Ana içeriğe atla

Yıl 1924 TBMM'de örtbas edilen cinayet

Yıl 1924 TBMM'de örtbas edilen cinayet

Halid Paşa cinayeti hakkında kaleme alınan yazılarda hastaneye kaldırılmaması, ameliyatla kurşun yarasından kurtulmasına rağmen zatürreden ölmesi, kendisinin istemesine rağmen savcılık tarafından ifadesinin alınmaması iktidarı suçlayıcı ithamlar olarak yer aldı


Türkiye Cumhuriyeti’nde Osmanlı’dan devralınan unsurlardan biri de siyasal cinayetlerdir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin siyasal hayatta kendisine yer edinmeye başlamasından sonra komitacılık olarak da adlandırılan bu gelenek, iktidarın muhalefeti sindirmesinde oldukça etkili bir yöntem olmuştur. Muhalefet saflarından birinin öldürülmesi bundan sonra hep siyasal iktidardan bilinmiş ve cinayetler komitacılık olarak değerlendirilmiştir. Her ne hikmetse bu cinayetlerden hiçbirinin müsebbibi ve faili tam olarak tespit edilememiştir. Bunlardan biri de Ardahan Mebusu Deli Halid Paşa cinayetidir.
Aslında Deli Halid Paşa cinayeti Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihindeki ilk değil, üçüncü cinayettir. İlk cinayet, mebus seçildiği halde daha meclise ulaşmadan yolda öldürülen Trabzon Mebusu İzzet Bey (Eyüpzâde) cinayetidir (6 Mayıs 1920). İkincisi meclisteki görevi devam ederken şehit edilen, yine Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey cinayetidir. Ali Şükrü Bey kimilerine göre Topal Osman Ağa, kimilerine göreyse General İsmail Hakkı Tekçe tarafından meclis dışında bir yer-de şehit edilmiştir. Üçüncüsü cinayet Halid Paşa cinayetidir. Bu cinayet hakkında dönemin şahitlerinin yorumları da çelişkilerle doludur. İktidar yanlıları cinayeti basit bir nefsi müdafaa olarak gösterirken, muhalif görüştekiler olaya siyasal bir boyut yükleme niyetindedirler. Patlamaya hazır bir tabanca gibi…Savaşlarda gösterdiği olağanüstü cesaretinden dolayı ‘Deli’ lakabıyla anılan Yarbay Halid Paşa, Balkanlarda çete savaşlarında komitacılığı tecrübe etmiş, gerilla savaşlarındaki başarısından dolayı Teşkilât-ı Mahsusa’ya kabul edilmiştir. Kars, Ardahan ve Batum’u kurtarmak için Doğuya git-miş, Yakup Cemil’in alayında savaşmış ve onun etkisinde kalmıştır. Yakup Cemil’in sinirli karakterini aynen kapan Halid Paşa, onun gibi gergin, kabına sığmaz, elinde silah, tenkide tahammülü olmayan ve patlamaya hazır bir tabanca gibidir.
