Sözünü edeceğimiz kişiler Kur’ân’a iman eden ancak tuttukları yol ile İslâm’ın yaşanmasına, hayata mal olmasına bilmeden de olsa zarar veren bir kesim. Her menfi hareketin arkasında bir ecnebi parmağı aramak herkesin hemen aklına gelen öncelikli şık. Ama, sözünü edeceğimiz kimseler ecnebilere alet olmaktan çok, onları bilmeyerek sevindiren cinsten.
Şöyle ki, ülkemizde Kur’ân
hakikatlerine gönülden bağlı, İslâm ahlâkını benimsemiş, ibadetlerini
aksatmadan yerine getiren büyük bir gençlik kesimi var. Bunların sayılarının
her geçen gün biraz daha artması, bütün düşmanlarımızı derinden düşündürüyor.
Bu yıkıcı güçler, gençliğin İslâm’la tanışmasına engel olmak için
özellikle içkiyi, uyuşturucuyu, sefahati, her türlü ahlâk dışı yayınları
sürekli teşvik ediyorlar.
Hedefleri, akıl ve
kalplerini şehvet odaklı işleten hayvanî bir gençlik ortaya çıkarmak. Bu
vadide hayli yol aldıklarını da teslim etmek durumundayız. Ancak, yıkımın
kolay, yapmanın zor olduğu dikkate alındığında onları her geçen gün biraz daha
ümitsiz eden bir tablonun büyüdüğü ve yükseldiği de bir gerçek.
İşte yıllar önce, bu düşmanları
sevindirecek ve onlara sönük de olsa ümit ışığı olabilecek bir tuhaf akım
çıkmıştı ortaya. Bunlar bugünlerde yeniden boy gösterme hevesine kapıldıkları
için konu üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Bu kişiler diyorlar ki, Kur’ânda
her şey vardır, başka bir kaynak aramaya gerek yoktur. Bunlar, İslâm’ın temeli
olan kelime-i şahadetin her iki kanadına da iman ettiklerini ifade etmekle
birlikte, ikinci kanadı, amel konusunda hiç nazara almama gibi tuhaf bir
yola girmiş bulunuyorlar. Bunun için de, hadis-i şerifleri İslâm’ın
ikinci kaynağı olarak kabul etmiyor, her şeyin zaten Kur’ânda
bulunduğunu, bunlara gerek olmadığını söylüyorlar.
Kendilerine diyorsunuz
ki, “Kur’ânda namaz emredilmekle birlikte nasıl kılınacağı
tafsilatıyla anlatılmamış; hadis-i şerifler ve Allah Resulünün (asm.)
uygulamaları olmaksızın nasıl namaz kılacağız?”
Bu sorunuza, Kur’ânda
anlatılandan ne anlıyorsak namazı öylece kılacağız diye cevap veriyorlar.
Sorularınızı artırıyorsunuz, “Kur’ânda beş vakit namaz açık
olarak geçmiyor, sadece sabah ve akşam namazından bahsediliyor, bir da orta
namazdan. Bu ise ikindi namazı olarak anlaşılabiliyor.” dediğinizde,
size hemen hak veriyor ve “Zaten namaz iki vakittir üçüncüsü bizim
tercihimize bırakılmış.”diyorlar. “O halde,” diyorsunuz, “iki
vakit de olsa bu iki namazı kaç rekât kılacağız, namazda neler okuyacağız. Zira
bunlar da Kur’ânda açıklanmamış.”
Bu sorunuza şu garip cevabı
alıyorsunuz: Rekat diye bir şey yok, Kur’ânda sadece namaz emredilmiş, rükûdan,
secdeden bahsedilmiş, kıble tayin edilmiş. Kişi gerisini kendisi belirleyecek,
dilediği namazı yine dilediği kadar rekât kılabilir; bir rekât da kılar,
on rekât da.
Bu kesimin bütün yanılmalarını
burada aktarmaya gerek yok. “Namaz dinin direğidir.”(Tirmizi,
İman 8) hadis-i şerifinden hareketle açıklamalarımızı sadece namaz örneği
üzerinde yapmakla yetineceğiz. Diğer ibadetlerdeki fikir sapmaları da bundan
farksız.
