzyona borçludur: Gerçeklik illüzyonuna.

Hollywood filmlerinin Amerikan kültürünü, hayat tarzını, zevk/sizlik/lerini bütün dünya ölçeğinde yaymayı başarması, Hollywood'un silah gibi kullanılmasının bir sonucudur.

İşte Hollywood'la karşımıza çıkan ayartıcı 'siyasî teoloji' budur.

Hollywood'un gerçeklik illüzyonu üzerinden ürettiği hegemonya, gerçek olduğu kadar sanaldır da.

'LAİK TÜRKİYE', BATILILAR İÇİN NEDEN ÖNEMLİ?

Bu 'artiz' tipler, neden Mısır'da darbe yaptıktan sonra dünyanın gözü önünde bir aydır terör havası estiren, namaz kılan masum insanları gözlerini kırpmadan katleden insanlıktan nasibini almamış darbecilerle, asıl diktatörlerle uğraşmazlar da, demokrasi tarihimizde sandıkta en yoğun halk desteğini almış Erdoğan'ı 'diktatör' diye yaftalama ve yıpratma kampanyası yürütürler ve neden 'laik Türkiye'nin geleceğinin tehlikeye düşmesi'nden endişe duyarlar acaba?

Şunu iyi bilelim: Bu 'artiz'lerin de, Batılıların da derdi, Türkiye, Türkiye'nin demkratikleşmesi palavrası filan değil, laikliktir.

Zira Türkiye, laik kaldığı, laikliğe bağlı kaldığı sürece, kendine özgü bağımsız ve tarihî bir yol izleyemeyecek, Batılıların dümen suyunda gidecektir.

Bu da Batılıların hem bölge, hem de dünya üzerindeki haksız hegemonyalarının hiçbir esaslı engelle, direnişle karşılaşmaksızın devam etmesi demektir.

Çünkü laiklik, dışarıdan sömürgeleştirilemeyen Türkiye'nin içeriden sömürgeleştirilmesinin ve medeniyet yürüyüşünün durdurulmasının yegâne yolu ve aracıdır.

Türkiye'nin boynuna geçirilmiş bir prangadır laiklik denen deli gömleği!

NEDEN DİKTATÖRLERLE DEĞİL DE ERDOĞAN'LA UĞRAŞIYORLAR?

Suriye'de diktatör Esed 200 binden fazla insanı katletti ama bu Hollywood 'artizleri', Esed'in zulmü hakkında neden bir bildiri yayımlamıyorlar da Erdoğan hakkında bildiri yayımlamaktan geri durmuyorlar acaba?

Adamlar işlerini güçlerini bırakmışlar Türkiye'yle, Erdoğan'la uğraşıyorlar!

İyi de neden peki?

Bunun iki temel nedeni var:

Birincisi, kısa vadede, Erdoğan'ın başkanlık sistemine geçilmesi girişimlerini ya da Türkiye parlamenter sistemle yoluna devam ederse, her ne pahasına olursa olsun Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasını önlemek.

İkincisi ise, orta ve uzun vadede, Türkiye'nin kendini bulma, yeniden medeniyet iddiasına sahip çıkma ve bölgenin geleceğini şekillendirmeye kalkışma girişimlerinin önüne set çekmek.

DERTLERİ, SURİYE VE MISIR DEĞİL, TÜRKİYE'NİN KUŞATILMASIDIR!

Bugün Suriye'nin yangın yerine çevrilmesi, Türkiye'nin kuşatılması girişiminin bir parçasıdır. Üstelik de, Amerikalıların, Suriye'deki iç savaş'ın on yıl süreceğini -açıkça ve alçakça!- ilan etmeleri, asıl amacın, Türkiye'nin kuşatılması olduğu anlamına gelir! Bu çok açık!

Mısır'da Müslüman Kardeşler'in önünün kesilmesi, seküler, Batı uydusu diktatörlüğün önünün yeniden açılması, Türkiye'nin kuşatılma girişiminin bir parçasıdır yine.

Şöyle ki: Mısır'ın, seküler, Batı uydusu diktatörlerle değil de, İhvan gibi ülkenin köklü, kurucu sosyal, siyasî ve entelektüel dinamiklerini temsil eden yerli aktörlerle yönetilmesine izin verilmesi, Mısır'ın bağımsızlaşmasına göz yumulması demektir.

Mısır'ın bağımsızlaşması, Türkiye'nin -yarın- bölgeyi harekete geçirecek bir medeniyet fikrini hayata geçirmesini kolaylaştıracak ve bir anda İslâm dünyasının diktatörlüklerden kurtulmasının yollarını sonuna kadar açacaktır.

Türkiye, diktatörlerle ve petrodolar 'uydu' ülkelerle değil, gerçek anlamda bağımsızlığını kazanmış ülkelerle kalıcı ve uzun vadeli bir medeniyet yolculuğuna soyunabilir ancak.

Suriye örneğinde bütün çıplaklığıyla görüldüğü gibi, diktatörlüklerle kurulan yakın ilişkiler yıkımla sonuçlanabilir sadece.

O yüzden Batılılar bugüne kadar bölge ülkelerini ve kaynaklarını diktatörlüklerle kontrolleri altında tutarak bölge ülkelerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarını önlemeye çalıştılar; bugünden sonra da her ne sûretle olursa olsun önlemeye çalışacaklar.

BATILILARIN 21. YY YÜZYIL PROJESİ: TÜRKİYENİN DURDURULMASI

Batılıların çok iyi bildiği bizim henüz farkına bile varamadığımız yakıcı gerçek şu: Batılılar, dünya üzerindeki hegemonyalarını, Osmanlı Türkiyesi'nin tarihten uzaklaştırılmasına borçlular.

O yüzden her ne sûretle olursa olsun, medeniyet iddialarına sahip çıkacak bir Türkiye'nin önünü kesmeye çalışıyorlar. Batılıların yüzyıllık projesi, 21. yy.'daki yegâne projesi, Türkiye'nin gelişinin durdurulması projesidir bu nedenle.

Zira İslâm dünyasını toparlayacak gücün, orta ve uzun vadede medeniyet iddialarını harekete geçirecek bir Türkiye olduğunu, Batılılar da, İslâm dünyası da çok iyi biliyor ama Türkiye'nin entelijansiya bilmiyor sadece.

Bizim trajedimiz bu işte!

Türkiye'nin gelişinin durdurulması, İslâm dünyasının, köklü bir medeniyet fikri ve muhkem bir ümmet bilinci etrafında yeniden tarihe girmesinin, tarihin akışını 'küresel bir güç' olarak yeniden şekillendirebilecek bir konuma yükselmesinin önünü kesecek en hayatî projedir Batılılar için.

Orta ve uzun vadede, yeniden köklü medeniyet iddialarıyla kuşanan bir Türkiye, bağımsızlığını kazanmış bir İslâm dünyasını da arkasına alarak duran İslâm tarihini -ve dolayısıyla dünya tarihini- yeniden başlatacak, bu da küresel sistemin haksız, ikiyüzlü, zorba, ve bütün değerleri çözücü seküler-kapitalist hegemonyasının sonu anlamına gelecek çünkü.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal...

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye d...