Ana içeriğe atla

Menemen Rejimin Provokasyonu


Menemen Rejimin Provokasyonu /mu/ dur?... (3) 

Esasında hakikati arayan herkesin sorması gereken sorudur bu. Özellikle baskıya dayalı kapalı rejimlerde iktidarın taraf olduğu her olayın görünen yüzünün arkasında bir de görünmeyen yüzü muhakkak vardır.
Şimdi, maddeler halinde şu ipuçlarından yola çıkarak fotoğrafa ilişkin kimi kareleri tespit edelim:
1) Olayın kahramanları savcı mütalaasından ve zamanın gazetelerinden anlaşıldığı kadarıyla esrarkeş takımındandır. Üstelik Ayyaş Giritli Mehmet, Çerkez Ethem çetesine mensuptur. Çerkez Ethem ve kendisine bağlı bu çetenin ne zalim, ne gaddar, ne psikopat bir yapı sergilediği, cocuk, yaşlı, kadın demeden kaç yüz kişiyi diri diri yaktıkları, Anadolu halkına nasıl kan kusturdukları başka bir yazının mevzuu. Ancak şu kadarı bizim için mühimdir ki; Ayyaş Mehmet bu psikopat ekibin bir ferdidir.

Hal böyle iken rejimin sesi Hakimiyet-i Milliye gazetesi imzasız başyazısında; “Mehmet, meczup ve esrarkeş değil, derviştir.” Diyerek aklı sıra bir şeyler söyleyip faturayı olayla hiç alâkası olmayan bir yöne kesmeye çalışmaktadır. Peki nedir sahibinin sesinin söylemeye çalıştığı şey? Anlaşılan o ki, iktidar olaya her zaman olduğu gibi “şeriatçı kalkışma” damgası vurarak yine tüm memlekette İslamcı muhalif avı başlatacaktır. Fakat bu esrar ve esrarkeşlik, olayı karıştırmaktadır. Çünkü esrarla İslam’ı yan yana koymanın hiçbir inandırıcılığı yoktur. O halde onların esrarkeş olmadıkları tam tersi dini özelliğe hakim derviş tipler oldukları halka empoze edilmesi gerekmektedir. Bu vazifeyi de Hakiniyet-i Milliye gazetesi yapmıştır.

Anlatıldığına göre, yaptıkları işin karşılığı olarak bu esrarkeşler adına 10.000’er lira yatırılmıştır. Olay günü ölü numarası yapıp yaralı olarak yakalanan Mehmet Emin’in şöyle dediğini olaya şahit olanlar nakletmiştir; “Hani bize para vereceklerdi? Bu ne iş?(1)

2) Menemen Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Fahri’nin olay karşısında gösterdiği davranış normal midir? Yüzbaşı olay yerine gelip, “Ne istiyorsunuz?” diye sorar. “Benmehdiyim.! Şeriatı ilan ediyorum. Bana kimse karşı koyamaz. Çekil karşımdan” cevabını alır. Birliğine döner ve olaya hiç müdahale etmez. Sadece seyreder. Dahası var. Olaydan bir hafta sonra Milliyette, “Henüz üzerinden kalkmayan şüpheler” başlığıyla yayınlanan bir yazıda bakın nelere dikkat çekiliyor:

“Hadiseyi gören jandarma komutanı elebaşıların yanına gelir. Ne istiyorsunuz? Diye sorar. Asinin “şeriat istiyorum” cevabıyla karşılaşınca makamına dönüyor. (yazının bu kısmını lütfen dikkatle okuyun) maiyetinde bulunan jandarma neferlerini odasına alarak kapıyı ve pencereyi kilitliyor. Pencereden Kubilay’ın başının kesilmesini seyrediyor. Yanındaki bir jandarma neferi dayanamayıp, pencereden olsun ateş etmek istiyor. Kumandan buna müsaade etmiyor. Bu iş sizin bildiğiniz gibi değil diyor. (2)