Kur'an'a Göre Namaz Kılanlar Nerede?
Önce, etrafımıza şöyle bir
bakalım, bunların dediği şekilde namaz kılan kimse var mı? Yok. Kendilerinin de
böyle bir namaz kıldıklarını hiç sanmıyoruz. Kılsalar, haklı bildikleri bu dava
ile ortaya çıkar, namazı o şekilde kılan bir ekol teşkil eder ve sayılarının
artması için de gayret gösterirlerdi. O halde, bu fikrin neticesi, güya Kur’âna
uygun namaz kılma perdesi altında, namaz kılmayan bir nesil
yetiştirmek.
Kur’ânın ilk muhatapları ve
Resulullahın (asm.) ilk arkadaşları ve talebeleri olan sahabelerin böyle
bir namaz kıldıklarını bunlar da iddia edemiyorlar. Sahabeler Allah Resulünün
(asm.) her hareketini, özellikle de ibadete dair uygulamalarını büyük bir
titizlikle aynen tatbik ve taklit etmişler. Onları takip eden tabiin döneminde
ve daha sonraki asırların Müslümanlarında da böyle bir ferdî ve keyfî uygulama
görülmüyor. Bu hal, tâ bu asra kadar böylece devam ediyor.
Hak mezhepler yanında, dalâlet
fırkası dediğimiz İslâm’ın istikamet çizgisinden sapma gösteren kesimlerde de
böyle indî bir ibadet şekli göremiyoruz. Bu asra kadar böyle bir uygulama
görülmediğine göre, bu kesimin iddiaları esas alındığında bugüne kadar Kur’âna
uygun ibadet hiç yapılmamış oluyor. Dolayısıyla, İslâm dini hayata mal olmamış,
sadece inanç planında kalmış bir din oluyor.
Kur'an Bize Yetiyorsa Allah Neden Peygamber Gönderdi?
Yine bunların telakkisine göre,
Peygamber Efendimiz de (asm.) namazın nasıl kılınacağını ümmetine öğretmeyen,
onları bu noktada kendi görüşleriyle baş başa bırakan birisi olarak
görülüyor. “O halde, peygambere ne gerek vardı?” diye
bir soru akla gelebiliyor. Eğer peygamberin tek görevi insanlara Kur’ânı tebliğ
etmek ise Kur’ânın nasıl yaşanacağı konusunda örnek olmak gibi bir görevi
yoksa, o zaman Kur’ânın nazil olması, peygamber olmaksızın bir melekle de
gerçekleştirilebilirdi.
Melekler, diledikleri şekillere
girebilen nuranî varlıklardır. Nitekim Cebrail Aleyhisselam Allah Resulünün
(asm.) huzuruna, sahabeden Dıhye’nin suretiyle çıkabildiğine göre,
Cenab-ı Hak, Kur’ânı da Cebrail vasıtasıyla ve Tevrat’ta olduğu gibi
bir defasında toplu olarak inzal eder, uygulamasını insanların şahsî
görüşlerine ve tercihlerine bırakabilirdi.
Bu kişilerin takıldıkları nokta,
Namaz ve diğer ibadetleri Cenab-ı Hakk’ın niçin bütün
tafsilatıyla Kur’ânda anlatmadığı meselesi. Onlar, bunu şöyle
yorumluyorlar: Demek ki, buna gerek yok ve kulların bu konuda serbest
bırakmaları onlar için bir rahmet.
Böyle bir anlayışa göre, beşerî
kanunlarda da bu kadar tafsilata gerek yok. Bütün suçları tek tek sıralamak,
bunların cezalarını bütün teferruatıyla ortaya koymak yersiz ve mânasız.
Herkes anayasayı incelesin, nasıl anlıyorsa öyle uygulasın.
Yine bu anlayışa göre, kâinat
kitabındaki ince mânaları da araştırmak yersiz. Allah açıkça neyi göstermişse
onunla amel etmek kâfi. Yani, güneşle yolunu göreceksin, havayı teneffüs
edeceksin, toprağı ekip biçeceksin, suyu içecek ve ekinlerini sulayacaksın o
kadar. Ne yer altı kaynaklarını, ne iç organların görevlerini, ne genlerin, ne
atomların, ne ışınların keyfiyetini araştırmak gerekmez. Zira, gerekseydi Allah
onları da güneş gibi, su gibi gözümüze gösterirdi.
