“ALDIĞIMIZ NEFESİ BİLE GERİ VERİYORSAK HİÇBİR
ŞEY BİZİM DEĞİL...” Necip Fazıl Kısakürek
İlk okuduğumda irkildim. Üşüdüm, ürperdim,
korktum. Başım döndü, bastığım yer ayaklarımın altından kayıyordu sanki. Bir
boşluk oluşmuştu hızla düşüyor muydum yoksa aşağıdan hızla bir rüzgar beni yukarılara
doğru savuruyor muydu bilmiyorum.
Neden bu kadar etkilenmiştim? Kafamın içinde
bir sürü soru ve cevap yer mi değiştiriyordu? Birşeyler yerine mi oturuyordu? Bir
kere daha bu duygu seliyle oradan oraya savrulduğumu hatırladım, Zincirlikuyu
Mezarlığı’nın kapısının üstündeki yazıyı okuyunca; “Her Canlı Bir Gün Ölümü
Tadacaktır”.
Doğruydu. Dünyaya gelmiştik ve
bir gün
ölecektik. Doğruydu aldığımız her nefesi saniyeler içinde tekrar geri
veriyorduk. İkisi de yaşamımızın mutlak bir sonu olduğunu ve bize emanet
edilmiş bu canı ve hayatı en iyi şekilde koruyup kollayıp iyilikle güzellikle
doldurmamız gerektiğini hatırlatıyordu. “O”ndan gelmiştik ve mutlak “O”na
dönecektik.
Hayatım boyunca duygularının peşinden sürüklenen birisi
olmadım. Mantığım hep açıktı. Duygusal olmam gereken anlarda bile mantığımı
devreye sokarak doğru kararlar almaya çalışan bir insandım. Bu yazıyı ilk okuduğumda sanki duygusal yanım
yerinden oynadı herşeyin yerini mantık aldı. Bu kadar sertti, bendeki etkisi. Tabi
ki bu gerçekleri biliyordum ve buna göre yaşamaya çalışıyordum. Akılda, zihinde bilinen başkaymış, bilinenin
açık seçik ifade edilmesi, duyulması, söylenmesi ise farklı etkiler yaratır.(mış)
O anda düşündüklerime ve yaşam felsefem haline
getirdiğim hallerime birlikte bakalım.
Bu dünyaya gelmek bizim kararımız değildi.
Seçemediğimiz bir anne babadan doğmuştuk. Görmeyi, duymayı, konuşmayı,
yürümeyi, iyiyi, güzeli, kötüyü, yanlışı, doğruyu öğretilenlere göre öğrendik. Belli
bir süre.
Büyüdük, büyüdük, büyüdük...
Gün geldi öğrendiklerimizden,
yaptıklarımızdan, öğrendiklerimizi uygulama şeklimizden, kendimizden sorumlu
olduk, sorumlu tutulduk. İyi olanı, doğru olanı, güzel olanı, güzel
yapanı, kötüyü, kötü olanı, yasaklananı, yasak olanı bildik, karşılaştık. Merak ettik, denedik, düşünerek – düşünmeyerek
hatalar yaptık, yapıyoruz. İyi insanlarla karşılaştık, kötü insanları tanıdık
tanıyoruz. Bilerek ve bilmeyerek günahlar işledik. “Her koyun kendi bacağından
asılır” dedik, nefes almaya devam ettik, ediyoruz. Allah affedicidir dedik,
tövbeler ettik.
Müslüman olarak neyi nasıl yapmamız gerektiği,
yasakların neler olduğu, bu dünya ve ahirette bizi bekleyen iyi ve kötü şeyler,
sevap ve günah olanlar Kuran-ı Kerim’de ve hadislerde, açık ve net olarak
bizlere sunulmuştur. Peki neden günah işleriz? Bizlere herşey sunulup
öğretilmiş olsa da insanın istediğini yapmasına mani olunmamıştır. Kişinin
kendi iradesi ile yaptıkları, yaşadıkları onun gerçek sınavıdır. Nefes alıp
verdiğmiz bu hayat, herbirimizin gerçek sınavıdır. İyi olan iyilikle, kötü olan
kötülükle karşılık bulur.
Nefesimizin bile bize ait olmadığı bu dünyada,
sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeylerin büyüsüne kapılmak nasıl bir yanılgıdır?
Zengin olmak elbetteki günah değildir. Ama sahip olduğumuz parayı kötü yolda
kullanmak, insanlara zarar vermek, kendi hayatımızda kendi canımıza zarar
verecek değerlere yönelmek yanlıştır. Başkasına ait bir cana zarar vermek hatta
bunu düşünmek bile doğru yoldan ayrılmaktır. Çalışmak elbetteki imandan gelir.
Ama haram yolda çalışmak yanlıştır.
Unutulmamalıdır ki bu dünyaya geldiğimizde
üzerimizde hiçbir şey yoktu, çıplaktık. Bu dünyadan giderken de bize emanet edilen
herşeyi bırakıp gideceğiz, sadece bir kefene sarılıp. Nasıl dünyaya geldiysek
öyle de gideceğiz. Bunu bilerek ve hissederek yaşamaya başladığımızda bize
sunulacak huzurun değerini kim bilebilir ki?
Sitemiz yeni yazarı T. Hakyolcusu
http://gercektarihdeposu.blogspot.com |
Yorumlar