1923 yılında katıldığı II. Dönem TBMM’de de bu tutumu devam edince Mustafa Kemal Paşa ona bir Avrupa gezisi önerir fakat kabul etmez. Aralık 1923’te ordunun siyasetle ilişkisinin kesilmesi kararlaştırılınca kimi paşalar mebusluğu tercih ederek mecliste kalır. Bunlardan biri de Deli Halid Paşa’dır. Ama bu tercihin sinirlerini iyice bozduğu söylenmektedir. Eleştiriye tahammülü yoktur; askerlikle meclisin havasını da tam olarak ayırt edememiştir. Askerlikte üst eleştirilemez; ama mecliste herkes birbirini eleştirir. Paşa’nın sinirli yapısını öne çıkan birkaç örnek verelim. 8 Şubat 1925 günü, maddî durumlarının düzeltilmesini isteyen malul gaziler Halid Paşa ile görüşerek ondan söz lırlar. Halid Paşa bunu görev edinerek, yabancı devletlerdeki geliş-meleri ve yasaları da inceleyip bir takrir (önerge) hazırlar. Takririn görüşülmesi esnasında bazı mebusların, harp malullerinin para ve arazi ile taltif edilmesine bazı harplerle ilgili sınırlama getirilmesi önerisine karşı çıkarak söz alan Halid Paşa, “Düşman karşısında kahramanca dövüşürken yaralanıp malul olan her yiğit aynı muameleyi görmelidir. Bütün harp malullerinin de nakden ve arazi verilmesi suretiyle taltif edilmelerini teklif ediyorum” der. Bunun üzerine “O kadar paramız yok, bütçeyi büsbütün sarsamayız” itirazları üzerine sinirlenen Halid Paşa, “Bunlar asker işleri, sizin gibi siviller bu işlere karışmamalıdır” diye karşı çıkar. Bir başka celsede de Sivas Mebusu Muammer Bey’in ordu masraflarını kısalım teklifine kızarak “Orduyu aç mı bırakmak istiyorsun?

Askerliği öldürecek misin?” diye bağırır.
Atatürk’e muhalif ‘yalnız adam’Öte yandan, mebusluğu tercih eden paşalar çok kısa sürede örgütlenen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası etrafında toplanmaya başlamıştır; Halid Paşa’nın da bu partiye geçeceği söylenmektedir. Envercilik kuşkuları uyandırana kadar, Trabzon’daki muhalefeti kontrol altında tutmada ve gerekli ‘ihtilalci’ yöntemleri uygulamada Mustafa Kemal Paşa’ya yardımcı olan Halid Paşa, ar-tık ona ve etrafındakilere muhaliftir. Gerek asabi karakteri, gerekse muhalefete yakınlaşması, çevresinde çekingenlik yaratmış, herkes kendisin-den uzaklaşmış, ‘yalnız adam’ haline gelmiştir.
Bu arada gerek Halk Fırkası içinden Kabadayılar Grubu olarak bilinen Cebelibereket (Osmaniye) mebusları Topçu İhsan ve Avni Bey, Afyon Mebusu Kel Ali (Çetinkaya), Rize Mebusu Rauf, Antep Mebusu Kılıç Ali, Kozan mebusu Ali Saib, gerekse Halid Paşa gibi muhalefetin paşaları meclise s-lahla gelmektedirler. Üstelik hepsi Halid Paşa’ya kinlidir.
Ankara’nın kışı oldukça sert geçer ama mec-lisin içindeki hava çok daha serttir. 9 Şubat 1925 günü başbakanlık bütçesi görüşülürken Elaziz Mebusu Hüseyin Bey, ‘Baytarlık okulu mezunlarına 150’şer lira teçhizat bedeli verilmesi hak-kındaki takririn 1923 yılı mezunlarını da içine almasına dair’ bir önergeyi arkadaşlarına imza ettirirken, koridorda Halid Paşa’ya da imzalatmak ister. Halid Paşa okumadan imza etmeyeceğini söyleyince Hüseyin Bey ısrar eder ve “Önemli ve siyasî bir şey değil. Hem biz sizin önergelerinizi okumadan imzalıyoruz” der. Halid Paşa sinirlenerek “Vay sen bana tahakküm mü ediyorsun?”
diyerek üstüne yürür. Araya giren diğer mebuslar onları ayırarak Halid Paşa’yı idare odasına götü-rürler ama sinirini bir türlü yatıştıramazlar. Hat-ta o sırada Yunus Nadi’nin yanına gelip uzun süre dil dökmesine rağmen bir türlü sakinleşmez. Aradan belli bir süre geçince etrafındakiler dağılır, Halid Paşa da genel kurul salonuna geçerek Hüseyin Bey’in arkasına oturup kulağına eği-lir ve “Dışarıda Kılıç Ali seni bekliyor. Git bak ne söyleyecekmiş?” der. Bunun üzerine Hüseyin Bey dışarı çıkar, Halid Paşa da onu takip eder. Durumdan şüphelenen Kabadayılar Grubu da peşleri sıra çıkarlar. Ola-yın bundan sonrasının sır olduğunu söyleyen Mahmut Goloğlu, “Ne oldu, ne konuştular, kesinlikle bilinemiyor. Fakat hep birlikte salondan çıktılar ve hep birden ta-bancalarına sarıldılar” demektedir.