Böyle bir düşünce nasıl insanı
ilimden ve medeniyet nimetlerinden mahrum bırakırsa, sadece Kur’ân ayetlerinde
açıkça beyan edilen mânalara bakmak da Kur’ânın çok geniş mâna ikliminden, çok
derin feyiz kaynaklarından insanı mahrum eder. Böyle bir kişi, sadece anladığı
kadarıyla yetinir, anlamadıklarını yahut açıklanmayan hükümleri yaşama
ihtiyacı duymaz. Zaten nefsin de istediği, böyle şükürsüz bir hayat,
ibadetsiz bir dindir.
Kur'an'da “Peygambere Uymaya Gerek Yok, Kur'an Size Yeter”diye bir ayet mi var?
İçtihada karşı çıkan, mezhepleri
tanımayan, ilm-i hali gereksiz bulan bu kişilerin yaptığı da, aslında, çok
yanlış bir içtihattır. Yani, “Sadece Kur’ân ayetleri yeterlidir,
hadislere bile ihtiyaç yoktur.” demek, başlı başına ve sorumsuzca
yapılmış cüretkâr bir içtihattır.
Zira, Kur’ân-ı Kerimde, “Sadece
ayetlerle iktifa edin, Peygamberin sünnetine uymanız gerekmez.” mânasında
bir ayet yoktur. Aksine, o Hak elçisine her hususta uymamız gerektiğini emreden
ayetler mevcuttur. Bunlardan bir kaçını ileride arz edeceğiz.
O halde böyle bir anlayış,
tamamen his ve hevesten kaynaklanan yanlış bir içtihattır.
Bakınız, içtihat kapısını açan ve
ayetlerden hüküm çıkarmaya imkân veren ayet-i kerimede ne buyruluyor:
“Eğer o meseleyi
peygambere ve müminlerden ihtisas sahibi kimselere havale etselerdi, elbette o
kimselerden hüküm çıkarmaya ehliyetli olanlar işin doğrusunu bilirlerdi.” (Nisâ, 4/ 83)
Ayette geçen “istinbat” yani
hüküm çıkarma imkânı, yine ayetteki ifadesiyle ulu’l-emr olan yetkili kişilere
tanınmıştır. Nitekim, bu ayetin verdiği müsaade ile Allah Resulü (asm.) bizzat
içtihat yaptıkları gibi, sahabenin yetkili âlimleri de içtihatta
bulunmuşlardır.
“Sadece Kur’ânla amel
ederiz.” diyen
kişiler Kur’ânın bu ayetiyle de amel etmek gerektiğini, bunun ise yetkili
kişilerce yapılan içtihatlara uymak manasına geldiğini de bilmelidirler.
Fıkıh konusunda zamanın
ihtiyacına ve ortaya çıkan yeni durumların halline dair yapılan içtihatlar,
Üstat Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle, yüzde on kadardır; şeriatın yüzde
doksanlık kısmı ise muhkemattır, yani kat'i hükümlerdir. Kur’ânın açıkça bildirdiği
meselelerde ve Allah Resulünün (asm.) kati beyanlarında içtihat yapılamaz
ve bunlar şeriatın yüzde doksanını teşkil ederler.
Allah Resulü (asm.) namazla
ilgili ayetleri nasıl uygulamışsa bunlara aynen uymak, her Müslüman üzerine bir
borçtur. Peygamber Efendimiz (asm.) sabah namazını iki rekât kılmışsa,
bunu ne bire indirmeye, ne de üçe çıkarmaya kimsenin yetkisi yoktur. O Hak
Elçisi (asm.) bütün ömrü boyunca sabah namazını iki rekât kılmışken, bütün
ashab-ı kiram da O’na aynen uymuşlarken, bugüne kadar gelen bütün alimler ve
onlara uyan bütün müminler de bu konuda ittifak etmişlerken, artık “Kur’ânda
sabah namazının iki rekât olduğuna dair bir ayet.” yok gibi bir
gerekçe ile, başta Peygamberimiz (asm.) olmak üzere bütün
Müslümanlara ters bir uygulamaya gitmek, dini tahrife yönelik değilse çok büyük
bir gaflettir.