İşin ilginci, olayın hemen ardından yazılan tüm yazılarda bu subayın cezalandırılması istendiği halde, normal şartlarda Divan-ı Harbe verilmesi gereken Yüzbaşı Fahri, gizli bir takım güçler tarafından korunuyor. Savcı iddianamesinde Kubilay’ın kesilişini pencereden seyredip, olaya müdahale etmek isteyen erlere mani olan bu yüzbaşıyı açıkça koruyor ve “Tam bir asker”, “Hükûmetin şerefine yakışacak surette” Kanunun icaplarına tevessül eden biri” olarak niteliyor. (3) tıpkı bozacının şahidi şıracı hesabı…

Bu subaya ne yapıldığını mı merak ediyorsunuz? Etmeyiniz zira hiçbir şey yapılmıyor. Görev yeri değiştiriliyor o kadar…
3) Olay 23 Aralık’ta oluyor. Bir gün sonra, 24 Aralık tarihli sahibinin sesi Yeni Asır gazetesinin konu ile ilgili haberini okuyalım:

“Manisa’dan birkaç gün evvel çıkarak dağlarda dolaşan birkaç serseri hain, melun maksatlarına ulaşmak için bu sevimli muhite gelerek inkılaba karşı bir hareket uyandırabileceklerini zannetmişler… dağlarda dolaştıktan sonra Menemen’e gelen bu altı serseri kendine mehdi süsü veren Derviş Mehmet ve beş arkadaşı nihayet bir gün sonra iğrenç düşüncelerini tatbike karar vermişler. Recep ayının 15’inde manisa’dan çıkarak ‘Çallık’ mevkiine gelmişlerdir. Burada mevcut bir çardak içinde bugüne kadar kalmışlar ve bir süre yalnızlığa çekilmişlerdir. (4)

Eeee ne var bunda bu adamlar gazeteci ve gazetelerinde doğru haber vermişler diyenler çıkar mı acaba?... Fakat ortada izaha muhtaç çok ciddi bir sıkıntı mevcuttur. Bu bilgiler askeri savcının ancak 2.5 ayda hazırlayabildiği iddianamesinden daha ayrıntılı ve işin garibi hepsi de doğru. Daha iyi ya, gariplik neresinde bunun? diyeceksiniz. Şurasında:

a) bu satırlar olayın hemen ertesi günü bir İstanbul gazetesinde çıkıyor. Bu gazete C.H.P’nin sesi durumunda. Menemen’deki olay öğleye doğru üç Mehmet’in öldürülmesiyle sonuçlanıyor. O tarihte İzmir ile Menemen arasında telefon hattı yok. O günün şartlarında Yeni Asır muhabirini kim haberdar etti? Ne zaman İzmir’den Menemen’e gitti? Bu bilgileri ne zaman toplayıp ‘ki o gün Menemen’de sokağa çıkma yasağı var’ ne zaman İzmir’e dönüp ne zaman İstanbul’a baskıya ulaştırdı? En mühim husus şudur ki; o zamanın tekniği ile gazeteler dizgiye en az bir gün evvelden giriyorlar. Bu da bir şey değil dahası var…

b) Ya gazetenin savcının aylar sonra derleyebildiği bilgilere aynı günde ulaşmasına ne demeli? Olayın başından sonuna ayrıntısını bilen ve olayın fiili sorumlusu sadece altı kişidir. Üçü olay yerinde delik deşik olarak can vermiş iki kişi kaçmayı başarmış ancak aylar sonra yakalanabilmişlerdir. Geriye sadece bir kişi kalıyor. O da başından ağır yaralı ve halâ son çektiği esrarın etkisiyle; “ateşe atsanız yanmam”, “hayatlarımızı köpek kurtaracak” gibi ipe sapa gelmez şeyle söylüyor. Bunları söyleyen idrak yoksunu birinden bu kadar sağlıklı ve detaylı bilgiyi almak mümkün değil.