Olayın tanıkları neler söyledi?
Dönemin istihbarat müdürlerinden Feridun Kandemir’in hatıralarından olayı biraz farklı bir bakış açısıyla takip edelim: “Halid Paşa, yalnız yakalayınca Hüseyin Bey’i koridorda yakasından tutarak dışarı sürüklemek-te ve ‘Kozumuzu pay edelim’ diye bağırmakta. Hüseyin Bey’in yalvarmaları kâr etmemekte. Bu-nun üzerine koridorda beliren Afyon Mebusu Ali Bey (Çetinkaya), ‘Paşa asabiyetten vazgeç’ diyerek araya girince Halid Paşa cebinden çıkardığı 2 tabanca ile Ali Bey’e ‘Al sana Kel Ali’ diye boşaltmaya başlamıştır. Ali Bey, korkudan ayağı meclis halısına takılarak sırt üstü düşmüş, bunun üzerine
Halid Paşa üzerine atlamış ve silahı tam beynine dayamışken Cebelibereket (Osmaniye) Mebusu Avni Bey ile Rize Mebusu Rauf Bey, Halid Paşa’in eline sarılmışlar ve kurşunun boşa gitmesini sağlamışlar, bir el de ateş ederek Halid Paşa’yı yaralamışlar ve elinden silahları almışlardır. Fakat ortalık bir anda boşalmış, herkes bir tarafa kaybolmuştur. Herkes çil yavrusu gibi dağılmıştır. Ne zabit, ne görevli, ne de hizmetliler vardır. Halid Paşa’in yardımına II. Meclis’in tek muhalif mebusu Gümüşhane Mebusu Zeki Bey ve Trabzon Mebusu Muhtar Bey koşarlar. Daha sonra Erzurum’da yıllardır emir komuta zincirinde bir-likte çalıştıkları Rüştü Bey (Dadaş Rüştü) yetişir. Halid Paşa, Zeki Bey’e ‘Keli altıma aldım, hergele Rauf beni arkamdan vurdu’ der. Rüştü Paşa ve Zeki Bey, Halid Paşa’in koluna girerek onu yol halısının üzerine yatırırlar. Daha sonra Rauf Bey karşılarına çıkar. Rauf’a bağırmaya başlarlar: ‘Paşa’yı sen vurmuşsun! Ne cesaretle hâlâ buralardasın?’ Rauf Bey’in rengi atar, ‘Ben vurmadım’ diyerek gölge gibi süzülür. Halid Paşa baygın düşmüş-tür. Etrafa bağırıp yardım isterler. Bağırıp çağırdıkları halde ortada hiç kimse yok tur. Çaresiz beklerler, gelen yok. Bunun üzerine sürükleyerek Rüştü Paşa’yla birlikte muhasebe odasına götürürler ve masanın üzerine yatırırlar.” Şimdi de sözü, olayın şahidi Kadirbeyzâde Zeki Bey’e bırakalım. Zeki Bey’in görüşleri bizim için önem arz ediyor; çünkü muhalefetin gözüyle olayları daha sağlıklı öğrenebiliriz: “Halid Paşa ayakta sallanıyordu. ‘Paşa seni kim vurdu?’ diye sordum. ‘Kel Ali’yi altıma aldım, p..t Rauf üstümden bana ateş etti’ dedi. O sırada Rize Mebusu Rauf yanımda peyda olmasın mı! Rengi kaçmış, endişeden titriyordu. Bana ‘Nasıl oldu?’ demesine mukabil ‘Vurduğun adamı bana mı sormaktasın? Paşa’nın kendisi itiraf etti’ dedim.
Rauf hemen ortalıktan kayboldu. Bağırdık, çağırdık, ne bir hademe, ne de bir polis meydan-da yok. Muhtar salona koşarak kapıdan bağırdı, ‘Bir doktor arkadaş çabuk yetişsin’ dedi. Muhtar koltukları altından, benimle Rüştü Paşa da ayaklarından tutarak karga tulumba vaziyette salon kapısından içeri girerek en yakın kalem odasının kapısını tekmelemeye başladım. Kâtipler kapıyı açar açmaz hemen 3 masayı birleştirmelerini söyledim ve masanın üzerine yatırdık. 20 dakikayı geçtiği halde gelen kimse yok, hâlâ kolum Halid Paşa’nın başı altında kaldığı halde bekliyorum.
Derken meclis müzakereye hitam vererek bir kalabalık kütlesi olaya dahil oldu.” Mebuslar bir açıklama beklemektedirler. Bunun için Meclis Başkanı Kazım Paşa’ya (Özalp) başvurarak Halid Paşa’nın sağlık durumu hak-kında izahat vermesini isterler. Meclis Başkanlığı mebuslara ve ajanslara ortak bir açıklama yaparak olayın savcılığa aktarıldığını ve Halid Paşa’nın hayatî tehlikesi olmadığını duyurur: “Vakıa savcı-lığa intikal ettirilmiştir ve Halid Paşa’nın sağlık durumunda bir vehamet yoktur.”

Neden hastaneye kaldırılmadı?
10 Şubat 1925 günü olayla ilgili olarak toplanan mecliste gerginlik yaşanır. Manisa Mebusu Reşat Bey, mecliste ‘Derebeylik havası’ estirildiğini, bu durumun fikir hürriyeti-ne zarar verdiğini ve meclis iç tüzüğünde yasak olmasına rağ-men bazı mebusların silahla geldiklerini söyler. Kabadayılar Grubu dahil olmak üzere tüm iktidar yanlısı mebuslar bu sözlere sert tepki gösterirler, meclise sürülen kara bir leke olarak değerlendirerek Reşat Bey’in sözlerini geri almasını isterler. Meclis Başkanı Kâzım Paşa da ısrar etmesine rağmen Reşat Bey sözlerini geri almaz. Bunun üzerine Meclis Başkanı olayı geçiştirir. İşin garip tarafı, Halid Paşa hastaneye kaldırılmamış, meclis binasında tedavi edilmek istenmiştir. 12 Şubat 1925 günü Dr. Orhan Abdi ile Operatör Süreyya Bey meclis binasında Halid Paşa’yı ameliyat ettikten sonra operasyonun başarılı geçtiğini ve Paşa’nın sağlık durumunun iyiye gittiğini bildirirler. Halid Paşa buna rağmen hastaneye kaldırılmaz ve 2 gün sonra sabah saat 02.10 civarında hayatını kaybeder. Ölüm raporunda zatürreden öldüğü bildirilir. Dönemin şahitlerinden çoğu Halid Paşa’nın büyük bir sağlık ihmalinden öldüğünü, hastaneye götürülmemesi ve mecliste kalem oda-sının masaları üzerinde yatırılması sonucu zatürreye yakalandığını söylemiştir.

Karanlıkta kalan noktalar
Ali Çetinkaya cinayeti üstlenirken Halid Paşada kendisini ısrarla Rauf Bey’in vurduğunu söyle-mektedir. Bu arada istihbaratçı Feridun Kandemir gerek basında, gerekse mecliste sıklıkla bahsedilen bir hususa değinmiştir: “Asıl Katil Rauf’tu ama Kel Ali arkadaşını kurtarmak için suçu üstüne aldı. Aksi takdirde Rauf Bey ceza alacaktı ve hapse girecekti.”
Kandemir ilginç bir noktaya da parmak basmaktadır:
“Dediklerine göre, Ali Bey sırf arkadaşı Rau Bey’i mesuliyetten kurtarmak maksadıyla Halid Paşa’yı kendisinin vurduğunu söylemiştir. Zira Rauf Bey’in vurduğu kabul edildiği takdirde (durup dururken vurduğu gerekçesiyle) suçlu sayılacaktı. Halbuki Ali Bey, Halid Paşa’nın taarruzuna uğradığı için nefsini müdafaa için vurmuş olacağından suçsuz sayılacaktı. Nitekim de öyle oldu.”
Kandemir’in kanısını Kadirbeyzade Zeki Bey de doğrulamaktadır. Zeki Bey, muhalif bir kimlik olduğu için onun görüşleri de önem arz etmektedir: “Kel Ali kendini savunma gerekçesinden yararlanmak için olayı üstlenmiştir.”
Goloğlu ise olaya kimin yaptığı noktasından değil, bu işin bir komitacı hesaplaşması olduğu yönünden yaklaşmakta ve cinayetin meşru müdafaa olduğuna inanmamaktadır. Ona göre olayın aktörleri arasında komitacılık davranışları bakımından ortak yönler vardır ve olay düpedüz bir cinayettir. Onların sert karakterine, şiddet yanlısı olmalarına ve gözlerini kırpmadan adam öldür-melerine dikkat çekmekte ve kendi yakınlarını öldürmelerine kadar birçok örnekle imalarını sonlandırmaktadır. Ali Fuat Cebesoy hatıratında olayın bir komplo olduğunu, olayı Ali Çetinkaya’nın tezgahladığını, boğuşma esnasında meclis kapısındaki komiser ve hizmetlilerin Kabadayılar Grubu tarafından uzaklaştırıldığını ve arkadaşları Rauf Bey’e “Ne duruyorsun, vur” deyince onun da Halid Paşa’yı vurduğunu iddia etmiştir.
Mithat Sertoğlu da Rauf Bey vurdu diyenlerden:
“Gerçi Ali Çetinkaya’nın tabancasında bir kurşun eksikti, ancak Halid Paşa kendisini Rize Milletvekili Rauf Bey’in vurduğunu söylemiş olduğu gibi çok sonra Muhafız Taburu subaylarından birinin bunu bir sohbet sırasında bu şekilde a nlatıp onun sözlerini teyit ettiğini bir dostum-dan dinlemiştim. O sırada İstanbul’da çıkmakta olan İstiklâlgazetesi 10 Şubat 1925 tarih ve 72 nu-maralı sayısında da Halid Paşa’nın yaralandıktan sonra kendisini Rize Milletvekili Rauf Bey’in vur-duğunu söylediğini yazar. Birçok kimse bunun doğru olduğunu kabul etmiş ve Halid Paşa, Ali Çetinkaya’yı vurmak üzereyken yakın arkadaşı Rauf Bey’in yetişerek yakın mesafeden ateş edip onu vurmak suretiyle Ali Çetinkaya’nın hayatını kurtardığına, bunun üzerine de onun suçu üzerine aldığına inanmıştır.”
Sonuç olarak, Halid Paşa Kabadayılar Grubu tarafından katledilmiştir. Fakat asıl soru, neden öldürüldüğü ya da Kabadayıların neden Halid Paşa’yı kafaya taktıklarıdır.

Hedefteki adam
İlk olarak, Halid Paşa ile Ali Çetinkaya ara-sında çok eskilere dayanan bir anlaşmazlık ve düşmanlık vardı. Halid Paşa, Ali Çetinkaya ile Trablusgarp’tan beri anlaşamazdı. Nedeni, Trablusgarp’ta Ali Çetinkaya’nın halka zulmetmesi ve onun yüzünden Türk subaylar ile halkın arasının açılması idi. İki subay arasındaki ihtilaf, Derne Cephesi Komutanı Mustafa Kemal’e, ora-dan da Enver Bey’e intikal etti. Kafasında saç ol-madığı için o yıllardan beri ‘Kel Ali’ diye bilinen Ali Bey oradan alındı ve başka bir yere gönderildi.
Sorun da böylece çözülmüş oldu ama bu, yıllar sürecek bir anlaşmazlığı tetiklemiş oldu. İkinci olarak, ‘Paşalar komplosu’ meselesinden kaynaklanan bir anlaşmazlık vardı. Mustafa Kemal’in çevresini saran bazı mebuslar Paşa’yı Paşalar komplosuna inandırmaya çalışıyorlardı. Bunun için mecliste konuşma yapan Yunus Nadi, Refet Paşa’yı hedef alarak komplo yapmakla suçlamış, Ali Çetinkaya da “Evet, Paşalar Hükümeti” diye ona destek vermişti. Bunun üzerine Halid Paşa zaten sevmediği Ali Çetinkaya’yı salondan dışarı çıkararak “Demin Paşalara hakaret mi etmek istedin?” diye sıkıştırınca Ali Bey böyle bir niyeti olmadığını, kendisinin de asker olduğunu söyleyince “Sen de askersin ama Paşa değilsin.
Niçin Paşa olamadığını da ben bilirim, sana emir kumanda etmiş insanlara kinayeli laf atmaya sı-kılmıyor musun?” diye çıkışmıştı. Bunun üzerine Ali Bey hakaret niyeti olmadığına yeminler ederek Halid Paşa’yı teskin etmişti.
Üçüncü olarak, bu Kabadayılar Grubu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na yakın duranlara hiç iyi gözle bakmıyorlardı. Başka bir ifadeyle, muhalefete tahammülleri yoktu. Halid Paşa’nın da muhalefet partisinden yana olduğu bilini-yordu. Zaten Halid Paşa öldüğünde cebinden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programı çıkmıştı. Halk Partisi mebuslarından bazıları muhalefete karşı bayağı hırçınlaşmıştı. Bunlar ara-sında Kabadayılar Grubu da vardı ve Halid Paşa’e de çok iyi gözle bakmıyorlardı.
Kabadayılar Grubu ile Halid Paşa’i karşı karşıya getiren bir olay daha vuku bulmuştu. Ara seçimlerde Bursa’da Halk Fırkası Operatör Emin Bey’i aday gösterirken, muhalefet Nureddin Paşa’yı (Sakallı Nureddin) aday göstermişti. Nureddin Paşa, Halid Paşa’in yakın dostu idi, Halid Paşa da onu destekliyordu. Nureddin Paşa seçimi kazandı; fakat zamanında askerlikten istifa et-mediği gerekçesi ile tutanağı Halk Partililer tarafından reddedildi. Yenilenen seçimi tekrar kazanan Nureddin Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na katıldı. Bunun üzerine Halid Paşa’nın da muhalefet saflarına katılacağı kanısı ağır bas-maya başlandı. Böylece Halk Partililer, özellikle de Kabadayılar Grubu ile arası iyice açıldı. Halid Paşa kardeşi Sami Bey’i istasyonda karşılamaya gittiğinde Ali Çetinkaya’nın Operatör Emin Bey’i karşıladığını ve onunla samimi sohbetini görünce Çetinkaya’ya karşı kini bir kat daha artmıştır.
Ali Bey’i meclis koridorlarında yakalayıp Emin Bey’le samimiyetini sorunca, Ali Bey arkadaşı olduğunu belirtmiş ve Emin Bey, Nureddin Paşa’nın rakibi olduğu için Halid Paşa’nın bu kadar rahatsız olduğunu söylemiştir.
Bunun üzerine Halid Paşa “Vay sen beni tahkir mi ediyorsun?” diyerek yazdığı bir mektupla düelloya davet etmiştir. Araya Mustafa Kemal Paşa girerek Kılıç Ali ve Kâzım Paşa’yı (Özalp) devreye sokmuş ve olayı kapatmıştır.
Son olarak, Halid Paşa Şubat ayı başında mecliste baş gösteren yolsuzluk söylentilerini bir türlü hazmedemiyordu. Yolsuzluklar sert karakterini bir kat daha sertleştirmişti. Hatta mecliste konu ile il-gili dedikoduları Mustafa Kemal Paşa’ya aktarmış ve engellemesini istemiştir. Yolsuzluk yapanların kimler olduğunu da Ali Fuat Paşa’nın hatıratından öğrenmekteyiz: Ali Çetinkaya, Osmaniye Mebusu Avni Bey, Kılıç Ali, Rize Mebusu Rauf ve Kozan Mebusu Ali Saib. Kısaca Kabadayılar Grubu...
Bunları Mustafa Kemal’e şikayet etmiş olmasının adı geçenlerin kulağına gitmesi oldukça yüksek bir ihtimaldir. Çünkü yolsuzlukları nedeniyle Halid Paşa bunlarla tartışmış bulunuyordu.
Basının cinayet karşısındaki tavrı
Halid Paşa’nın ölümü basında büyük yankılara sebep oldu. İktidar yanlısı basın, olayı nefsi müdafaa olarak gösterip, nedenini de Halid Paşa’nın asabiyetine bağlamaya çalışırken, muhalif basın ‘muhalefete tahammülsüzlük, özgürlüğe saldırı, ittihatçılık usullerini canlandırma’ gibi ithamlarla iktidara karşı kullandı. Cinayet hakkında kaleme alınan yazılarda ayrıca hastaneye kaldırılmaması, ameliyatla kurşun yarasından kurtulmasına rağmen zatürreden ölmesi, kendisinin istemesine rağmen savcılık tarafından ifadesinin alınmaması iktidarı suçlayıcı ithamlar olarak yer aldı. Ali Bey’in yakın arkadaşı Rauf Bey’i kurtarmak için suçu üstüne aldığı ve olayı meşru müdafaa olarak gösterdiği ve savcılık soruşturmasının gerçekleri yansıtmadığı da diğer ithamlardır.
Vatan gazetesi, Halk Partisi mensuplarının olayı basit bir vakıa gibi lanse edip kapatmaya çalıştıklarını iddia etmiştir. Ayrıca savcılık, raporun olayı aydınlatmadığını ifade ederek şu soruları sormuştur: Halid Paşa’nın asabiyetini bu kadar sarsan sebepler nelerdir? Tahrik edenler kimlerdir? Doktor raporları niçin yayınlanmamıştır? Halid Paşa’nın ensesinde büyük bir yara varmış, bu yaranın sebebi nedir?
Son Telgraf, Halid Paşa’nın kardeşi Sami Bey ile bir röportaj yapmış ve bu röportajda Sami Bey’in ağzından son sözlerini aktarmıştır: “Üzerime hücum ettiler. Tabii hücum karşısında başka türlü hareket edemezdim. Bana kahpelik yaptılar.” Gazete, Paşa’nın başında yaralar olduğuna da değinip bugüne kadar bu bilgilerin neden kamuoyundan saklandığını ilgililerden sormaktadır.Bir diğer eleştirel yayın da muhalif kimliği ile tanınan İstikbal gazetesinden gelmektedir. Gazete, Halid Paşa’nın kahramanlıklarını anlattıktan sonra Ali Bey’in işlediği cinayetle ebediyen iftihar edebileceğini, zira Halid Paşa’nın Malta esirlerinin kurtarılmasında hayatî bir rol üstlendiğini, bunlar arasında Ali Bey’in de olduğunu, ne gariptir ki onun kurşunuyla öldürüldüğünü söylemiştir. Ertesi günkü sayısında da hükümeti olayı örtbas etmekle suçlamıştır.
Sonuçta Halid Paşa Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, düzen ise aynen devam etmiştir. Halid Paşa gibi kahramanlıkları tarih sayfalarına sığmayan cefakâr, kahraman paşalar unutulup giderken onun canına kıyanlar, İstiklal Mahkemesi başkanlığı gibi hiç de hak etmedikleri makamların başına getirilmiş, daha da enteresanı, ertesi yıl Halid Paşa’nın akrabası Dr. Nazım’ın da idam kararını veren hâkim olmuşlardır.
KAYNAK;DERİN TARİH



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal...

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye d...