“Her kim de, hidâyet yolu
kendisine iyice belli olduktan sonra, Resulullaha muhalefet eder ve müminlerin
yolundan başka bir yola tâbi olursa, Biz onu döndüğü yolda bırakırız. Fakat
âhirette kendisini cehenneme koyarız. Orası ne fena bir varış yeridir!” (Nisa, 4/115)
Yine bu kişiler Kur’ânı
okuduklarına göre şu ayet-i kerimeleri de görmüşlerdir:
“Peygamber size her ne
getirirse onu alın, sizi neden menederse ondan da sakının.” (Haşr, 59/7)
“Kim Resûlullah’a itaat
ederse Allah'a itaat etmiş olur.” (Nisâ, 4/80)
“De ki, Allah’a ve
resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, elbette Allah küfre girenleri
sevmez.” (Âl-i
İmran, 3/ 32)
“De ki, Eğer Allah’ı
seviyorsanız bana ittiba edin; tâ ki Allah da sizi sevsin. …” (Âl-i İmran, 3/ 31)
“Ey iman edenler! Allah'a
ve Resûlü'ne itaat edin. Kur’ân’ı ve Resûlullah’ın öğütlerini işitip durduğunuz
halde ondan yüz çevirmeyin!” (Enfâl, 8/20)
“Kim Allah'a ve
Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği
peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle birliktedir. İşte bunlar
ne güzel arkadaştır!” ( Nisâ, 4/69)
“Allah ve Resûlü,
herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, artık inanmış bir erkek ve
kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve
Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab,33/36)
“Hayır, hayır! Senin
Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem
kabul edip, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 4/65)
Cenab-ı Hak, bu ayet-i
kerimelerde Resulünü hiç nazara vermeden, doğrudan, “Sadece benim
Kur'anıma ve emirlerime uyun, yasaklarımdan sakının. Bana itaat edin. … ” diyebilirdi.
Bunun yerine, bu gibi ifadelerin ihtiyar edilmesi, Allah’a itaatin
peygambere uymaksızın mümkün olamayacağı içindir.
Hele bazı hükümler vardır ki, en
âlim insanlar da bu konuda bir karar veremezler. Konumuza sadık kalarak
örneğimizi de yine namazdan verelim. Yetkili âlimlerimiz namazın vakitleriyle
ilgili ayet-i kerimelere bazı izahlar getirebilseler bile, namazın rekâtlarına,
rüku ve secdelerin sayılarına, bunların yapılış sıralarına, rükuda ve secdede
okunacak tespihlere kadar çok meselede bir hüküm veremezler. Zira, bu gibi
meseleler peygamber talimi olmaksızın mücerret akılla ve ilimle
halledilemez.
Biz bu gibi iddia sahiplerinin
bazı yazılarını okuduk. Dikkatimizi çeken bir noktayı yazmak isteriz:
Bu yazıların çoğunda Peygamber
Efendimiz (asm.) için sadece peygamber denilmekle yetinilmiş, ne hazret
denilmeye, ne de aleyhissalatü vesselam diyerek ona salat ve selama gerek
duyulmamıştır. Bunun o kişiler için büyük bir kayıp olduğunu düşünüyoruz.
Sadece bir kısmına kısaca
değinmekle yetindiğimiz bu yanlış anlayış ve hatalı davranışların, bir kasıt
eseri olmayıp gafletten kaynaklandığına inanmak istiyor ve kendilerinin bu
yoldan kısa zamanda dönmelerini temenni ediyoruz. Aksi halde, bazı kişilerin
namazsız ve ibadetsiz bir hayat geçirmelerine sebep olacaklar ve “Sebep
olan işleyen gibidir.” hükmünce onların bütün ihmallerinin ve
günahlarının bir katı da kendilerine yazılmakla büyük bir zarara
uğrayacaklardır.
ALLAHcc Hocamizdan Razi olsun Amin
Prof.Dr. Alaaddin Başar
Yorumlar