Daha Menemen savcısının dahi bilmediği bu kadar ayrıntılı bilgi, yüzlerce kilometre uzaktan nasıl, hangi araçlarla kimlerden alınıp da aynı gün baskıya verilmiş olan gazeteye nasıl yetişir? Bunun makul olan tek cevabı vardır. O da, bu bilgileri olayı tezgâhlayan kaynağın vermiş olması

Tertibi hazırlayanlardan M. Esat Bozkurt’un olayların ardından yazdığı makaledeki “Tekkeleri kapadık fakat ne yazık ki dervişler halâ yaşıyor” ve “Bu cinayette birinci derecede suçlu ve sorumlu olanlar Mehmet ve arkadaşları değildir. Asıl sebep ve sorumluları daha iyi aramak, bulmak lazımdır.” Sözlerinin altında neyin yattığı şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi?

3) Bir de Genel Kurmay’ın verdiği bilgiler var. Bunlar, okuyanların zihninde birçok soru işareti uyandırıyor. Şimdi bunlara göz atalım: “Suçlular bir süre Manisa’da bir esrarkeş kahvesinde sık sık toplanarak burayı adeta bir tekke haline getirmişlerdir. Son günlerde sakal, bıyık bırakarak büsbütün dikkat çeker bir hal aldıkları halde, bu durum ilçe zabıtasınca bilinmesine rağmen, ortadan birden bire kayboldukları zaman ailelerinin hükümete malumat vermiş olmalarına rağmen, hükümet hiçbir teşebbüste bulunmadığı gibi, civar ilçelerin de dikkatini çekmemiştir.”(5)

Genelkurmay Başkanlığı’nın sunduğu bilgiler, gerçekten de ilginç bilgilerdir. Öyle anlaşılıyor ki, hükümet bu serserilerden haberdardır. Üstelik aileleri durumu yetkili makamlara bildirmiştir. Kolluk güçleri daha başta hadisenin farkındadır. Lakin, sanki hiç haberdar değilmiş gibi davranmışlardır. Neden?

4) Genelkurmay kaynaklarında adından “KOPLAY” olarak bahsedilen asteğmen Kubilay, ellerinde iki silah bulunan bu kişilerin üzerine neden silahsız gönderilmiştir? Askerlerin ellerinde neden içi boş tüfekler vardır? (6) bu bilgiyi veren kişi militan düzeyde bir “Kemalist” söyleme sahip ve olaylara bizzat şahit olmuş Kemal Üstün’ün verdiği bu önemli bilgi, “Bu iş sizin bildiğiniz gibi değil” diyerek yanındaki askerleri odaya kilitleyip pencereden ateş etmelerini engelleyen Yüzbaşı Fahri’nin gizemli hareketleriyle birleştiğinde ne anlama gelmektedir?

Ne anlama geldiği gayet açık; Kubilay’a ağıt yakanlar, onu ölüme yollayanların bizzat kendileridir.
5) Kubilay öldürülüp başı kesildikten çok sonra, tamamı onbir kişiyi bulan bir avuç adam sadece iki basit silaha sahip oldukları halde meydanı kuşatan tabur seviyesindeki askeri birlikçe kıskıvrak yakalanmak yerine makineli tüfek ateşi ile kevgire çevrilmişler ve mermilerle paramparça edilmişlerdir. Bunun adı “delilleri yok etmek” değil de nedir? Bu kişiler neden canlı yakalanmadılar da paramparça edildiler?...
6) Olayda Menemen halkının hiçbir dahli yoktur. Fakat, olayın hemen ardından Cumhurbaşkanına atfen yayınlanan demeç doğrudan Menemen halkını suçlamaktadır. Buna göre olayın Menemen halkı topyekûn suçludur.(7) Fakat, Ankara merkezli birkaç gazete Menemen halkının bu hadisede parmağı olmadığı üzerine yayınlar yapsa da bu muhalif yayınların sesi bir anda kısılacaktır. Artık ortalarda tek bir ses vardır; ÇANKAYA’NIN GÜR SESİ…
Olayın hemen akabinde Ankara’da “Ebedi Şef”, “Milli Şef”, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Meclis Başkanı Kazım Özalp ve bu toplantıda konuşulanları bize hatıralarında anlatan Fahrettin Altay’ın katıldığı bir Menemen gündemli güvenlik zirvesi toplanır.

İşbu toplantıda konuşulanlardan bazılarını, Fahrettin Altay Paşa’nın dilinden aktaralım:

İsmet Paşa; Şeyh ve Halifelerle ne vakit görüşülmüştür? Teşkilatı ele alalım.
Gazi Hazretleri: Politikanın kaynağı umumidir. Esas tetkikat bu olacaktır. Ceza edilmeyen kesif yerler örfen dağıtılmalıdır. Mahkûm olanlar birer ikişer cezalandırılmalıdır. Cezaların hepsi sonraya bırakılmamalıdır. En az kabahati hadiseye seyirci kalmış Menemen halkı işlemiştir. Onlar da Menemen’i bir an evvel terk etmelidir. Tüm menemen halkı suçludur. Son Posta, Yarın gibi gazeteler gibi hükümet aleyhine yayın yapan ne kadar unsur varsa hepsi cezalandırılmalı Yazı İşleri Müdürleri Divan-ı Harbe verilmelidir.
İsmet Paşa: Fransız neşriyatı ‘Gazi ve İsmet Paşalar Serbest Fırkayı kapatmak için bunu tertip ettiler. Şeklinde yayın yapıyorlar.
Gazi Haretleri:Kısa zamanda bu işi bitirmeli. Her şey çıkmazsa da(?) zararı yok ayrı bir safha olur. Bunlara müsamaha etmek doğru değildir. Kumandanlar bilmelidir ki bu tarikatlar yok edilecektir. Ve bu tarikatların siyasi bağlantıları aranacaktır. Hiçbir yerde kutup ve kutbu’l aktab bırakılmamalıdır.
Ve bu toplantıyı aktaran Fahrettin Altay toplantıyı şöyle özetliyor:
“Menemen ve malum köyler ahalisinin tümüyle yerlerinden sürülmesini Gazi Paşa çok şiddetle ileri sürüyordu” (8)
Ve bu hadisede varılan sonuç her hadisede varılan sonuçla aynı şekilde İnkılap Tarihi arşivlerindeki kayıtlara düşmüştür:
“MENEMEN HADİSESİ PLANLI, İRTİCAİ VE TÜM YURDU KAPSAYAN NİTELİKTE BİR YOBAZ KALKIŞMADIR… (9)

Sevgi ve muhabbetle…

Kaynaklar:
1- Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, s. 144-145
2- Milliyet Gazetesi, 30 Aralık 1930.
3- Mahkeme Zabıtlarından, s. 67-68.
4- Yeni Asır Gazetesi, 24 Aralık 1930.
5- Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar,
s.362,363.
6- Kemal Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, s. 26
7- Cumhuriyet Gazetesi, 25 Aralık 1930.
8- Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, s. 434-437
9- Cumhuriyet Gazetesi, 28 Aralık 1930




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.

Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç o rtaklasa BEKO’yu kurdular. Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır. ***** “Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..! Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”i n sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğin in liderliğini üslendi..! Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakal

israil’in 2. cumhurbaşkanı Atatürk’ün hocası Şemsi Efendinin oğlu

SABETAY ve PAKRADUNİ’ ler   Selanikli'nin yakın dostları TSK’nın hazırladığı “Atatürk Köşesi”nde Mustafa Kemal Paşa’nın boyunun 1.74 olduğu yazıyor. Bugüne kadar 1.68 olduğu biliniyordu.. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunu açıklayarak tartışmalara son noktayı koydu. Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyunun bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 olduğunu açıkladı. Atatürk’ün boyu 1.74 i ken, kilosu 74-76 arası, ayak numarasının da 42 olduğu açıklandı. Siz babasının adının Ali Rıza, annesinin adının Zübeyde olduğunu kabul etmeye devam edin ve tabii Selanik’te doğduğunu da! Resmi tarih iddiasını

Atatürk un SEVGILISI Fikriye nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi.

Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.  Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık... Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.  Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh